elhasıl,
        
        
          tabiiyyunların, mevhum ve hakikatsiz, tabiat
        
        
          dedikleri şey, olsa olsa ve hakikat-i hariciye sahibi ise,
        
        
          ancak bir sanat olabilir, sâni olamaz. Bir nakıştır, nakkaş
        
        
          olamaz. Ahkâmdır, hâkim olamaz. Bir şeriat-ı fıtriyedir,
        
        
          şari’ olamaz. Mahlûk bir perde-i izzettir, hâlık olamaz.
        
        
          Münfail bir fıtrattır, fâtır bir fail olamaz. Kanundur, kud-
        
        
          ret değildir, kadîr olamaz. Mistardır, mastar olamaz.
        
        
          Elhâsıl
        
        
          : Madem mevcudat var. Madem on Altıncı no-
        
        
          tanın başında denildiği gibi, mevcudun vücuduna, taksim-i
        
        
          aklî ile, dört yoldan başka yol tahayyül edilmez. o dört
        
        
          cihetten üçünün –her birinin üç zahir muhallerle– butlanı
        
        
          kat’î bir surette ispat edildi. elbette, bizzarure ve bilbeda-
        
        
          he, dördüncü yol olan vahdet yolu, kat’î bir surette ispat
        
        
          olunuyor. o dördüncü yol ise, baştaki
        
        
          
            (1)
          
        
        
          p
        
        
          ¢Vr
        
        
          Qn
        
        
          ’r
        
        
          Gn
        
        
          h p
        
        
          äGn
        
        
          ƒ'
        
        
          ªs
        
        
          °ùdG p
        
        
          ôp
        
        
          WÉn
        
        
          a w
        
        
          ?n
        
        
          °T $G p
        
        
          ‘
        
        
          n
        
        
          G
        
        
          ayeti, şeksiz ve şüp-
        
        
          hesiz, bedahet derecesinde, zat-ı Vacibü’l-Vücud’un
        
        
          ulûhiyetini ve her şey doğrudan doğruya dest-i kudretin-
        
        
          den çıktığını ve semavat ve arz kabza-i tasarrufunda
        
        
          bulunduğunu gösteriyor.
        
        
          ey esbapperest ve tabiata tapan bîçare adam! Madem
        
        
          her şeyin tabiatı, her şey gibi mahlûktur; çünkü sanatlıdır
        
        
          ve yeni oluyor. Hem her müsebbep gibi, zahirî sebebi
        
        
          dahi masnuudur. Ve madem her şeyin vücudu pek çok
        
        
          cihazat ve aletlere muhtaçtır. o hâlde, o tabiatı icat eden
        
        
          ve o sebebi halk eden bir kadîr-i Mutlak var. Ve o kadîr-i
        
        
          Mutlak’ın ne ihtiyacı var ki, âciz vesaiti rububiyetine ve
        
        
          icadına teşrik etsin? Hâşâ! Belki doğrudan doğruya,
        
        
          
            âciz:
          
        
        
          zayıf, güçsüz.
        
        
          
            ahkâm:
          
        
        
          hükümler, kanunlar.
        
        
          
            arz:
          
        
        
          yer, dünya.
        
        
          
            ayet:
          
        
        
          Kur’ân’ın her bir cümlesi.
        
        
          
            bedahet:
          
        
        
          açık, açıklık.
        
        
          
            bîçare:
          
        
        
          çaresiz, zavallı.
        
        
          
            bilbedahe:
          
        
        
          açıktan, aşikâr olarak.
        
        
          
            bizzarure:
          
        
        
          zorunlu olarak, mecbu-
        
        
          ren.
        
        
          
            butlan:
          
        
        
          batıl, geçersizlik, hüküm-
        
        
          süzlük.
        
        
          
            cihazat:
          
        
        
          cihazlar, aletler, azalar.
        
        
          
            cihet:
          
        
        
          yön, taraf.
        
        
          
            dest-i kudret:
          
        
        
          kudret eli, Allah’ın
        
        
          ezelî gücünün kuvvet eli.
        
        
          
            elhasıl:
          
        
        
          özetle, sonuç olarak.
        
        
          
            esbapperest:
          
        
        
          her şeyi bir sebebe
        
        
          bağlayarak Allah’ın her şeyin yara-
        
        
          tıcısı olduğunu inkâr eden.
        
        
          
            fail:
          
        
        
          işi yapan, fiili işleyen, yapan,
        
        
          tesir eden.
        
        
          
            fâtır:
          
        
        
          yaratan, yaratıcı.
        
        
          
            fıtrat:
          
        
        
          yaratılış, tabiat, mizaç.
        
        
          
            hakikat:
          
        
        
          gerçek, doğru.
        
        
          
            hakikat-i hariciye:
          
        
        
          dış âlemde var
        
        
          olan, gözle görülen gerçek.
        
        
          
            hâkim:
          
        
        
          her şeye hükmeden, her
        
        
          şeyi hükmü altında tutan, kanun
        
        
          uygulayan.
        
        
          
            hâlık:
          
        
        
          yaratıcı.
        
        
          
            halk etmek:
          
        
        
          yaratmak.
        
        
          
            hâşâ:
          
        
        
          asla.
        
        
          
            icat:
          
        
        
          vücuda getirme, yoktan var
        
        
          etme, yaratma.
        
        
          
            ispat:
          
        
        
          kanıtlama.
        
        
          
            kabza-i tasarruf:
          
        
        
          idare eli, tasarru-
        
        
          fu altında olma.
        
        
          
            kadîr:
          
        
        
          güç, kudret sahibi olan.
        
        
          
            Kadîr-i Mutlak:
          
        
        
          hiç bir kayıt ve
        
        
          şarta tâbi olmaksızın her şeye gü-
        
        
          cü yeten sonsuz kudret sahibi, Al-
        
        
          lah.
        
        
          
            kat’î:
          
        
        
          kesin.
        
        
          
            kudret:
          
        
        
          güç, kuvvet, iktidar.
        
        
          
            mahlûk:
          
        
        
          halk edilmiş, yaratılmış.
        
        
          
            masnu:
          
        
        
          sanatla yapılmış.
        
        
          
            mastar:
          
        
        
          bir şeyin çıktığı yer, kay-
        
        
          nak, temel.
        
        
          
            mevcudat:
          
        
        
          varlıklar, yaratılmışlar.
        
        
          
            mevcut:
          
        
        
          var olan, varlık.
        
        
          
            mevhum:
          
        
        
          evham ürünü olan, ger-
        
        
          çekte olmadığı hâlde var sayılan.
        
        
          
            mistar:
          
        
        
          her hangi bir şeyin kayna-
        
        
          ğından çıkmasına yarayan alet.
        
        
          
            muhal:
          
        
        
          imkânsız, olabilmesi düşü-
        
        
          nülemeyen.
        
        
          
            münfail:
          
        
        
          tesir ile harekete geçen,
        
        
          yapılan fiilden etkilenen.
        
        
          
            müsebbep:
          
        
        
          sebep olunarak mey-
        
        
          dana getirilen.
        
        
          
            nakkaş:
          
        
        
          nakış işi ustası.
        
        
          
            perde-i izzet:
          
        
        
          izzet, yani üstünlük,
        
        
          değerlilik, saygınlık perdesi.
        
        
          
            rububiyet:
          
        
        
          İlâhî terbiye, Allah’ın
        
        
          bütün varlıkları eksik bir hâlden
        
        
          mükemmel bir hâle doğru götür-
        
        
          mesi, bu esnada her türlü ihtiyaç-
        
        
          larını vermesi, tehlikelerden
        
        
          koruması ve onları emrine ita-
        
        
          at ettirmesi.
        
        
          
            sâni:
          
        
        
          sanatlı yapan, işleyen.
        
        
          
            semavat:
          
        
        
          semalar, gökler.
        
        
          
            suret:
          
        
        
          biçim, tarz.
        
        
          
            şari:
          
        
        
          şeriat koyan, kanun ko-
        
        
          yucu.
        
        
          
            şek:
          
        
        
          şüphe.
        
        
          
            şeriat-ı fıtriye:
          
        
        
          Allah’ın yaratı-
        
        
          lışa koyduğu, kâinatta düzeni
        
        
          ve ahengi sağlayan, bütün
        
        
          varlıkların uymak zorunda ol-
        
        
          duğu kanun ve kuralların ta-
        
        
          mamı.
        
        
          
            tabiiyyun:
          
        
        
          tabiatçılar, mater-
        
        
          yalistler, tabiata tapanlar.
        
        
          
            tahayyül etmek:
          
        
        
          hayal et-
        
        
          mek, düşünmek.
        
        
          
            taksim-i aklî:
          
        
        
          akıl ve fikir yü-
        
        
          rütülebilecek yollar, bölümler,
        
        
          kısımlar.
        
        
          
            teşrik etmek:
          
        
        
          ortak etmek.
        
        
          
            ulûhiyet:
          
        
        
          ilâhlık, “ibadet edil-
        
        
          meye lâyık olan yegâne
        
        
          ma’bud bütün varlıkları yara-
        
        
          tan” Allah’tır diye ifade edilen
        
        
          hakikat.
        
        
          
            vahdet:
          
        
        
          birlik, teklik.
        
        
          
            vesait:
          
        
        
          vasıtalar, araçlar.
        
        
          
            zahir:
          
        
        
          açık, görünen.
        
        
          
            zahirî:
          
        
        
          açık, dış görünüşteki.
        
        
          
            Zat-ı Vacibü’l-Vücud:
          
        
        
          varlığı
        
        
          mutlaka gerekli olan, var ol-
        
        
          mak için hiç bir sebebe muh-
        
        
          taç olmayan zat, Allah.
        
        
          TaBiaT risalesi / 23. lem’a
        
        
          
            | 262 |
          
        
        
          
            ü
          
        
        
          
            çüncü
          
        
        
          
            H
          
        
        
          
            üccet
          
        
        
          
            -
          
        
        
          
            i
          
        
        
          
            i
          
        
        
          
            ManiYe
          
        
        
          
            AsA-yı MûsA
          
        
        
          
            1.
          
        
        
          Gökleri ve yeri yoktan var eden Allah hakkında şüphe olur mu? (İbrahim Suresi: 10.)