31 Aralık 2009 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR Mobil İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Lahika

Âyet-i Kerime Meâli

Deyin ki: Biz Allah'a iman boyasıyla boyandık ve onun rengine büründük. Allah'tan daha güzel boyası olan, Ondan daha güzel bir din ile akılları ve kalpleri terbiye eden kim vardır? Biz ancak Ona ibadet ederiz.

Bakara Sûresi: 138

31.12.2009


‘Bir ticaret yapmadım, nakd-i ömür oldu hebâ’

Bir zaman gençlik gecesinin uykusundan ihtiyarlık sabahıyla uyandığım vakit kendime baktım, vücudum kabir tarafına bir inişten koşar gibi gidiyor. Niyazi-i Mısrî’nin;

“Günde bir taşı binâ-yı ömrümün düştü yere,

Can yatar gafil, binası oldu viran bîhaber”

dediği gibi, ruhumun hanesi olan cismimin de hergün bir taşı düşmekle yıpranıyor. Ve dünya ile beni kuvvetli bağlayan ümitlerim, emellerim kopmaya başladılar. Hadsiz dostlarımdan ve sevdiklerimden mufarakat zamanının yakınlaştığını hissettim. O mânevî ve çok derin ve devâsız görünen yaranın merhemini aradım, bulamadım. Yine Niyazi-i Mısrî gibi dedim ki:

“Dil bekası, Hak fenâsı istedi mülk-ü tenim,

Bir devâsız derde düştüm, ah ki Lokman bîhaber.” HAŞİYE

O vakit birden merhamet-i İlâhiyenin lisanı, misali, timsali, dellâlı, mümessili olan Peygamber-i Zîşan Aleyhissalâtü Vesselâmın nuru ve şefaati ve beşere getirdiği hediye-i hidayeti, o dermansız, hadsiz zannettiğim yaraya güzel bir merhem ve tiryak oldu. Karanlıklı ye’simi, nurlu bir ricaya çevirdi.

Evet, ey benim gibi ihtiyarlığını hisseden muhterem ihtiyar ve ihtiyareler! Biz gidiyoruz, aldanmakta fayda yok. Gözümüzü kapamakla bizi burada durdurmazlar; sevkiyât var. Fakat gafletten ve kısmen de ehl-i dalâletten gelen zulümat evhamlarıyla bize firaklı ve karanlıklı görünen berzah memleketi, ahbapların mecmâıdır. Başta şefîimiz olan Habibullah Aleyhissalâtü Vesselâm ile bütün dostlarımıza kavuşmak âlemidir.

Evet, bin üç yüz elli senede, her sene üç yüz elli milyon insanların sultanı ve onların ruhlarının mürebbîsi ve akıllarının muallimi ve kalblerinin mahbubu ve her günde, es-sebebü ke’l-fâil sırrınca, bütün o ümmetinin işlediği hasenâtın bir misli, sahife-i hasenâtına ilâve edilen ve şu kâinattaki makasıd-ı âliye-i İlâhiyenin medarı ve mevcudatın kıymetlerinin teâlîsinin sebebi olan o zât-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm, dünyaya geldiği dakikada “Ümmetî, ümmetî” rivayet-i sahiha ile ve keşf-i sadıkla dediği gibi, mahşerde herkes “Nefsî, nefsî” dediği zaman, yine “Ümmetî, ümmetî” diyerek en kudsî ve en yüksek bir fedakârlıkla, yine şefaatiyle ümmetinin imdadına koşan bir zâtın gittiği âleme gidiyoruz. Ve o güneşin etrafında hadsiz asfiya ve evliyâ yıldızlarıyla ışıklanan öyle bir âleme gidiyoruz.

İşte o zâtın şefaati altına girip ve nurundan istifade etmenin ve zulümat-ı berzahiyeden kurtulmanın çaresi, sünnet-i seniyyesine ittibâdır.

Dördüncü Ricâ

Bir zaman ihtiyarlığa ayak bastığımdan, gafleti idame ettiren sıhhat-i bedenim de bozulmuştu. İhtiyarlıkla hastalık müttefikan bana hücum etti. Başıma vura vura uykumu kaçırdılar. Çoluk çocuk, mal gibi beni dünya ile bağlayacak alâkalar da yoktu. Gençlik sersemliğiyle zayi ettiğim sermaye-i ömrümün meyvelerini, bütün günahlar, hatîatlar gördüm. Niyazi-i Mısrî gibi feryad eyleyerek dedim:

Bir ticaret yapmadım, nakd-i ömür oldu hebâ,

Yola geldim, lâkin göçmüş cümle kervan bîhaber.

Ağlayıp, nâlân edip, düştüm yola tenhâ, garip,

Dîde giryan, sîne biryan, akıl hayran, bîhaber.

O vakit gurbetteydim. Me’yûsâne bir hüzün ve nedametkârâne bir teessüf ve istimdatkârâne bir hasret hissettim.

Birden, Kur’ân-ı Mû’cizü’l-Beyan imdada yetişti. Bana o kadar kuvvetli bir rica kapısını açtı ve öyle hakikî bir teselli ziyasını verdi ki, o vaziyetimin yüz derece fevkindeki ye’si dahi izale eder ve o karanlıkları dağıtabilirdi.

Haşiye: Yani, benim kalbim bütün kuvvetiyle beka istediği halde, hikmet-i İlâhiye cesedimin harabiyetini iktiza ediyor. Hekîm-i Lokman da çaresini bulamadığı, dermansız bir derde düştüm.

Lem’alar, 26. Lem’a, 3 ve 4. Ricâ’lar LÜGATÇE: nakd-i ömür: Ömür sermayesi. hebâ: Boş, faydasız, zayi olma. binâ-yı ömr: Ömür binası. viran: Yıkık, harap. bîhaber: Habersiz. mufarakat: Ayrılık.

Bediuzzaman Said Nursi

31.12.2009


Bir ümmînin mektubu

Barla Lâhikası’nda bir mektup okuyorum. Mektubun altındaki imza, Emrullah oğlu Bekir. Üstad Bediüzzaman’ın takdimiyle Adilcevazlı Bekir Ağa. Nâm-ı diğer Kürt Bekir. Şeyh Said Hadisesinden sonra Barla’ya sürgün edilenlerden. Bediüzzaman’ı, Barla’da bulunduğu yıllarda tanır ve onun yakın talebelerinden olur. Isparta’nın köylerine Nur Risâlelerinin dağıtılmasında büyük emeği geçer. Aynı zamanda Üstad’ın yanına gitmek isteyen ziyaretçilere de mihmandarlık yapar.

İkinci Zeyl’in bu ilk mektubunun başına Bediüzzaman şöyle bir not düşer: “Ümmî, fakat allâmelerin işini gören ve esrâr-ı Kur’âniyeye karşı Isparta’nın intibâhına sebep olan, ahiret kardeşim Adilcevazlı Bekir Ağanın Sözler hakkında ihtisâsâtıdır.”

Bekir Ağa’nın ümmî olmasına rağmen allâmelerin işini görmesi ve esrâr-ı Kur’âniyeye karşı Isparta’nın intibahına sebep olmasındaki sır neydi acaba? Hâlbuki allâmeyle ümmî o kadar farklı konumdalar ki, biri ilmin zirvelerinde diğeri ise okuma–yazma bile bilmiyor. Bilmiyor ama bakın ne yapıyor Bekir Ağa: Nur Risâlelerini okutup dinliyor. Bu öyle sıradan bir dinleme değil tabiî ki, ruh ve kalbine “feyezan ve coşkunluk” veren hâli yakalayarak dinliyor. Bu hâl onu “bilâihtiyar bir vazifeye sevk etmek için hemen ‘Haydi, haydi’ diye tazyikata” başlar. O, Nurlara kalp ve ruh dünyasının kapılarını öylesine açmıştır ki, o nurların irâe ettiği miftahları görür / gösterilmiştir. Yani artık yerinde duramaz Bekir Ağa. Hissettiği, duyduğu, anladığı ulvî hakikatleri başkalarına ulaştırmayı kendine vazife bilir ve harekete geçer. İsterseniz, onun samimiyetin zirvelerinde dile getirdiği şu ifadelerini hep beraber okuyalım:

“Anladım ki, bu anahtarlarla icap eden kapıları açıp, o Nurlara ehil olan kardeşlerimi—min gayri haddin—arayıp bulmak vaziyeti adeta bana emrolunup, o Nurlardan güneş gibi nur saçılması hususunda ben de bu hâli kendime vazife addettim. O Nurlardan almış olduğum anahtarları teslimle, hâin-i din olan mülhidlerin elleri kımıldanmayacak derecede kırılması için, hamden lillâh, bu kardeşlerimi arayıp buldum. Emânetullah ve emânât-ı Peygamberînin (asm) gayet parlak, yakut ve zümrütten kıymettar olan hazinelerini o zâtların ellerine teslim ettim. Elhamdülillâh, Cenâb-ı Hak muvaffak etti.”

İşin özü, Bekir Ağa ihlâs-ı tâmmeyi kazanmaya muvaffak olmuştur. Cenâb-ı Hak da onu hizmetlerinde muvaffak etmiş, Üstad’ı da ona lâyık olduğu payeyi vermiştir. Fakat bugün, en azından okuma yazma bilen, yahut koca koca okullar bitiren bizler Risâle okumalarının neresindeyiz acaba? Yahut bu okumaların sonucunda ruh ve kalbimize feyezan ve coşkunluk veren hâller yaşayabiliyor muyuz? İçimizden bir ses “haydi haydi” diye tazyikâta başlıyor mu? Veya Risâleleri konu konu, satır satır bilecek kadar çok okumamıza ve belli bir birikime sahip olmamıza rağmen, ümmî Bekir Ağa kadar muvaffak olabiliyor muyuz?

Bekir Ağa’nın bu mektubundan şüphesiz çıkarılacak çok dersler var. Fakat kanaatimce, Üstad Bediüzzaman’ın İhlâs Risâlesinin sonunda yaptığı şu duâya çok ihtiyacımız var: “Cenâb-ı Erhamü’r-Râhiminden bütün Esmâ-i Hüsnâsını şefaatçi yapıp niyaz ediyoruz ki, bizleri ihlâs-ı tâmme muvaffak eylesin. Âmin!”

[email protected]

HASAN BULUT

31.12.2009


Geçmişe “âh” etmemek!

Uslanmak bilmeyen nefis hâlden hâle koyar bizi. Bir gün olsun doymaz gözü.

Üst perdeden bakılınca hayata, alçaltıyor, zelil ediyor canı. Çünkü, “ene” çıkmış perdeye, arkasında kör nefis!

Ezâ cefâ çekilir, sıkıntı da görülür; “beterin beteri”ni hemen hatırlamalı.

Şükretmeli, kocaman.

Darlık, zorluk yaşanır, olur ya! Midesine “taş bağlayan” sahâbî’yi anmalı; tasavvur etmeli onu.

Dünyadaki zorluklar, dünya gibi geçici. “Sabreden derviş, muradına erermiş” misâli, aşılmayan ne var ki?

Her şeyden önce, gönlü ferah tutmalı.

Yaşanan sıkıntıları çabucak unutmalı; ders’ine sahip çıkıp, kendini bırakmalı. Çünkü:

“Zevâl-i elem lezzettir.”

“Sırça saray”lar oluşmuş, gönlümüze taht kurmuş saadet dolu günler; yâr olmamış, geçip gitmiş elinden.

“Zevâl-i lezzet elemdir.”

Me’yûs olma, üzülme!

Bîkarar fânîlere bedel, bâkî şeylere meylet. Çünkü:

Âh’ın, vâh’ın faydası yok kimseye.

Madem burada imtihan için varız; başa gelen geldi de, geleceğe razıyız.

Dünden ibret alarak dünü, dünde bırakmak; daha önemli olan, yarınları kurtarmak!

Dün, gitmiş; bugün, olmuş; yarına da henüz var. Öyle olunca:

“En hakikî ömrünü bulunduğun gün bil!”

Gönlündeki güzel şeyi yaptın, yaptın; şu anda! Terk edecek ya o seni, ya sen onu, sonunda.

Hz. Ali (r.a.): ”Hayra niyet edince acele et ki, nefis seni yenip de niyetinden caydırmasın” diyor.

Onum yok, bunum yok; onu alamadım, şunu satamadım; buna kavuşamadım deyip durup, dövünme. Bu, nefsinin desisesi.

Rıza göster hâline. Bugüne bak.

“Âh” edilen şeylerin pek çoğu dünya için.

Değer mi?

Esas kaygı, esas tasa, günahımız olmalı. Yapamadığımızın “emel”ine değil, yapmadıklarımızın “elem”ine düşmeli.

Hz. Ebû Bekir (ra): “Şikâyetçi olup ağladığım nice günler oldu ki, zaman gelip ona ağlamışımdır” diyor. Saâdetli gününe “bal”, geçmişe “hanûb” diyor.

Kalbi hüşyâr “Sıddık”tan gönlü “âmâ” bizlere, “küpe” kabilinden bir ders!

Selmân-ı Farisî gibi:

“Ey nefis! Kalk, Rabbin’e kulluk et…” demek düşmez mi bize?

Giden gitmiş çare yok, kurtardığımız kârdır.

Ovuşturup gözleri, uyarmalı “öz”leri!

Zarar tene dokunmadan…

ALİ RIZA AYDIN

31.12.2009


Uzak dur

Bid’atler her taraftan hücum ettiği zaman,

Ateşten bir kor gibi yakar kalpteki iman.

Çıkarıp atar isek hâlimiz olur yaman.

Yaşadığın müddetçe bidat’lerden uzak dur..

Rabbimin rızasından uzaklaştırır gaflet.

Eğlenceye dalmayı zannederiz marifet.

Farkına varmıyoruz bu ne büyük musîbet.

Yaşadığın müddetçe her gafletten uzak dur.

Medeniyet adına işleriz rezaleti.

Boşa çırpınıp durma yok bunun mazereti.

Suçlu suçsuz ayırır Rabbimin adaleti.

Yaşadığın müddetçe rezaletten uzak dur.

Aldı başını gider başkasına özenti.

Ahirette cezayı hak ederiz garanti.

Hata ve kusurlardan koru bizi Ya Rabbi.

Yaşadığın müddetçe özentiden uzak dur.

Kime benziyor isek birlikteyiz mahşerde.

Hesabı vereceğiz hem hayırda hem şerde.

Kimi seviyor isek haşroluruz bir yerde.

Yaşadığın müddetçe özentiden uzak dur.

Kâr değil zarardayız yaptık mı hesabını?

Denemek akılsızlık günahın girdabını.

Elbette celbederiz Rabbimin gazabını.

Yaşadığın müddetçe günahlardan uzak dur.

Noel için çam kestik niçin yaparız bunu.

Hiç kimse düşündü mü ne olur bunun sonu?

Fark etmeden oluruz Cehennemin odunu.

Yaşadığın müddetçe Noellerden uzak dur.

Kurbana karşı çıkan hindiye karşı çıkmaz.

Dinime saldırmaktan hiç usanmaz ve bıkmaz.

Aklı başında olan ahiretini yıkmaz.

Yaşadığın müddetçe zındıklardan uzak dur.

Kanalizasyon gibi kanallar günah dolu.

Hipnoz edilmiş gibi bağlıyız eli kolu.

Haberlere bakarsın saptırmış doğru yolu.

Yaşadığın müddetçe kanallardan uzak dur.

Piyango kumarına yaklaşma hiçbir zaman.

Bileti alır isek ahiret olur yaman.

Her türlü günahlardan demeliyiz el-aman

Yaşadığın müddetçe piyangodan uzak dur.

Her zaman kullarını Rabbim eder imtihan.

Bu dünya bâkî değil dolup boşalan bir han.

İhanet etme sakın emanet bize bu can.

Yaşadığın müddetçe ihanetten uzak dur.

Resule benzeyelim yaşamada İslâmı.

Karnımız tok boş lâfa, dinle Kadim Kelâmı

Bu da geçer Ya Hu de; bırak kederi gamı.

Yaşadığın müddetçe boş lâflardan uzak dur.

Numune-i imtisal başka yerde arama.

Resûlü örnek alıp benzeyelim adama.

Helâlden ayrılmayın yaklaşmayın harama.

Yaşadığın müddetçe haramlardan uzak dur.

MEHMET KOVANCI

31.12.2009


Lem’alar

Hem benim, hem herkes için, şu dünya muvakkat bir ticaretgâh; ve hergün dolar, boşalır bir misafirhane; ve gelen geçenlerin alış verişi için yol üstünde kurulmuş bir pazar; ve Nakkaş-ı Ezelînin teceddüd eden, hikmetle yazar bozar bir defteri ve her bahar, bir yaldızlı mektubu ve herbir yaz bir manzum kasidesi; ve o Sâni-i Zülcelâlin cilve-i esmâsını tazelendiren, gösteren aynaları; ve âhiretin fidanlık bir bahçesi; ve rahmet-i İlâhiyenin bir çiçekdanlığı; ve âlem-i bekada göste-rilecek olan levhaları yetiştirmeye mahsus muvakkat bir tezgâhı mahiyetinde gördüm.

Bediüzzaman Said Nursî,

Lem’alar, s. 232, (yeni tanzim, s. 519)

31.12.2009

 
Sayfa Başı  Geri

Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu

Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.
Kurumsal Linkler: Risale-i Nur Kongresi - Bediüzzaman Haftası - Risale-i Nur Enstitüsü - Yeni Asya Vakfı - Demokrasi100 - Yeni Asya Gazetesi - YASEM - Bizim Radyo
Sentez Haber - Yeni Asya Neşriyat - Yeni Asya Takvim oktay usta yemek tarifleri Köprü Dergisi - Bizim Aile - Can Kardeş - Genç Yaklaşım - Yeni Asya 40. Yıl