Aile-Sağlık |
Aile, ahlâkî zenginliğin kaynağıdır
Malta Köşkü’nde iki gün süren “Kaos ve Kadın” başlıklı sempozyum, konu hakkında çalışma yapmış, çok sayıda araştırmacı-yazar, gazeteci ve akademisyeni ağırladı. Konuşmacılardan Prof. Dr. Nükhet Sirman, toplumsal dönüşüm sürecinde kadının yerini anlatırken, ailenin kültürel, ahlâkî zenginlik kaynağı olduğunu vurguladı. Sempozyumda konuşan yazar Sibel Eraslan, kadının zamanla değiştiğini bunun yanında, toplumda kadın algısının da değiştiğini söyledi. 80’li yıllarda başörtülü kadın reklâmlarında yüzü görünmeyen kadın silüeti kullanılırken, günümüzde aynı tarz reklâmlarda dişiliği ön plana çıkaran fotoğrafların yer aldığını belirtti. Yazar Eraslan, ikisinin de oldukça rahatsız edici olduğunu vurguladı.
AİLENİN YERİ
1968 ve sonrasının Şule Yüksel Şenler hareketi olduğunu ifade eden Eraslan, onun kalabalıklara konuşan ve yazan bir kadın olarak, muhafazakâr kesime örnek olduğunu vurguladı. Eraslan şöyle konuştu: “O dönem muhafazakâr kesimin çağdaşlaşmakla ilgili takındığı şüpheler vardı. Kızların okula gönderilmesi “gâvur olacak” gerekçesiyle istenmiyordu. Tek parti iktidarı, darbeler, asılmalar, korku iktidarı oluşturarak geri çekilme başlattı. İnsanlar korumacı davranıyordu. Bu da evden çıkmama olarak tezahür etti. Şule Yüksel, konuşan ve yazan bir kadın olarak muhafazakâr kesimin örneği oldu. İnsanlar, onu gördükten sonra kızlarını Kur’ân kurslarına, İmam Hatip Liselerine yoğun taleple göndermeye başladılar.” Prof. Dr. Nükhet Sirman da konuşmasında, toplumsal dönüşüm sürecinde kadının yerini anlattı. Türk toplumundaki ailenin, Batıdan gelen kavramlarla ilişkilendirildiğini ifade eden Sirman, ailenin zaman içinde gelenekselden çekirdeğe dönüştüğünü, bunun da yalnızca ailedeki sayıya indirgendiğini söyledi. Ailenin kültürel, ahlâkî zenginlik kaynağı olduğunu vurgulayan Prof. Sirmen, eskiden toplumdaki yeriyle anılan insanların, artık mesleği ve kariyeriyle tanımlandığı bir dönüşüm yaşandığını aktardı.
EZİLENLENLER AYNI KALDI, EZİLME BİÇİMİ FARKLILAŞTI
Gazetecİ-Yazar Fatma Barbarosoğlu, ise yaptığı konuşmada “16. yüzyıldan itibaren gelişen ekonominin ortaya çıkardığı sistemde, başta kadınlar olmak üzere bütün insanlar eziliyor” dedi. Meydana gelen her değişimin bir kaos oluşturduğunu, kurulan her yeni düzende kadınların statüsünün aynı kaldığını ileri süren Barbarosoğlu, zaman ne kadar değişirse değişsin ezilenlerin değişmediğinin altını çizdi. Barbarosoğlu, şöyle devam etti: “Zamanın değişmesiyle değişen tek şey ezilenlerin, ezilme biçimidir. Ders kitaplarında köleliğin ortadan kaldırıldığını okuyoruz, ancak kölelik, günümüzde farklı bir şekil almakta ve ona yeni bir isim konmaktadır. Bu yeni ismin adı ‘insan ticareti’. Dünya genelinde, zorla fuhuş yaptırılarak, tarla veya iş yerlerinde çalıştırılarak insan ticareti yapılıyor ve bu sayı on milyonları buluyor. İnsanlar bu şekilde tutsak ediliyor. Yurt dışından ülkelerine gelen insanların pasaportlarına el konularak onlar zorla tutuluyor. Çin’de bir fabrikada çalıştırılan 50 bin işçinin tamamının 19 yılda kazandığı para, bir ayakkabı firmasının bir yıllık reklâm giderine eşit. Çünkü tüketim toplumunda ürün değil, marka üretilir. Serbest sermaye ürünü olduğunca az maliyetle üretip, giderlerini, imaj ve reklâm harcamalarına yoğunlaştırıyorlar. Maalesef toplumlar ihtiyacı olan ürünü değil, imajı alıyor.” |
08.12.2010 |
Diyabet kanser riskini arttırıyor HALK arasında şeker hastalığı olarak bilinen ve görülme sıklığı yüksek olan diyabet hastalarında kansere yakalanma riskinin, diyabet hastası olmayanlara oranla daha fazla olduğu belirtildi. Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı Endokrinoloji ve Metabolizma Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Nilgün Güvener Demirağ, ‘’Diyabet, diyabet tedavisi ve kanser’’ ile ilgili değerlendirmede bulundu. Halk arasında şeker hastalığı olarak bilinen diyabetin ciddî bir sağlık sorunu olduğunu belirten Demirağ, 2010 yılı itibariyle Türkiye’de her 100 erişkinden 13’ünde diyabet görüldüğünü söyledi. Demirağ, bilim çevresinde diyabet ve kanser ilişkisinin de tartışılan konular arasına girdiğini ve bu konuda çeşitli araştırmalar yapıldığını ifade ederek, diyabet hastalarında, diyabeti olmayan aynı yaş ve cinsiyetteki kişilere kıyasla artmış kanser risklerinin tanımlandığını belirtti. Bu riskin çeşitli kanser türleri açısından da değişiklik gösterdiğine dikkat çeken Demirağ, ‘’Pankreas kanserinde yüzde 50, kalın bağırsak kanserinde yüzde 30, mesane kanserinde yüzde 25, meme kanserinde yüzde 20 kanser görülme riskinde artış bildirilmiştir. Benzer şekilde, bilinen diyabeti olan hastalarda, artmış kanser görülme riskinin yanı sıra, var olan kansere bağlı ölüm yüzde 40 civarında daha fazladır’’ diye konuştu.
OBEZİTE VE İNSÜLİN DİRENCİNE DİKKAT
DR. Demirağ, bilim insanlarının diyabette kanser riskinin ve mortalite (ölüm) oranının neden arttığına yönelik araştırmalar yaptığı belirterek, sebepler arasında obezitenin ve pankreastan salgılanan bir ve kan şekerini düşüren bir hormon olan ‘’insülin’’e direncin ilk sırada yer söyledi. Kan şekerinin aşırı yükselmesi olarak tanımlanan ‘’hiperglisemi’’nin de diyabet ve kanser ilişkisinde ikinci önemli sebep olduğuna dikkati çeken Demirağ, ‘’Diyabetik hastalarda genellikle çok fazla tıbbî sorun bir arada olduğu için, bazen rutin taramalar aksayabiliyor. Bu nedenle gecikmiş taramalarda önemli bir neden olarak karşımıza çıkıyor’’ dedi. Demirağ, bir diğer önemli sebebin de diyabet hastalarında varolan diğer hastalıklar dolayısıyla kanser tedavisi komplikasyonlarının fazlalığı olduğunu anlattı. Diyabete ilişkin kanser riskinde ve ölüm oranlarındaki artışta, diyabet tedavilerin de payı olabileceğine dikkati çeken Demirağ, ‘’Tedavilerin etkileri incelendiğinde, tüm kanserler için yüksek doz insülin kullanımının riski arttırabileceği ve ‘insülin direncinin ve hiperinsülineminin önlenmesinin’ en önemli prensip olması gerekir’’ diye konuştu. İnsülin ihtiyacının en aza inmesi için kilo kontrolünün sağlanması, doğru beslenilmesi ve egzersize önem verilmesi gerektiğine işaret eden Demirağ, ‘’Tüm tip şeker hastaları, uygun erken teşhis yöntemleriyle yakın takip edilmelidir. Halihazırda kanseri olan şeker hastalarının diyabet tedavileri, mutlaka bu durumları gözetilerek, titizlikle yeniden düzenlenmelidir’’ önerisinde bulundu. |
08.12.2010 |
Bebeğin cinsiyetini 2. ayda öğrenmek mümkün Anne-baba adayları, artık bebeklerinin cinsiyetini öğrenebilmek için 16-20 hafta beklemek zorunda değil. Amerika Birleşik Devletlerinde kullanılan ve artık Türkiye’de de temin edilebilen ‘’Cinsiyet Belirleme Testi (Intelligender Boy or Girl)’’ ile gebeliğin 10. haftasında bebeğin cinsiyeti öğrenilebiliyor. ABD’de 2006 yılından bu yana kullanılan ve gebeliğin 10. haftasından itibaren uygulanabilen basit bir idrar testi ile 10 dakika içinde sonuç alınabiliyor. Hastaneye ya da hekime gitmeden evde uygulanabilen test, eczanelerden temin edilebiliyor. Test, 99 TL’den satışa sunuluyor. ABD Gıda ve İlâç Dairesi (FDA) onaylı olan test ile yüzde 80 oranında doğru cevap elde ediliyor. Cinsiyet belirleme testi, bir çok ülkede satılıyor. |
08.12.2010 |
40 yaşından sonra aspirin kullanımı doğru değil Ercİyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Kardiyoloji Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Abdurrahman Oğuzhan, bugüne dek yaygın olan, ‘’40 yaşından sonra kalp hastalığı olsun ya da olmasın herkesin düşük dozda günde bir Aspirin alması’’ yönünde görüşün doğru olmadığının, bilimsel olarak ortaya konulduğunu söyledi. Oğuzhan, Aspirin’in çok eski bir ilâç olduğunu, bugün bakkallarda dahi satıldığını söyledi. Ağrı kesici olarak bilinen Aspirin’in aslında ‘’mu'cizevî’’ bir ilâç olduğunu vurgulayan Oğuzhan, şu bilgileri verdi: ‘’Aspirin, ağrı kesici özelliğinin yanında kanın koyuluğunu azaltarak damar içerisinde daha rahat akmasını sağlıyor. Bu sayede hem kalp krizlerini hem de felçleri engelleyebiliyor, ama son derece tehlikeli de bir ilâç. Uygun bir şekilde kullanılmazsa mide ve beyin kanamalarına da yol açabiliyor. Bazen bu mide kanamaları ölüme bile neden olabiliyor.’’ Bugüne dek yaygın olan görüşün ‘’40 yaşından sonra kalp hastalığı olsun ya da olmasın herkesin düşük dozda (100-300 miligram arasında) günde bir Aspirin alması’’ yönünde olduğunu belirterek, yapılan son araştırmalarda bunun doğru olmadığının belirlendiğini anlatan Oğuzhan, 40 yaşından sonra herkesin Aspirin kullanmaması gerektiğini ifade etti. |
08.12.2010 |