ve hiçbir ihtimal var mı ki, o ebedî ve sermedî ve bâkî ve
        
        
          daimî saltanatın, bâkî bir makarrı ve daimî bir medarı ve
        
        
          sermedî bir mazharı olan dâr-ı ahiret olmasın? Bin defa
        
        
          hâşâ.
        
        
          demek, Cenab-ı Hakkın saltanat-ı rububiyeti ve Ye-
        
        
          dinci Meselede beyan edildiği gibi, ekser isimleri ve vü-
        
        
          cub-i vücudunun hüccetleri, ahirete şahadet ederler ve
        
        
          isterler. Ve bu kutb-i imanî, ne kadar kuvvetli bir nokta-i
        
        
          istinadı var; gör, bil, görür gibi inan.
        
        
          • Hem, nasıl iman-ı billâh ahiretsiz olmaz; öyle de,
        
        
          onuncu sözde kısa işaretlerle beyan edildiği gibi, hiçbir
        
        
          cihette mümkün müdür ve hiç akıl kabul eder mi ki, ulû-
        
        
          hiyet ve ma’budiyetin tezahürü için bu kâinatı, öyle bir
        
        
          mücessem kitab-ı samedânî ki, her sahifesi bir kitap ka-
        
        
          dar ve her satırı bir sahife kadar manaları ifade eder; ve
        
        
          öyle cismanî bir kur’ân-ı sübhanî ki, her bir ayet-i tekvi-
        
        
          niyesi ve her bir kelimesi, hatta her bir noktası, her bir
        
        
          harfi birer mu’cize hükmündedir; ve öyle muhteşem ve
        
        
          içi hadsiz âyâtla ve manidar nakışlarla tezyin edilmiş bir
        
        
          mescid-i rahmanîdir ki, her bir köşesinde bir taife bir
        
        
          nevi ibadet-i fıtriye ile iştigal eder bir şekilde halk eden
        
        
          bir Allah, bir Ma’bud-i Bilhak, o kitab-ı kebirin manaları-
        
        
          nı ders verecek üstatları ve o kur’ân-ı samedânînin ayet-
        
        
          lerini tefsir edecek müfessirleri elçi olarak göndermesin
        
        
          ve o mescid-i ekberde hadsiz tarzlarda ibadet edenlere
        
        
          imamları tayin etmesin ve o üstatlara ve müfessirlere ve
        
        
          imamlara fermanları vermesin? Hâşâ, yüz bin hâşâ!
        
        
          
            AsA-yı MûsA
          
        
        
          
            M
          
        
        
          
            eYve
          
        
        
          
            R
          
        
        
          
            isalesi
          
        
        
          
            | 91 |
          
        
        
          dokuZunCu mesele
        
        
          raşmak, bir iş üzerinde çalışma,
        
        
          meşgul olma.
        
        
          
            kâinat:
          
        
        
          yaratılmış olan şeylerin ta-
        
        
          mamı, bütün âlemler, varlıklar.
        
        
          
            kitab-ı kebir:
          
        
        
          büyük kitap.
        
        
          
            kitab-ı samedânî:
          
        
        
          hiç bir şeye
        
        
          muhtaç olmayan Cenab-ı Hakkın
        
        
          kitabı, kâinat.
        
        
          
            kutb-i imanî:
          
        
        
          iman kutbu, imanın
        
        
          en önde gelen esaslarından biri.
        
        
          
            Ma’bud-ı Bilhak:
          
        
        
          asıl ibadet edile-
        
        
          cek, hakkıyla ibadete lâyık olan
        
        
          Allah.
        
        
          
            mabudiyet:
          
        
        
          ilah oluş, kendisine
        
        
          ibadet edilmeye layık oluş.
        
        
          
            makar:
          
        
        
          oturulan, karar kılınan yer,
        
        
          karargâh, mesken.
        
        
          
            manidar:
          
        
        
          nükteli, ince manalı.
        
        
          
            mazhar:
          
        
        
          nail olma, şereflenme,
        
        
          İlahî tecellilerin göründüğü yer ol-
        
        
          ma.
        
        
          
            medar:
          
        
        
          dayanak noktası, sebep,
        
        
          vesile.
        
        
          
            mescit-i ekber:
          
        
        
          en büyük mescit.
        
        
          
            mescit-i Rahmanî:
          
        
        
          bütün varlıkla-
        
        
          rın rızıklarını münasip bir şekilde
        
        
          karşılayan Cenab-ı Hakk’ın mesci-
        
        
          di.
        
        
          
            mu’cize:
          
        
        
          benzerini yapmaktan in-
        
        
          sanların aciz kaldığı şey.
        
        
          
            muhteşem:
          
        
        
          haşmetli, yüce.
        
        
          
            mücessem:
          
        
        
          tecessüm etmiş, ci-
        
        
          simlenmiş.
        
        
          
            müfessir:
          
        
        
          Kur’ân-ı Kerîm’in metni-
        
        
          ni tefsir, şerh ve izah eden İslâm
        
        
          âlimi.
        
        
          
            nakış:
          
        
        
          işleme, süsleme.
        
        
          
            nevi:
          
        
        
          çeşit, tür.
        
        
          
            nokta-i istinat:
          
        
        
          dayanak noktası,
        
        
          güvenme ve itimat noktası.
        
        
          
            sahife:
          
        
        
          sayfa.
        
        
          
            saltanat:
          
        
        
          sultanlık, padişahlık, hü-
        
        
          kümdarlık.
        
        
          
            saltanat-ı rububiyet:
          
        
        
          kâinatı ter-
        
        
          biye ve idare edici olan Allah’ın
        
        
          saltanatı.
        
        
          
            sermedî:
          
        
        
          ebedî, daimî, sürekli.
        
        
          
            şahadet:
          
        
        
          şahit olma, şahitlik, ta-
        
        
          nıklık.
        
        
          
            taife:
          
        
        
          takım, güruh, familya.
        
        
          
            tarz:
          
        
        
          biçim, şekil, suret.
        
        
          
            tayin:
          
        
        
          belirleme, yerini belli etme.
        
        
          
            tefsîr:
          
        
        
          Kur’ân’ın mana bakımından
        
        
          izahı, Kur’ân’ın şerhi.
        
        
          
            tezahür:
          
        
        
          görünme, belirme, orta-
        
        
          ya çıkma.
        
        
          
            tezyin:
          
        
        
          süsleme, ziynetlendirme.
        
        
          
            ulûhiyet:
          
        
        
          ilahlık, Allah’ın hakimi-
        
        
          yeti ile kainattaki her şeyi kendisi-
        
        
          ne ibadet ve itaat ettirmesi.
        
        
          
            üstat:
          
        
        
          bir ilim ve sanatta üstün
        
        
          olan kimse, öğretmen.
        
        
          
            vücûb-i vücud:
          
        
        
          varlığı gerekli ol-
        
        
          mak, olmaması imkansız olmak,
        
        
          varlığı zarurî ve vacip olmak
        
        
          
            ahiret:
          
        
        
          dünya hayatından
        
        
          sonra başlayıp ebediyen de-
        
        
          vam edecek olan ikinci hayat.
        
        
          
            âyât:
          
        
        
          işaretler, deliller; Allah’ın
        
        
          varlık ve birliğine işaret eden
        
        
          deliller.
        
        
          
            ayet:
          
        
        
          Kur’an’ın her bir cümlesi.
        
        
          
            ayet-i tekviniye:
          
        
        
          Cenab-ı
        
        
          Hakkın yoktan var edip vücu-
        
        
          da getirme, hâsıl etme ve halk
        
        
          etme fiil ve kudretine dair olan
        
        
          delil, ayet.
        
        
          
            bâkî:
          
        
        
          ebedî, daimî, sürekli ve
        
        
          kalıcı olan.
        
        
          
            beyan etmek:
          
        
        
          açıklamak, bil-
        
        
          dirmek, izah etmek.
        
        
          
            cihet:
          
        
        
          yön, sebep, vesile.
        
        
          
            cismanî:
          
        
        
          maddî ve cisimli ol-
        
        
          mak.
        
        
          
            dâr-ı ahiret:
          
        
        
          ahiret yurdu.
        
        
          
            ebedî:
          
        
        
          sonu olmayan, daimî,
        
        
          sürekli.
        
        
          
            ekser:
          
        
        
          pek çok.
        
        
          
            ferman:
          
        
        
          emir, buyruk.
        
        
          
            hadsiz:
          
        
        
          sınırsız, sonsuz.
        
        
          
            halk:
          
        
        
          yaratma, yaratış.
        
        
          
            hâşâ:
          
        
        
          asla, katiyen, öyle değil,
        
        
          Allah göstermesin.
        
        
          
            hüccet:
          
        
        
          delil.
        
        
          
            hükmünde:
          
        
        
          değerinde, yerin-
        
        
          de.
        
        
          
            ibadet-i fıtriye:
          
        
        
          fıtrî ibadet,
        
        
          her bir varlığın kendi kabiliye-
        
        
          tine göre Cenab-ı Hakka iba-
        
        
          det etmesi.
        
        
          
            ihtimal:
          
        
        
          olabilirlik.
        
        
          
            iman-ı billâh:
          
        
        
          Allah’a inanma,
        
        
          Allah’ı, onun kâinatta tecelli
        
        
          eden bütün sıfat ve isimleriyle
        
        
          beraber kabul ederek Ona
        
        
          inanma.
        
        
          
            iştigal:
          
        
        
          bir iş işleme, bir işle uğ-