bir defteri olabilen ve pek yanlış ve hata olarak “tabiat”
        
        
          namı verilen bir mecmua-i kavanin-i âdât-ı İlâhiye ve bir
        
        
          fihriste-i sanat-ı rabbaniyeyi görür. Ve der ki: “Madem
        
        
          bu eşya bir sebep ister. Hiçbir şeyin bu defter gibi müna-
        
        
          sebeti görünmüyor. Çendan hiçbir cihetle akıl kabul et-
        
        
          mez ki, gözsüz, şuursuz, kudretsiz bu defter, rububiyet-i
        
        
          mutlakanın işi olan ve hadsiz bir kudreti iktiza eden ica-
        
        
          dı yapamaz. Fakat madem sâni-i kadim’i kabul etmiyo-
        
        
          rum; öyle ise, en münasibi, ‘Bu defter bunu yapmış ve
        
        
          yapar’ diyeceğim” der. Biz de deriz:
        
        
          ey ahmaku’l-humakadan tahammuk etmiş sarhoş ah-
        
        
          mak! Başını tabiat bataklığından çıkar, arkana bak. zer-
        
        
          rattan seyyarata kadar bütün mevcudat, ayrı ayrı lisan-
        
        
          larla şahadet ettikleri ve parmaklarıyla işaret ettikleri bir
        
        
          sâni-i zülcelâl’i gör. Ve o sarayı yapan ve o defterde sa-
        
        
          rayın programını yazan nakkaş-ı ezelî’nin cilvesini mü-
        
        
          şahede et, fermanına bak, kur’ân’ını dinle, o hezeyan-
        
        
          lardan kurtul!
        
        
          
            İkinci Misal:
          
        
        
          gayet vahşî bir adam, muhteşem bir
        
        
          kışla dairesine girer. gayet muntazam bir ordunun umu-
        
        
          mî, beraber talimlerini, muntazam hareketlerini görür. Bir
        
        
          neferin hareketiyle bir tabur, bir alay, bir fırka kalkar, otu-
        
        
          rur, gider. Bir “Ateş!” emriyle ateş ettiklerini müşahede
        
        
          eder. onun kaba, vahşî aklı, bir kumandanın, devletin ni-
        
        
          zamatıyla ve kanun-ı padişahî ile o kumandanın emrini,
        
        
          kumandasını anlamayıp inkâr ettiğinden, o askerlerin ip-
        
        
          lerle birbiriyle bağlı olduklarını tahayyül eder. o hayalî ip
        
        
          ne kadar harikalı bir ip olduğunu düşünüp, hayrette kalır.
        
        
          
            ahmak:
          
        
        
          pek akılsız, sersem, buda-
        
        
          la.
        
        
          
            ahmaku’l-humaka:
          
        
        
          düşüncesizle-
        
        
          rin en düşüncesizi.
        
        
          
            cihet:
          
        
        
          yön, taraf.
        
        
          
            cilve:
          
        
        
          görüntü, yansıma, tecelli.
        
        
          
            çendan:
          
        
        
          gerçi, her ne kadar.
        
        
          
            emir:
          
        
        
          buyruk.
        
        
          
            ferman:
          
        
        
          emir, buyruk.
        
        
          
            fihriste-i sanat-i Rabbaniye
          
        
        
          : her
        
        
          şeyi terbiye ve idare eden Allah’ın
        
        
          sanatının fihristesi, özeti.
        
        
          
            fırka:
          
        
        
          tümen.
        
        
          
            gayet:
          
        
        
          son derece, çok.
        
        
          
            hadsiz:
          
        
        
          sınırsız, sonsuz.
        
        
          
            harika:
          
        
        
          olağanüstü, hayret uyan-
        
        
          dıran mükemmellik.
        
        
          
            hayalî:
          
        
        
          hayalle ilgili, gerçek olma-
        
        
          yan.
        
        
          
            hezeyan:
          
        
        
          saçmalama.
        
        
          
            icat:
          
        
        
          vücuda getirme, yoktan var
        
        
          etme, yaratma.
        
        
          
            iktiza:
          
        
        
          lâzım gelme, gerekme.
        
        
          
            inkâr:
          
        
        
          reddetme, tanımama, ka-
        
        
          bul ve tasdik etmeme.
        
        
          
            işaret:
          
        
        
          gösterme, bildirme.
        
        
          
            kanun-ı padişahî:
          
        
        
          padişahlık ka-
        
        
          nunu.
        
        
          
            kudret:
          
        
        
          kuvvet, iktidar.
        
        
          
            kumanda:
          
        
        
          askeri idare etme, yö-
        
        
          netme.
        
        
          
            kumandan:
          
        
        
          komutan.
        
        
          
            lisan:
          
        
        
          dil.
        
        
          
            mecmua-i kavanin-i âdât-ı İlâhî
          
        
        
          :
        
        
          Allah’ın âdetlerini yani evrende
        
        
          neyi nasıl yaptığını ifade eden ka-
        
        
          nunların bir arada bulunduğu yer,
        
        
          yanlışlıkla (tabiat) denilen İlâhî ka-
        
        
          nunlar topluluğu.
        
        
          
            mevcudat:
          
        
        
          var olan her şey, mah-
        
        
          lûklar.
        
        
          
            misal:
          
        
        
          örnek.
        
        
          
            muntazam:
          
        
        
          nizamlı, intizamlı,
        
        
          düzgün.
        
        
          
            münasebet:
          
        
        
          ilgi, vesile, bağ.
        
        
          
            münasip:
          
        
        
          uygun.
        
        
          
            müşahede:
          
        
        
          bir şeyi gözle gör-
        
        
          me, seyretme.
        
        
          
            Nakkaş-ı Ezelî:
          
        
        
          ezelî nakkaş;
        
        
          her şeyi zatına has olarak na-
        
        
          kış nakış işleyen, evveli olma-
        
        
          yan Allah (c.c.).
        
        
          
            nam:
          
        
        
          ad, isim.
        
        
          
            nefer:
          
        
        
          er.
        
        
          
            nizamat:
          
        
        
          düzenler, düzenlilik.
        
        
          
            program:
          
        
        
          belirli şartlara göre
        
        
          yapımı ön görülen işlerin bü-
        
        
          tünü, tasarı, plân.
        
        
          
            rububiyet-i mutlaka:
          
        
        
          Allah’ın
        
        
          her şeyi kuşatan ve emri altın-
        
        
          da bulunduran egemenliği,
        
        
          kayıtsız şartsız terbiye ediciliği.
        
        
          
            sâni-i Kadim:
          
        
        
          kudreti yani gü-
        
        
          cü sonsuz olan sanatkâr, Allah.
        
        
          
            sâni-i Zülcelâl:
          
        
        
          sonsuz büyük-
        
        
          lük sahibi, her şeyi sanatla ya-
        
        
          ratan Allah.
        
        
          
            seyyarat:
          
        
        
          gezegenler.
        
        
          
            şahadet:
          
        
        
          şahitlik.
        
        
          
            şuur:
          
        
        
          bir şeyi anlama ve kav-
        
        
          rama gücü, bilinç.
        
        
          
            tabur:
          
        
        
          alaydan küçük askerî
        
        
          birlik.
        
        
          
            tahammuk etmek:
          
        
        
          akılsız biri
        
        
          gibi davranmak.
        
        
          
            tahayyül:
          
        
        
          hayalinde canlan-
        
        
          dırma.
        
        
          
            talim:
          
        
        
          öğretme, yetiştirme,
        
        
          eğitme.
        
        
          
            umumî:
          
        
        
          genel.
        
        
          
            vahşî:
          
        
        
          yabanî, ilkel.
        
        
          
            zerrat:
          
        
        
          zerreler, atomlar.
        
        
          TaBiaT risalesi / 23. lem’a
        
        
          
            | 260 |
          
        
        
          
            ü
          
        
        
          
            çüncü
          
        
        
          
            H
          
        
        
          
            üccet
          
        
        
          
            -
          
        
        
          
            i
          
        
        
          
            i
          
        
        
          
            ManiYe
          
        
        
          
            AsA-yı MûsA