•
        
        
          İkincisi
        
        
          : kendini tanıttırmak için kâinatı bu kadar
        
        
          hadsiz masraflarla baştan başa harikalar içinde yaratan
        
        
          ve binler dillerle kemalâtını söylettiren, elbette kendi söz-
        
        
          leriyle dahi kendini tanıttıracak.
        
        
          •
        
        
          Üçüncüsü
        
        
          : Mevcudatın en müntehabı ve en muhta-
        
        
          cı ve en nazenini ve en müştakı olan hakikî insanların
        
        
          münacatlarına ve şükürlerine fiilen mukabele ettiği gibi,
        
        
          kelâmıyla da mukabele etmek, hâlıkıyetin şe’nidir.
        
        
          •
        
        
          Dördüncüsü
        
        
          : İlim ile hayatın zarurî bir lâzımı ve ışık-
        
        
          lı bir tezahürü olan mükâleme sıfatı, elbette ihatalı bir il-
        
        
          mi ve sermedî bir hayatı taşıyan zatta ihatalı ve sermedî
        
        
          bir surette bulunur.
        
        
          •
        
        
          Beşincisi
        
        
          : en sevimli ve muhabbetli ve endişeli ve
        
        
          nokta-i istinada en muhtaç ve sahibini ve malikini bulma-
        
        
          ya en müştak, hem fakir ve âciz bulunan mahlûkatlarına
        
        
          acz ve iştiyakı, fakr ve ihtiyacı ve endişe-i istikbali ve mu-
        
        
          habbeti ve perestişi veren bir zat, elbette kendi vücudu-
        
        
          nu onlara tekellümü ile iş’ar etmek, ulûhiyetin mukteza-
        
        
          sıdır.
        
        
          İşte, tenezzül-i İlâhî ve tearrüf-i rabbanî ve mukabe-
        
        
          le-i rahmanî ve mükâleme-i sübhanî ve iş’ar-ı samedâ-
        
        
          nî hakikatlerini tazammun eden umumî, semavî vahiyle-
        
        
          rin icma ile Vacibü’l-Vücud’un vücuduna ve vahdetine
        
        
          delâletleri öyle bir hüccettir ki, gündüzdeki güneşin şuaa-
        
        
          tının güneşe şahadetinden daha kuvvetlidir diye anladı.
        
        
          
            AsA-yı MûsA
          
        
        
          
            B
          
        
        
          
            iRinci
          
        
        
          
            H
          
        
        
          
            üccet
          
        
        
          
            -
          
        
        
          
            i
          
        
        
          
            i
          
        
        
          
            ManiYe
          
        
        
          
            | 183 |
          
        
        
          7. Şua / ayeTÜ’l-kÜBra
        
        
          lıklı konuşma, söyleşme.
        
        
          
            mükâleme-i sübhânî:
          
        
        
          kusur ve
        
        
          noksanlardan uzak olan Cenab-ı
        
        
          Hakk’ın konuşması.
        
        
          
            münacat:
          
        
        
          Allah’a dua etme, yal-
        
        
          varma, Onun manevî huzurunda
        
        
          tazarru ve niyazda bulunma.
        
        
          
            müntehap:
          
        
        
          seçkin, güzide, müm-
        
        
          taz.
        
        
          
            müştak:
          
        
        
          arzulu, fazla istekli, işti-
        
        
          yak gösteren.
        
        
          
            nazenin:
          
        
        
          nazlı, nazik, narin, ince
        
        
          yapılı.
        
        
          
            nokta-i istinat:
          
        
        
          dayanak noktası,
        
        
          güvenme ve itimat noktası.
        
        
          
            perestiş:
          
        
        
          tapma, aşırı derecede
        
        
          sevme, meftunluk.
        
        
          
            semavî:
          
        
        
          Allah tarafından olan, İlâ-
        
        
          hî.
        
        
          
            sermedî:
          
        
        
          ebedî, daimî, sürekli.
        
        
          
            suret:
          
        
        
          biçim, tarz, görünüş.
        
        
          
            şahadet:
          
        
        
          şahit olma, şahitlik, ta-
        
        
          nıklık.
        
        
          
            şe’n:
          
        
        
          durum, özellik, yapı.
        
        
          
            şuaat:
          
        
        
          şualar, ışınlar, parıltılar.
        
        
          
            şükür:
          
        
        
          nimet ve iyiliğin sahibini ta-
        
        
          nıma ve ona karşı minnet duyma.
        
        
          
            tazammun:
          
        
        
          ihtiva etme, içine al-
        
        
          ma, içinde bulundurma.
        
        
          
            tearrüf-i Rabbanî:
          
        
        
          Cenab-ı Hakkın
        
        
          kendini tanıtması, bildirmesi.
        
        
          
            tezahür:
          
        
        
          görünme, belirme, orta-
        
        
          ya çıkma.
        
        
          
            ulûhiyet:
          
        
        
          ilahlık, Allah’ın hakimi-
        
        
          yeti ile kainattaki her şeyi kendisi-
        
        
          ne ibadet ve itaat ettirmesi.
        
        
          
            umumî:
          
        
        
          herkesle ilgili, genel.
        
        
          
            Vacibü’l-Vücud:
          
        
        
          varlığı zarurî ve
        
        
          zatî olan; varlığı başkasının varlığı-
        
        
          na bağlı değil, kendinden olup
        
        
          ezelî ve ebedî olan Allah (c.c.).
        
        
          
            vahdet:
          
        
        
          bir ve tek olma.
        
        
          
            vahiy:
          
        
        
          Cenab-ı Hakkın dilediği hü-
        
        
          kümleri, sırları ve hakikatleri pey-
        
        
          gamberlere bildirmesi.
        
        
          
            vücut:
          
        
        
          var olma, varlık.
        
        
          
            zarurî:
          
        
        
          mecburî, zorunlu, ister iste-
        
        
          mez.
        
        
          
            zat:
          
        
        
          azamet ve ululuk sahibi olan
        
        
          
            âciz:
          
        
        
          zayıf, güçsüz.
        
        
          
            acz:
          
        
        
          zayıflık, güçsüzlük.
        
        
          
            delâlet:
          
        
        
          delil olma, gösterme.
        
        
          
            endişe-i istikbal:
          
        
        
          gelecek dü-
        
        
          şüncesi, gelecek kaygısı.
        
        
          
            fakr:
          
        
        
          fakirlik, yoksulluk, muh-
        
        
          taçlık.
        
        
          
            fiilen:
          
        
        
          fiille, davranış ve hare-
        
        
          ketle.
        
        
          
            hakikî:
          
        
        
          gerçek.
        
        
          
            hâlıkıyet:
          
        
        
          Cenab-ı Hakk’ın her
        
        
          şeyi yoktan yaratması sıfatı.
        
        
          
            harika:
          
        
        
          olağanüstü vasıflar ta-
        
        
          şıyan ve hayranlık hissi uyan-
        
        
          dıran.
        
        
          
            hüccet:
          
        
        
          delil.
        
        
          
            icma:
          
        
        
          fikir birliği etme, görüş
        
        
          birliğine varma.
        
        
          
            ihatalı:
          
        
        
          kuşatıcı.
        
        
          
            ilim:
          
        
        
          bilme, bilgi.
        
        
          
            iş’ar:
          
        
        
          anlatma, bildirme.
        
        
          
            iş’ar-ı samedânî:
          
        
        
          hiç bir şeye
        
        
          muhtaç olmayan Cenab-ı
        
        
          Hakk’ın, varlığını yaratıklara
        
        
          bildirmesi, işareti.
        
        
          
            iştiyak:
          
        
        
          aşırı isteme, çok fazla
        
        
          arzu etme.
        
        
          
            kâinat:
          
        
        
          yaratılmış olan şeyle-
        
        
          rin tamamı, bütün âlemler,
        
        
          varlıklar.
        
        
          
            kemalât:
          
        
        
          faziletler, kemaller,
        
        
          olgunluklar, mükemmellikler.
        
        
          
            malik:
          
        
        
          sahip.
        
        
          
            mevcudat:
          
        
        
          mevcutlar, var
        
        
          olan her şey, mahluklar.
        
        
          
            muhabbet:
          
        
        
          sevgi, sevme.
        
        
          
            mukabele:
          
        
        
          karşılık verme,
        
        
          karşılama.
        
        
          
            mukabele-i Rahmanî:
          
        
        
          Rah-
        
        
          man olan Allah’ın zatına has
        
        
          ve yaraşır karşılık vermesi.
        
        
          
            mükâleme:
          
        
        
          konuşma, karşı-