kuvvetli bürhanlarıyla bilittifak ispat ve tasdik ettikleri gi-
        
        
          bi, bu muallim-i ekberin ve bu üstad-ı azamın hakkaniye-
        
        
          tine ve sözlerinin hakikat olduğuna ittifakla şahadetleri,
        
        
          gündüz gibi bir hüccet-i risaleti ve sadıkıyetidir. Meselâ,
        
        
          risale-i nur yüz parçası ile bu zatın sadâkatinin bir tek
        
        
          bürhanıdır.
        
        
          •
        
        
          Yedincisi
        
        
          : Âl ve Ashap namında ve nev-i beşerin en-
        
        
          biyadan sonra feraset ve dirayet ve kemalâtla en meşhuru
        
        
          ve en muhterem ve en namdarı ve en dindar ve keskin
        
        
          nazarlı taife-i azîmesi; kemal-i merak ile ve gayet dikkat
        
        
          ve nihayet ciddiyetle bu zatın bütün gizli ve aşikâr hâlle-
        
        
          rini ve fikirlerini ve vaziyetlerini taharri ve teftiş ve tetkik
        
        
          etmeleri neticesinde, bu zatın dünyada en sadık ve en
        
        
          yüksek ve en haklı ve hakikatli olduğuna ittifakla, icma ile
        
        
          sarsılmaz tasdikleri ve kuvvetli imanları, güneşin ziyasına
        
        
          delâlet eden gündüz gibi bir delildir, diye anladı.
        
        
          •
        
        
          Sekizincisi
        
        
          : Bu kâinat, nasıl ki kendini icat ve idare
        
        
          ve tertip eden ve tasvir ve takdir ve tedbir ile bir saray
        
        
          gibi, bir kitap gibi, bir sergi gibi, bir temaşagâh gibi
        
        
          tasarruf eden sâniine ve kâtibine ve nakkaşına delâlet
        
        
          eder; öyle de, kâinatın hilkatindeki makasıd-ı İlâhiyeyi
        
        
          bilecek ve bildirecek ve tahavvülâtındaki rabbanî
        
        
          hikmetlerini talim edecek ve vazifedarâne harekâtındaki
        
        
          neticeleri ders verecek ve mahiyetindeki kıymetini ve
        
        
          içindeki mevcudatın kemalâtını ilân edecek ve o kitab-ı
        
        
          kebirin manalarını ifade edecek bir yüksek dellâl, bir
        
        
          doğru keşşaf, bir muhakkik üstat, bir sadık muallim
        
        
          istediği ve iktiza ettiği ve her hâlde bulunmasına delâlet
        
        
          
            AsA-yı MûsA
          
        
        
          
            B
          
        
        
          
            iRinci
          
        
        
          
            H
          
        
        
          
            üccet
          
        
        
          
            -
          
        
        
          
            i
          
        
        
          
            i
          
        
        
          
            ManiYe
          
        
        
          
            | 193 |
          
        
        
          7. Şua / ayeTÜ’l-kÜBra
        
        
          
            kemal-i merak:
          
        
        
          merakın son de-
        
        
          recesi, tam bir merak.
        
        
          
            keşşaf:
          
        
        
          keşfeden, gizli bir şeyi
        
        
          meydana çıkaran.
        
        
          
            kitab-ı kebir:
          
        
        
          büyük kitap.
        
        
          
            mahiyet:
          
        
        
          bir şeyin aslı, esası, nite-
        
        
          liği.
        
        
          
            makasıd-ı İlâhîye:
          
        
        
          Allah’ın mak-
        
        
          satları, yaratıcının gayeleri.
        
        
          
            mevcudat:
          
        
        
          mevcutlar, var olan
        
        
          her şey, mahluklar.
        
        
          
            muallim:
          
        
        
          ders veren, öğreten.
        
        
          
            muallim-i ekber:
          
        
        
          en büyük mual-
        
        
          lim, en büyük öğretici.
        
        
          
            muhakkik:
          
        
        
          tahkik eden, gerçeği
        
        
          araştırıp bulan, bir şeyin iç yüzünü
        
        
          inceleyerek vakıf olan.
        
        
          
            muhterem:
          
        
        
          saygı değer, hürmete
        
        
          layık, saygın.
        
        
          
            nakkaş:
          
        
        
          nakış işi yapan, nakış işle-
        
        
          yen kimse.
        
        
          
            namdar:
          
        
        
          meşhur, ünlü, şöhretli,
        
        
          namlı.
        
        
          
            nazar:
          
        
        
          bakış, dikkat.
        
        
          
            nev-i beşer:
          
        
        
          insanoğlu, insanlar.
        
        
          
            nihayet:
          
        
        
          son derece.
        
        
          
            Rabbanî:
          
        
        
          terbiye ve idare eden
        
        
          Cenab-ı Hak.
        
        
          
            sadâkat:
          
        
        
          bağlılık, doğruluk.
        
        
          
            sadık:
          
        
        
          sözünde, vaadinde, işinde
        
        
          doğru olan.
        
        
          
            sâni:
          
        
        
          her şeyi sanatlı olarak yara-
        
        
          tan Allah.
        
        
          
            taharri:
          
        
        
          arama, araştırma, incele-
        
        
          me, tahkik etme.
        
        
          
            tahavvülât:
          
        
        
          tahavvüller, değişme-
        
        
          ler.
        
        
          
            taife-i azîme:
          
        
        
          büyük bir taife, bü-
        
        
          yük bir grup.
        
        
          
            takdir:
          
        
        
          kıymet verme, beğenme.
        
        
          
            talim:
          
        
        
          ders verme, öğretme.
        
        
          
            tasarruf:
          
        
        
          bir şeyin sahibi olup ida-
        
        
          re etme, mülkünü istediği gibi kul-
        
        
          lanma.
        
        
          
            tasdik:
          
        
        
          bir şeyin veya kimsenin
        
        
          doğruluğuna kesin olarak hük-
        
        
          metme.
        
        
          
            tasvir:
          
        
        
          bir şeyi yazıyla veya başka
        
        
          ifade tarzlarıyla anlatma.
        
        
          
            tedbir:
          
        
        
          idare etme, çekip çevirme.
        
        
          
            teftiş:
          
        
        
          aslını, doğrusunu geregi gibi
        
        
          sorup araştırma.
        
        
          
            temâşâgâh:
          
        
        
          temaşa yeri, seyir ve
        
        
          gezinti yeri.
        
        
          
            tertip:
          
        
        
          dizme, sıralama, düzene
        
        
          koyma.
        
        
          
            tetkik:
          
        
        
          dikkatle araştırma, ince-
        
        
          den inceye yoklama, inceleme.
        
        
          
            üstad-ı azam:
          
        
        
          en büyük üstad
        
        
          olan Hz. Muhammed (asm).
        
        
          
            üstat:
          
        
        
          bir ilim ve sanatta üstün
        
        
          olan kimse, öğretmen.
        
        
          
            vazifedarâne:
          
        
        
          vazifeli olarak.
        
        
          
            vaziyet:
          
        
        
          durum.
        
        
          
            ziya:
          
        
        
          ışık, aydınlık, nur, parlaklık.
        
        
          
            Ashap:
          
        
        
          Sahabeler, Hz. Pey-
        
        
          gamberi (asm) görmüş ve
        
        
          onunla konuşmuş olan Müslü-
        
        
          man kimseler.
        
        
          
            aşikâr:
          
        
        
          açık, belli, meydanda.
        
        
          
            bilittifak:
          
        
        
          ittifakla, beraberce,
        
        
          elbirliğiyle.
        
        
          
            bürhan:
          
        
        
          bir şeyi ispatlamak
        
        
          için kullanılan kesin delil.
        
        
          
            ciddiyet:
          
        
        
          ciddîlik.
        
        
          
            delâlet:
          
        
        
          delil olma, gösterme.
        
        
          
            delil:
          
        
        
          kanıt.
        
        
          
            dellâl:
          
        
        
          ilân edici; hakka davet
        
        
          eden.
        
        
          
            dirayet:
          
        
        
          zeka, anlayış, incelik-
        
        
          leri kavrayış.
        
        
          
            enbiya:
          
        
        
          nebiler, peygamber-
        
        
          ler.
        
        
          
            feraset:
          
        
        
          anlayış, çabuk seziş,
        
        
          kavrayış.
        
        
          
            hakikat:
          
        
        
          gerçek, esas.
        
        
          
            hakkaniyet:
          
        
        
          hak ve adâlete
        
        
          uygunluk.
        
        
          
            harekât:
          
        
        
          hareketler, davranış-
        
        
          lar.
        
        
          
            hikmet:
          
        
        
          İlahî gaye, gizli sebep.
        
        
          
            hilkat:
          
        
        
          yaratılış.
        
        
          
            hüccet-i risalet:
          
        
        
          peygamber-
        
        
          lik delili.
        
        
          
            icat:
          
        
        
          vücuda getirme, yoktan
        
        
          var etme.
        
        
          
            icma:
          
        
        
          fikir birliği etme, görüş
        
        
          birliğine varma.
        
        
          
            idare:
          
        
        
          bir işi yürütme, çekip
        
        
          çevirme.
        
        
          
            iktiza:
          
        
        
          lazım gelme, gerekme.
        
        
          
            ilân:
          
        
        
          yayma, duyurma.
        
        
          
            iman:
          
        
        
          inanma, itikat.
        
        
          
            ittifak:
          
        
        
          birleşme, fikir birliği et-
        
        
          me.
        
        
          
            kâtip:
          
        
        
          yazan, yazıcı.
        
        
          
            kemalât:
          
        
        
          faziletler, kemaller,
        
        
          olgunluklar, mükemmellikler.