07 Aralık 2010 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Röportaj

Cemaatlere yapılan operasyon Ergenekon’un işi

“Dün Kürtler, Bugün Cemaatler” kitabının yazarı Emre Uslu, “Ergenekon derin devletin cemaatlere yönelik operasyon sürecinin adıdır. 1998 yılında MGK’ya hangi üniversitede hangi dinî grupların etkin olduğuna dair raporlar sunulmuştur. Bu, cemaatlerin nasıl hedef yapıldığının göstergesidir. Mehmet Kutlular’ın meşhur mahkeme süreci bu operasyonların başlangıcıydı. Eğer bu da yeterli değilse ve sonuç alamıyorsanız o zaman derin devlet operasyonu başlıyor demektir” dedi.

CEMAATLERE YÖNELİK YAPILAN OPERASYONUNADI ERGENEKON’DUR TÜRKİYE Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesi ve cumhuriyeti, laikliği yanlış yorumlaması sebebiyle Müslümanların büyük acılar yaşadığını biliyoruz. İstiklâl Mahkemelerinde idam edilen insanlar, sürgünlerde hayatları geçen din adamları, gizlice evlerde organize edilen Kur’ân kursları, kadınların ve erkeklerin kılık kıyafetlerinden dolayı maruz kaldığı haksızlıklar... Tabiî, benzer muamelelerle karşılaşan azınlık mensupları... Günümüzde az da olsa demokrasinin gelişmesiyle bazı haksızlıklar azaldı, en azından savunulamaz pozisyona geldi, ancak yeni bir çatışma alanı oluştu. Eğitim sürecinde, ailesinin ve çevresinin katkılarıyla dinî hassasiyetleri olan insanlar devletin belli kademelerine geldi. Bu sefer de devlet haksız ve hukuksuz olarak bu insanları işlerinden etmeye çalıştı. Bunun en büyük örneğini, 28 Şubat’ta her sektörde işlerinden olan dindar insanları göstererek ispat etmek mümkün. 28 Şubat söz de bitti, ancak dindarlara yönelik operasyonlar bitti mi? Tam bu noktada tartışmaya Emre Uslu’nun, “Dün Kürtler Bugün Cemaatler” kitabı giriyor. Uslu’nun iddiasına göre, dindarların, derin devletle mücadelesi 98’den sonra başlamış vaziyette. Daha önceki mücadele bürokratik devletle imiş. Uslu, derin devletin AKP ile dindar bürokratlar üzerinde pazarlık yaptığını iddia ediyor. Bunun yanında, derin devletin kendine yönelik faaliyetlerinin farkında olan dindar bürokratların ise, Ergenekon örgütünün ortaya çıkmasında büyük bir payı olduğunu söylüyor. Kozmik Oda’ya bilinenin aksine Başbakan’ın bizzat emri ile girildiği iddiasında bulunan Uslu, derin devletin kendini yeniden yapılandırdığını söylüyor. Bu yapılanmanın önüne geçmenin yolunu ise, AB süreciyle birlikte askerî alanda yapılacak demokratik reformlar olarak gösteriyor.

“Dün Kürtler Bugün Cemaatler” isimli bir kitap

çıkardınız. Derin devletin hedefinde bugün cemaatler mi var?

Kitabımda “Derin devlet ne zaman ve hangi koşullarda şiddet kullanmaya karar verir ve kimi hedef alır?” sorusunu sordum. Bu sorular çerçevesinde derin devlet analizi yapmaya çalıştım. Derin devleti dokunulur, hissedilir hale getirerek, “Bu adamlar ne yapar? Derin devlete nasıl hedef olursunuz?” sorularına cevap aradım. Çalışmalarım sonunda Kürtlerin ve cemaatlerin derin devletin operasyonlarına muhatap olduğunu gördüm.

Cemaatlerden kastınız dindarlar herhalde değil mi? Bu çalışmanın içine azınlık cemaatleri de dahil mi?

Sizin de ifade ettiğiniz gibi, burada sadece bir cemaati değil, bütün dindarları kastediyorum. Bunun içinde Nakşiler, İsmailağa Cemaati de var. Tabiî ki azınlık cemaatleri de buna dahil, hatta kitabımda misyonerlerin nasıl derin devletin hedefi olduğunu anlatıyorum. Ancak kitapta, en geniş kitleleri ilgilendiren Kürtler ve cemaatler üzerine yapılan operasyonlara yer verdim.

Tam olarak ne zaman cemaatler derin devletin hedefi oldu?

98-99 yılında PKK sorunu kontrol edilebilir seviyeye indirgenince, “istenmeyen adamların, devlet içinde istenmeyen yerlere” geldiğini gördü. 98 yılında, kitapta bahsettiğim gibi, cemaatler “Aktif öteki” haline geldi.

Ali Bayramoğlu “28 Şubat Nurculara karşı

yapılmıştır” demişti. Katılır mısınız?

Kesinlikle. Nurcuların siyasetle ilgileri olmadıkları, siyasî partileri olmadıkları halde onları derin devletin hedefine yerleştiren şey eğitim müesseseleri oldu. Bunun yanında medya sahibi olmaları ve bürokraside yer almaları devleti korkuttu. 28 Şubat’ta bir karar alınarak cemaatler ve tarikatler birinci hedef olarak adlandırıldı. Ancak “Erbakan’nın iktidara gelmesi irtica tehlikesini gündeme getirdi” diyenler oldu. Aslına bakarsanız, Erbakan bir göstergeydi, asıl hedef arkadaki yapılanmaydı. Onun için de 28 Şubat İmam Hatip Liseleri’nin orta bölümünü kapatıp Kur’ân Kurslarına yaş sınırlaması getirirken, İslâmî özelliklere sahip sermayeyi hedef alırken, arkadaki yapıyı çökertmeye çalışıyordu.

Cemaatlerle devletin tartışması yeni mi ki?

Cumhuriyet döneminde de Said Nursî ile cumhuriyeti kuranlar arasında büyük bir kavga olduğu doğru değil mi?

Burada anlamamız gereken şey, “Derin devletin ne zaman devreye girdiği?” sorusudur. Said Nursî’ye karşı olan mücadele “bürokratik devlet”in mücadelesiydi. Said Nursî ve sevenleri 90’lara kadar pasif ötekiydi. Eğer bu hareket hukuk–burada gerçek bir hukuktan bahsedilemez–sınırlarıyla kontrol edilebiliyorsa, bürokratik devletin mekanizması devrede demektir. 90’lara kadar hukuk Nurcuları belli bir sınır içinde tutabilmeyi başardı, ancak 90’ların sonuna doğru cemaatler aktif öteki olmaya başladı.

Siz, “90’ların sonuna doğru, devletin gücü

Nurcuları kontrol etmeye yetmemeye başladı” diyorsunuz…

80’lerle başlayan süreçte cemaatlerin okullaşmasıyla, medyaya yönelik yatırımlarıyla bunun yanında demokratikleşmeyle beraber sınırlanan yapı dışarı taşmaya başladı. Bu taşma da başı boş değil kurumsallaşan bir yapıya dönüşmüştü. Cemaatler artık söz söyleyen, hak talep eden yapılar olmaya başladı. Kendi entelektüelini yetiştiriyordu.

Derin devletin operasyonları o dönemde mi

başladı?

Kitabı tam da bunun için yazdım. Türkiye’de insanlar, bürokratik devletin operasyonlarını, derin devletin operasyonları sanıyorlar. MİT’in cemaatlerin içine girip bilgi sızdırması derin devlet operasyonu değildir. Siyasetçi isterse bunu yapanı kulağından tutup hukuk önüne çıkarabilir. Derin devlet operasyonları bürokratik devletin yetersiz kaldığı noktalarda devreye girip, nokta hedefler belirleyip onları imhaya yönelik operasyonlar yapar. İşte Ergenekon, derin devletin cemaatlere yönelik operasyon sürecinin adıdır. 98 yılında MGK’ya hangi üniversitede hangi dinî grupların etkin olduğuna dair raporlar sunulmuştur. Bu cemaatlerin nasıl hedef yapıldığının göstergesidir. Bu tür operasyonlarda önce fişlersiniz sonra mahkeme önüne çıkarırsınız. Mehmet Kutlular’ın meşhur mahkeme süreci bu operasyonların başlangıcıydı. Eğer bu da yeterli değilse ve sonuç alamıyorsanız, o zaman derin devlet operasyonu başlıyor demektir.

Derin devlet operasyonuna bir örnek verebilir misiniz?

90’lı yıllarda PKK ile İnsan Hakları Dernekleri (İHD) ilişkili bulunuyordu. Bunun önüne geçilmesi için stratejik karar alınmıştı. Emniyet, MİT ve bürokrasi İHD’lerin raporlarındaki yanlış ve çelişkili tarafları raporlaştırıp kamuoyuna sunarak, inandırıcılıklarını zedelemeye çalıştı. Ancak İHD’lerin uluslar arası alanda Kürtlere ilişkin hak ihlallerini konu alan çalışmaları, yine de itibar görüyordu. Bu sefer konuyu derin devlete havale ettiler.

Derin devlet nerde örgütleniyor peki?

Öncelikli olarak derin devletin, devletin emrinde olduğunu söylemek gerekir. Bu yapının ana kumanda odası Seferberlik Tetkik Kurulu’ndadır. Bu yapı, genelde sivillerden oluşan hücre tipi yapılardır. Her hücrenin başında asker kişiler vardır. Sivil unsurlar, genelde askere gittiğinde devşirilen kişilerden oluşur. Bu kişiler, günlük hayatta yine mesleğini devam ettiriyor, ancak o hücrenin uyanması istenildiğinde harekete geçiyorlar.

Sefeberlik Tetkik Kurulu Genelkurmay’a bağlı ise, Demirel’in “Derin devlet askerdir” lafı yerine oturuyor galiba?

O anlamda, Demirel’in, “Derin Devlet askerdir” sözü doğru.

Peki Genelkurmay başkanının haberi dahilinde mi yapılıyor operasyonlar?

Genelkurmay başkanından habersiz yapılıyor bu işler. Seferberlik Tetkik Kurulu tarafından örgütlenmiş bu yapıda, her hücrenin başında bir asker kişi var. Bu yapıdan sorumlu kişi, özel kuvvetlerden sorumlu kişi. Ancak yapılan eylemler resmî bir yazı ve onayla yapılmıyor. Hukuk dışında iş yapıldığı için de bürokratik devletle derin devlet ilişkilendirilmek istenmiyor. Bu da yukarıdaki kişiyi sorumluluktan kurtarıyor. Ancak yukarıdaki kişi bir yerde bomba patladığında, “Bunu bizim çocuklar yapmıştır” diyor, ama hangi çocuklar, ne zaman ve niçin yaptığını birebir dosyalar üzerinden bilmiyor.

Gene dokunulamaz bir şeye dönüşüyor

söyledikleriniz?

Bu doğrudan altınızdaki subayın emir alarak yaptığı operasyonlar değil. Meselâ demin bahsettiğim gibi, İnsan Hakları Derneklerine karşı mücadelesiz kalınınca Genelkurmay Başkanlığı gereğinin yapılması konusunda Seferberlik Tetkik Kuruluna mesaj iletilir. Bundan sonra her hücre kendine düşen görevi yerine getirir. Güneydoğu’daki faili meçhul cinayetlere baktığımızda öldürülen insanlar İnsan Hakları Derneklerine yakın, HEP’de çalışan aktif insanlar ya da PKK’ya yakın gazetecilerdir.

Derin devletin cemaatlere yönelik işlediği

cinayetler var mı?

İsmailağa Cemaati’nde işlenen cinayet üzerinde bu tür tartışmalar var. Bunun yanında cemaat liderlerine yönelik suikast girişimleri olduğunu biliyoruz. Ancak bürokrasi içinde cemaatlere yönelik sempati olduğu için, bunlar kolaylıkla işlenemiyor. Bunun yanında cemaatler, şiddet üzerinden hareket eden yapılar olmadığından, derin devletin cemaatlerle mücadelesi de farklılaşıyor. Ergenekon sürecinde 25 bin kişiden oluşan listeler hazırlanması bu operasyonların alt yapısını oluşturuyordu. 98’deki süreci hatırlarsanız, ortaya çıkan kasetler, cemaatler içinden çıkan insanların itirafçı gibi açıklamalar yapması, Aczimendiler bu operasyonun bir parçasıydı. Cemaatlerin kimlik olarak çökertilmesi ve bürokrasinin dindar bürokratlardan temizlenmesi isteniyordu. Ancak beklenmedik bir şekilde, AKP’nin tek başına iktidara gelmesi oyunu bozdu. Eğer 28 Şubat süreci 2005’e kadar devam etseydi, dindar bürokratlar temizleneceklerdi.

Anladığım kadarıyla, zaten derin devletin dindarlara ve cemaatlere yönelik operasyonu AKP’den önce başlamış…

Evet. Derin devlet, AKP’den kurtulmadan dindar bürokrasiden kurtulamayacağı sonucuna varınca, bu sefer de AKP’ye karşı darbe planları gündeme gelmeye başladı. AKP de dindar bürokratsız iş yapamayacağını anladı. Ve böylelikle dindar bürokratlarla AKP bir noktada birleşti. Bu derin devlet tarafından operasyona maruz kalmış aktörlerin bir araya gelmesiydi. Belki derin devlet, AKP ile dindar bürokratlar üzerinde bir pazarlık yapmış da olabilir.

İlginç bir iddia!

“Biz size dokunmayalım, bizim sorunumuz cemaatlerle. Ama siz de bizim önümüzü açın cemaatleri temizleyelim” diye pazarlık yapılmış mıdır? İnsanların sorması gerekir.

Böyle bir pazarlığı hissetmiş olmalısınız…

Bu tür süreçler yaşandı. AKP’de de gelgitler yaşandı, zaman zaman yalpalamalar oldu. Cemil Çiçek’in Ahmet Hakan’a, “Bu cemaatler de fazla oluyor, artık devlete zarar vermeye başladılar” anlamındaki açıklaması oldu. Yoksa bu bir pazarlığın sonucu muydu? diye sormak lâzım. Ancak AKP şunu fark etti ki, “dindar bürokratsız AKP olmaz”. Ancak dindar bürokratların kendini hâlâ güvende hissettiği söylenemez.

AKP ile dindar bürokratlar arasında ciddi bir

çatışma yaşandı mı?

Zaman zaman yaşanmış olabilir, ancak bu bir blog şeklinde olmadı. Dindar bürokratlar hâlâ kendilerine karşı bir operasyon yapıldığını düşünüyorlar. AKP ile olan bu metezori evliliğin ne kadar gönüllü, ne kadar zorunlu olduğu henüz bilinmiyor.

Bu birliktelikte kırılma yaşanabilir mi?

Birinci olarak bu algılanan tehdidin büyüklüğüyle ilişkili. İkincisi taraflardan birinin kibri öne çıkarsa bu kırılma olabilir. “Ülkeyi ben yönetiyorum” vurgusu öne çıkarsa olabilir.

Bir de menfaatler açısından bir tezatlık olursa yarılma olabilir. Bu birlikteliği test etmenin yolu alternatif siyasi oluşumun ortaya çıkması.

“AKP ne yaparsa yapsın dindarlar onu destekler” eleştirisini haklı buluyor musunuz?

Farklı siyasi görüşteki partiler dindarları AKP’den koparmak istiyorlarsa dindarların korkularına cevap vermek durumundalar. Tıpkı AKP’nin referandumda “hayır” diyen yüzde 42’lik kesime yanıt bulması gerektiği gibi... Dindarlarla AKP arasındaki ilişki gönüllü bir aşk ilişkisi değil. Bu mahalleye giren çeteye karşı mahallelinin dayanışması.

Bunca süreçten sonra derin devletin dindara

bakışı hiç değişmedi mi?

Derin devlet operasyonlar yaparken, kendisinin de dindar bürokratlar tarafından izlendiğini ve hukuksuz eylemlerinin kayıt altına alındığını fark etti. Bu nedenle, kendini daha da derinlere çekme ihtiyacı hissetti. Kozmik Oda’ya girildikten sonra bir çok belge imha edilerek yeni bir yapılanmaya doğru yöneldi. Ama hedefleri ve felsefesi açısında bir değişiklik olduğu söylenemez.

Seferberlik Tetkik Kurulu’ndaki Kozmik Oda’dan medyada uyandırılan hisse karşı gelecek belgeler çıkmadı ?

Kozmik Oda sivil unsurların kayıtlarının tutulduğu yer ve Balyoz belgelerinin buradan çıkarıldığı söyleniyor. Bu belgelerinde hücre yapılanmasına alınan yurdum insanı tarafından sızdırıldığı düşünülüyor. Onun için de derin devlet hücre yapılanması içinde temizlik yapıyor. Yeni yapılanmada asker çocuklarının kullanılması düşünülüyor.

Ergenekon sürecinin ortaya çıkmasında AKP ile derin devletin dindar bürokratlar üzerinden yaptığı pazarlığın bir etkisi olabilir mi?

Dindar bürokratlar derin devletin kendilerine yönelik temizlik operasyonunu sezince, kirpi gibi savunma pozisyonuna geçtiler. Eskiden olsa, bırakıp kaçarlardı. Ancak derin devlet kendilerine artık dokunamıyor, dikenleri eline batıyor. Onun için de dindar bürokratlara karşı darbe gibi daha ezici yöntemler düşünüyor. Bir taraftan da askeriyenin, emniyetin, MİT’in, AKP’nin içinde dindar bürokratlara yakın isimler var. Hatta Seferberlik Tetkik Kurulu’nun içinde bile yakın isimler var. İşte kendine saldırı hisseden dindar bürokrasi bir savunma mücadelesine geçti. Ya dindar bürokratlar temizlenecekti, ya da bu insanlar mahkeme huzuruna çıkarılacaktı. Ergenekon bu mücadele sonucu ortaya çıktı.

Asıl mücadele aşağılarda gibi görünüyor…

AKP ve asker çatışıyor ya da öyle anlaşıyor gibi görünse de, asıl savaş aşağıda yaşanıyor. Bunlar, zaman zaman aşağıdaki çatışmanın aktörleri, zaman zaman karşıtları oluyorlar. Aşağıdaki savaş yukarıyı tehdit ettiği sürece, bunlar birbirleriyle oturuyorlar veya tercih kullanıyorlar.

Buradan baktığınızda Dolmabahçe görüşmesini nasıl okudunuz?

27 Nisan Muhtırasını Büyükanıt vermedi. Bir Genelkurmay Başkanı olarak da “Alttakiler muhtıra verdi” diyemezdi. Onun için ben, Dolmabahçe’yi uzlaşma görüşmesi olarak görüyorum. Zaten bu görüşmeden sonra Ulusalcılar Büyükanıt’tan nefret etmeye başladılar.

“Kozmik Oda’ya biz istemeseydik girilemezdi” dedi Başbuğ. Derin yapılanmaların izinin bulunduğu bu yere girilmesi bir pazarlığın sonucu muydu?

Biliyorsunuz, Kozmik Oda’ya giriş o kadar kolay olmadı. Savcı, hakim girmeye çalıştı, giremedi. Sonunda savcı tarafından kapılar mühürlendi. Genelkurmay Başkanı direnmek istedi. Ancak Bülent Arınç’a suikast iddiları söz konusu olunca, Başbakan bizzat kesin talimatla “odaya girilecek” diye emir verdi. Böylelikle Kozmik Oda’nın kapılarını Genelkurmay açmak zorunda kaldı.

Kozmik Oda’dan elde edilen bilgilerle başka bir dava süreci başlayabilir mi?

Kozmik Oda’ya, bildiğiniz gibi, sadece hakim girebildi. Ancak odadan belge çıkarmanız yasak, sadece tutanak tutabilirsiniz. Tutanağın ise hukukî bir değeri yok. Bir dâvâ açtığınızda ise, istinat ettiğiniz belgeyi tekrar orada bulmanız imkânsız olabilir.–Kozmik Oda’daki belgelerin imha edildiği iddiaları var–Veya hakimin ön yargılarıyla hareket ettiği iddia edilebilir. Anladığım kadarıyla da hakim yaş tahtaya basmak istemiyor.

Siz Ergenekon süreciyle ortaya çıkarılan bazı

yapılanmalardan sonra, yeni bir derin devlet yapılanmasına doğru gidildiğini söylüyorsunuz. Bu yeni yapılanma nasıl engellenebilir?

Öncelikli olarak, bu derin devlet yapılanmasına olan felsefî inançla ilgili. Onun dışında, ordu harcamalarının parlamenter denetime tâbi tutmanız gerekir. Ne kadar para, nereye harcanıyor, bunu bilmelisiniz. Örtülü ödeneğin bürokrasiye verilen kısmının kullanımı iyi kontrol edilmeli. Bildiğiniz gibi, Şener Eruygur örtülü ödenekten aldığı paraları karşılığı olmayan şeylere vermiş. Onun yanında, Askerî Yargı konusunda ciddi reformlar yapılması gerekir.

Hükümetin bu ciddi reformları yapmaya gücü yok mu?

Parlamenter gücünüz olabilir, ancak bazen hayat size bunu yapma gücü vermeyebilir. Parlamentodan yasa çıkarabilirsiniz, ancak bunu uygulayamayabilirsiniz. Bunlar için olumlu konjönktür olması gerekir. Hükümetin bu konjönktürü oluşturacak AB sürecini yavaşlatması bu tartışmaları beraberinde getiriyor.

H. HÜSEYİN KEMAL

[email protected]

07.12.2010

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Röportaj

  (06.12.2010) - Afrika’da pek çok insan gözlerimin önünde katledildi

  (29.11.2010) - NATO, 2030’lardaki Çin’e göre tertipleniyor

  (22.11.2010) - Cumhuriyet artık toplumla barışıyor

  (21.11.2010) - 28 Şubat yuva yıkan bir darbeydi

  (15.11.2010) - Sorunun kaynağı başörtüsü değil farklılıklara tahammülsüzlük

  (08.11.2010) - GİZLİ ANAYASA İLE ADALET OLMAZ

  (01.11.2010) - İslamın Güzelliklerini yaşayarak gösterelim

  (31.10.2010) - Binlerce ortak noktamız var

  (27.10.2010) - Risâle-i Nurları tanımam gazetemiz vasıtasıyla oldu

  (25.10.2010) - Kemalizm kaybetti


Son Dakika Haberleri

Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu
Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.