20 Ekim 2010 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Lahika

Hadis-i Şerif Meâli

Allah'ın nimetlerine gereken saygıyı gösterin ve günah işleyerek onu elinizden kaçırmayın. Çünkü bir topluluğun elinden kaçan nimet nadiren geri gelir.

Câmiü's-Sağîr, No: 151

20.10.2010


Mâdem Risâle-i Nur dersini dinlemişsiniz...

Mâdem Risâle-i Nur dersini dinlemişler, elbette mâbeynlerinde bulunan bütün küsmekleri bırakmaya, hem maslahat ve istirahat-ı şahsiye ve umumiye, hem Nur dairesindeki uhuvvet iktizâ ediyor.

Bize, hem dünya azabından, hem âhiret azabından kurtaracak bir hakikati beyân etmek kalbime ihtar edildi. O da şudur:

Meselâ birisi, birinin kardeşini veya bir akrabâsını öldürmüş. Bir dakika intikam lezzetiyle bir katl, milyonlar dakika hem kalbî sıkıntı, hem hapis azabını çektirir. Ve maktülün akrabâsı dahi, intikam endişesiyle ve karşısında düşmanını düşünmesiyle, hayatının lezzetini ve ömrünün zevkini kaçırır; hem korku, hem hiddet azabını çekiyor. Bunun tek bir çaresi var: O da Kur’ân’ın emrettiği ve hak ve hakikat ve maslahat ve insaniyet ve İslâmiyet iktizâ ve teşvik ettikleri olan, barışmak ve musâlâha etmektir.

Evet, hakikat ve maslahat sulhtur. Çünkü, ecel birdir, değişmez. O maktûl, her halde, ecel geldiğinden daha ziyâde kalmayacaktı; o kâtil ise, o kazâ-i İlâhiyeye vâsıta olmuş. Eğer barışmak olmazsa, iki taraf da dâimâ korku ve intikam azabını çekerler. Onun içindir ki, “Üç günden fazla, bir mü’min diğer bir mü’mine küsmemek” İslâmiyet emrediyor. Eğer o katl, bir adâvetten ve bir kinli garazdan gelmemişse ve bir münâfık o fitneye vesîle olmuş ise, çabuk barışmak elzemdir. Yoksa, o cüz’î musîbet büyük olur, devam eder. Eğer barışsalar ve öldüren tevbe etse ve maktüle her vakit duâ etse, o halde, her iki taraf çok kazanırlar ve kardeş gibi olurlar. Bir gitmiş kardeşe bedel, birkaç dindar kardeşleri kazanır; kazâ ve kader-i İlâhîye teslim olup düşmanını affeder. Ve bilhassa, mâdem Risâle-i Nur dersini dinlemişler, elbette mâbeynlerinde bulunan bütün küsmekleri bırakmaya, hem maslahat ve istirahat-ı şahsiye ve umumiye, hem Nur dairesindeki uhuvvet iktizâ ediyor.

Sözler, 13. Söz, s. 139

***

Aziz, sıddık kardeşlerim,

Bu dünyada, hususan bu zamanda, hususan musîbete düşenlere ve bilhassa Nur şakirtlerindeki dehşetli sıkıntılara ve meyusiyetlere karşı en tesirli çare, birbirine tesellî ve ferah vermek ve kuvve-i mâneviyesini takviye etmek ve fedakâr hakikî kardeş gibi birbirinin gam ve hüzün ve sıkıntılarına merhem sürmek ve tam şefkatle kederli kalbini okşamaktır. Mâbeynimizdeki hakikî ve uhrevî uhuvvet, gücenmek ve tarafgirlik kaldırmaz. Madem ben size bütün kuvvetimle itimad edip bel bağlamışım ve sizin için, değil yalnız istirahatimi ve haysiyetimi ve şerefimi, belki sevinçle ruhumu da feda etmeye karar verdiğimi bilirsiniz, belki de görüyorsunuz. Hattâ kasemle temin ederim ki, sekiz gündür Nurun iki rüknü zâhirî birbirine nazlanmak ve teselli yerine hüzün vermek olan ehemmiyetsiz hadisenin, bu sırada benim kalbime verdiği azap cihetiyle, “Eyvah, eyvah! El’aman, el’aman! Yâ Erhamerrâhimîn, medet! Bizi muhafaza eyle. Bizi cin ve insî şeytanların şerrinden kurtar. Kardeşlerimin kalblerini birbirine tam sadakat ve muhabbet ve uhuvvet ve şefkatle doldur” diye hem ruhum, hem kalbim, hem aklım feryat edip ağladılar.

Ey demir gibi sarsılmaz kardeşlerim, bana yardım ediniz. Meselemiz çok naziktir. Ben sizlere çok güveniyordum ki, bütün vazifelerimi şahs-ı mânevînize bırakmıştım. Siz de, bütün kuvvetinizle benim imdadıma koşmanız lâzım geliyor. Gerçi hadise pek cüz’î ve geçici ve küçük idi. Fakat saatimizin zembereğine ve gözümüzün hadekasına gelen bir saç, bir zerrecik dahi incitir. Ve bu noktada ehemmiyetlidir ki, maddî üç patlak ve mânevî üç müşahedeler tam tamına haber verdiler.

Şuâlar, s. 428

LÜGATÇE

mâbeyn: Ara; iki şey arası.

maslahat: Fayda, maksat, keyfiyet.

istirahat-ı şahsiye ve umumiye: Umumî ve şahsî istirahat, huzur.

uhuvvet: Kardeşlik.

maktül: Öldürülen.

sulh: Barış.

hadeka: Gözbebeği.

20.10.2010


Vefatının 47. sene-i devriyesinde Barlalı Mübarek Süleyman

Dünya ve ahiret saadetinin iman hakikatleri dairesinde olduğunu hisseden ve bilen insanlardandı Mübarek Süleyman…

“Barlalı Mübarek Süleyman” lâkabıyla anılan Süleyman Efendi, bütün mesâisini iman hakikatleri ve hizmeti üzerine teksif eden Hazret-i Üstad’a bütün kalbiyle bağlı idi.

Devrin idarecileri tarafından haksız olarak Anadolu’dan Barla’ya sürgün edilen Üstad’ına büyük sadakat ve ihlâsla bağlı oluşu, onu, “sâfî kalpli” ve “mübarek” eylemişti.

Hiç yalan söylememek ve yemin etmemek gibi güzel hususiyetlerin de sahibi olan Süleyman Efendi, bunların yanı sıra ihlâs ve sadakatte de namdardı.

Hasreti yüreğine oturan Üstad sevgisiyle, zaman zaman, zor şartlarda bile olsa, Üstad’ı ziyaret eder, duâsını alırdı.

Bilhassa, Üstad Çam Dağı’ndayken ziyaretine giden Süleyman Efendi, yine bir Cuma günü akşamının ulvî mânâsı içinde duâ aşkıyla yola koyulur, Çam Dağı’nın zirvesindeki o garip ve yalnız Üstad’ını ziyaret eder.

Aylardır ziyaretine gelip gidenin olmadığı bir zamanda Üstad’ına kavuşan Süleyman, onun muhabbet şuâlarını kalbinde hissetmekle birlikte yüzünü de tatlı bir tebessüm sarar. Üstad, dağ başında, Süleyman’a ikram edebileceği bir katığının olmaması hüznünü yaşarken; o sırada, sâfî niyet ve halis ihlâsa binâen bir ikram-ı İlâhî olarak ağacın dalları arasında büyükçe bir ekmek beliriverir. Kendisine bu ekmeği ikram ederken, Süleyman’ın “Bu ekmek bize helâl olur mu?” demesi ise, Üstad’a “Vay mübarek vay!...” dedirtir ve sâfî kalb Süleyman’ın ismi bu hadiseden sonra “Mübarek Süleyman” kalır.

Mübarek Süleyman bir müddet etraflarda görünmez olunca, Hazret-i Üstad, sıcak alâkası ve vefasıyla, çevresindekilere “Mübarek Süleyman nerede, ne halde, neler yapıyor?” diye sorar. “Efendim, o risâle yazıyor” derler. Evet, Hazret-i Üstad’ın gül gibi açan tebessümüyle birlikte etrafındaki Nur halkasına dahil olan bahtiyarlardan Mübarek Süleyman, mazhar olduğu mânânın sevinç ve neş’esiyle Kur’ân hakikatleriyle iştigal etmektedir.

Buna mukabil Üstad da, çevresine, “Onun bir zamanlar Çam Dağlarında söylediği bir söz var ki...” diyerek, “Bu ekmek bize helâl olur mu?” sözünün hâlâ hafızasında yer aldığını ve çok şeye bedel olduğunu ifade eder.

Mübarek Süleyman’ı, vefat yıldönümü vesilesiyle bir kez daha rahmet duâlarıyla anarken, onun mübarekiyet ve safiyetinden bizlere de ikram etmesini Cenâb-ı Hak’tan niyaz ediyoruz.

MUSTAFA ÖZTÜRKÇÜ

[email protected]

20.10.2010

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Son Dakika Haberleri

Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu
Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.