nasıl ki karınca o memuriyet cihetiyle Firavunun sara-
        
        
          yını harap ediyor. sinek o intisapla nemrut’u gebertiyor.
        
        
          Ve o intisapla, buğday tanesi gibi bir çam çekirdeği, ko-
        
        
          ca çam ağacının bütün cihazatını yetiştiriyor.
        
        
          
            (HaşİYe)
          
        
        
          eğer
        
        
          o intisap kesilse, o memuriyetten terhis edilse, yapacağı
        
        
          işlerin cihazatını ve kuvvetini, belinde ve bileğinde taşı-
        
        
          maya mecburdur. o vakit, o küçücük bileğindeki kuvvet
        
        
          miktarınca ve belindeki cephane adedince iş görebilir.
        
        
          evvelki vaziyette gayet kolaylıkla gördüğü işleri bu vazi-
        
        
          yette ondan istenilse, elbette bileğinde bir ordu kuvveti-
        
        
          ni ve belinde bir padişahın cihazat-ı harbiye fabrikasını
        
        
          yüklemek lâzım gelir ki, güldürmek için acip hurafeleri
        
        
          ve masalları hikâye eden maskaralar dahi bu hayalden
        
        
          utanıyorlar.
        
        
          elhâsıl, Vacibü’l-Vücud’a her mevcudu vermek, vücup
        
        
          derecesinde bir sühuleti var. Ve tabiata icat cihetinde
        
        
          vermek, imtina derecesinde müşkül ve haric-i daire-i ak-
        
        
          liyedir.
        
        
          
            ÜÇÜNCÜ MUHAL
          
        
        
          Bu Muhali izah edecek, bazı risalelerde beyan edilen
        
        
          iki misal:
        
        
          
            HaşİYe:
          
        
        
          evet, eğer o intisap olsa, o çekirdek, kader-i İlâhîden bir emir
        
        
          alır, o harika işlere mazhar olur. eğer o intisap kesilse, o çekirdeğin hil-
        
        
          kati, koca çam ağacının hilkatinden daha ziyade cihazat ve iktidar ve
        
        
          sanatı iktiza eder. Çünkü, dağdaki, kudret eseri olan mücessem çam
        
        
          ağacının, bütün azaları ve cihazatıyla, o çekirdekteki kader eseri olan
        
        
          manevî ağaçta mevcut bulunması lâzım gelir. Çünkü o koca ağacın fab-
        
        
          rikası o çekirdektir. İçindeki kaderî ağaç, kudretle hariçte tezahür eder,
        
        
          cismanî çam ağacı olur.
        
        
          
            acip:
          
        
        
          şaşılan ve hayret uyandıran
        
        
          şey; garip.
        
        
          
            adedince:
          
        
        
          sayısınca.
        
        
          
            azalar:
          
        
        
          organlar, parçalar.
        
        
          
            beyan etmek:
          
        
        
          açıklamak, izah et-
        
        
          mek.
        
        
          
            cephane:
          
        
        
          savunma, direnme gü-
        
        
          cü, silâhlık.
        
        
          
            cihazat:
          
        
        
          cihazlar, aletler.
        
        
          
            cihazat-ı harbiye:
          
        
        
          savaş aletleri,
        
        
          harp teçhizatı.
        
        
          
            cihet:
          
        
        
          yön, taraf.
        
        
          
            elhâsıl:
          
        
        
          özetle, sonuç olarak.
        
        
          
            harap etme:
          
        
        
          yıkma, viran etme,
        
        
          alt üst etme.
        
        
          
            haric-i daire-i akliye:
          
        
        
          akıl dairesi-
        
        
          nin dışı, mantık kurallarına ters
        
        
          düşen.
        
        
          
            harika:
          
        
        
          mükemmel, kusursuz.
        
        
          
            haşiye:
          
        
        
          dipnot.
        
        
          
            hilkat:
          
        
        
          yaratılış.
        
        
          
            hurafe:
          
        
        
          düzme, uydurma, dine ve
        
        
          akla aykırı olan.
        
        
          
            icat:
          
        
        
          vücuda getirme, yoktan var
        
        
          etme, yaratma.
        
        
          
            iktidar:
          
        
        
          güç, kuvvet.
        
        
          
            iktiza etme:
          
        
        
          gerektirme, icap et-
        
        
          me.
        
        
          
            imtina:
          
        
        
          imkânsızlık, olamayış.
        
        
          
            intisap:
          
        
        
          mensup olma, bağlanma.
        
        
          
            izah etmek:
          
        
        
          açıklama yapmak.
        
        
          
            kader:
          
        
        
          Allah’ın her şeyi önceden
        
        
          bilip takdir etmesi, plânlaması.
        
        
          
            kader-i İlâhî:
          
        
        
          İlâhî kader, Al-
        
        
          lah’ın bütün varlıkların ve
        
        
          olayların yerini ve zamanını
        
        
          bilmesi, yazması, belirlemesi.
        
        
          
            kaderî:
          
        
        
          kadere ait olan, kader-
        
        
          le belirlenen.
        
        
          
            kudret eseri:
          
        
        
          İlâhî güç kuvvet
        
        
          eseri olan sanatlı varlıklar.
        
        
          
            lâzım:
          
        
        
          gerekli, lüzumlu.
        
        
          
            manevî:
          
        
        
          manevî yönden, ma-
        
        
          naca, soyut.
        
        
          
            masal:
          
        
        
          doğa üstü, olağan dışı
        
        
          olayları anlatan hikâye, boş ve
        
        
          yalan söz.
        
        
          
            maskara:
          
        
        
          herkesi kendine
        
        
          güldüren, soytarı.
        
        
          
            mazhar olmak:
          
        
        
          iyi bir şeye er-
        
        
          mek, ulaşmak.
        
        
          
            mecbur:
          
        
        
          zorunda kalma.
        
        
          
            memuriyet:
          
        
        
          memurluk, gö-
        
        
          revli.
        
        
          
            mevcut:
          
        
        
          var olan, varlık.
        
        
          
            misal:
          
        
        
          örnek, temsil.
        
        
          
            muhal:
          
        
        
          imkânsız, olabilmesi,
        
        
          düşünülemeyen.
        
        
          
            mücessem:
          
        
        
          cisim durumunda
        
        
          olan, somut, maddî.
        
        
          
            müşkül:
          
        
        
          zor, güç.
        
        
          
            saray:
          
        
        
          köşk, büyük yapı.
        
        
          
            sühulet:
          
        
        
          kolaylık.
        
        
          
            terhis:
          
        
        
          serbest bırakma.
        
        
          
            tezahür etme:
          
        
        
          ortaya çıkma,
        
        
          belirme, görünme.
        
        
          
            Vacibü’l-Vücud:
          
        
        
          varlığı zarurî
        
        
          ve zatî olan; varlığı başkasının
        
        
          varlığına bağlı değil, kendin-
        
        
          den olup ezelî ve ebedî olan
        
        
          Allah.
        
        
          
            vaziyet:
          
        
        
          durum.
        
        
          
            vücup:
          
        
        
          vacip ve lüzumlu olma.
        
        
          
            ziyade:
          
        
        
          fazla, çok.
        
        
          TaBiaT risalesi / 23. lem’a
        
        
          
            | 258 |
          
        
        
          
            ü
          
        
        
          
            çüncü
          
        
        
          
            H
          
        
        
          
            üccet
          
        
        
          
            -
          
        
        
          
            i
          
        
        
          
            i
          
        
        
          
            ManiYe
          
        
        
          
            AsA-yı MûsA