kabul etmez ve inkısamı imkân haricindedir. nasıl ki, kö-
        
        
          kü göklerde tuba Ağacı gibi, her bir dalı, her bir meyve-
        
        
          si, her bir yaprağı, o koca ağacın küllî tükenmez hayatı-
        
        
          na dayanıyor. o kuvvetli ve güneş gibi zahir o hayatı in-
        
        
          kâr edemeyen bir tek muttasıl yaprağın hayatını inkâr
        
        
          edemez. eğer etse, o ağaç, dalları ve meyveleri ve yap-
        
        
          rakları sayısınca o münkiri tekzip edecek, susturacak.
        
        
          öyle de, iman, altı rükünleriyle aynı vaziyettedir.
        
        
          Bu makamın başında, altı nokta ve her bir nokta dahi
        
        
          beş nükte olarak, altı erkân-ı imaniyeyi otuz altı nüktede
        
        
          beyan etmek niyet edilmişti. Ve baştaki dehşetli suale
        
        
          izahat ile cevap vermek murat etmiştim. Fakat bazı arı-
        
        
          zalar meydan vermediler. tahmin ederim ki, birinci nok-
        
        
          ta kâfi bir mikyas olmasından, daha, zekilere ziyade iza-
        
        
          ha ihtiyaç kalmadı. Ve tam anlaşıldı ki, bir Müslüman bir
        
        
          hakikat-i imaniyeyi inkâr etse, küfr-i mutlaka düşer. Çün-
        
        
          kü, başka dinlerin icmallerine mukabil, İslâmiyette tam
        
        
          izahat verilmiş, rükünler birbiriyle zincirlenmiş. Muham-
        
        
          med Aleyhissalâtü Vesselâmı tanımayan, tasdik etmeyen
        
        
          bir Müslüman, Allah’ı da (sıfâtıyla) daha tanımaz ve ahi-
        
        
          reti bilmez. Bir Müslümanın imanı o kadar kuvvetli ve
        
        
          sarsılmaz hadsiz hüccetlere dayanıyor ki, inkârda hiçbir
        
        
          özür kalmıyor. Âdeta akıl kabulde mecbur oluyor.
        
        
          •
        
        
          
            ÜÇÜNCÜ NOKTA:
          
        
        
          Bir zaman, “elhamdülillâh” dedim. onun hadsiz geniş
        
        
          manasına mukabil gelecek bir nimet aradım. Birden bu
        
        
          cümle hatıra geldi:
        
        
          
            AsA-yı MûsA
          
        
        
          
            M
          
        
        
          
            eYve
          
        
        
          
            R
          
        
        
          
            isalesi
          
        
        
          
            | 97 |
          
        
        
          dokuZunCu mesele
        
        
          
            mutabık:
          
        
        
          birbirine uyan, uygun.
        
        
          
            muttasıl:
          
        
        
          bitişik.
        
        
          
            münkir:
          
        
        
          Allah’ın varlığını kabul ve
        
        
          tasdik etmeyen, imansız, dinsiz.
        
        
          
            Müslüman:
          
        
        
          İslâm dinine bağlı, din-
        
        
          dar, mütedeyyin.
        
        
          
            nimet:
          
        
        
          lütuf, ihsan, bağış.
        
        
          
            niyet:
          
        
        
          bir işi yapmayı önceden dü-
        
        
          şünme.
        
        
          
            nükte:
          
        
        
          ince manalı, düşündürücü
        
        
          söz.
        
        
          
            özür:
          
        
        
          kusur, eksiklik.
        
        
          
            sıfât:
          
        
        
          [sıfatın çoğulu] vasıflar, nite-
        
        
          likler.
        
        
          
            sual:
          
        
        
          soru.
        
        
          
            tasdik:
          
        
        
          bir şeyin veya kimsenin
        
        
          doğruluğuna kesin olarak hük-
        
        
          metme.
        
        
          
            tekzîb:
          
        
        
          yalanlama, yalan olduğu-
        
        
          nu söyleme.
        
        
          
            Tuba Ağacı:
          
        
        
          cennette bulunan
        
        
          kökleri yukarıda dalları aşağıda
        
        
          olan ve üzerinde her türlü mey-
        
        
          venin bulunduğu ağaç.
        
        
          
            vaziyet:
          
        
        
          durum.
        
        
          
            zahir:
          
        
        
          açık, âşikar.
        
        
          
            ziyade:
          
        
        
          çok, fazla
        
        
          
            âdeta:
          
        
        
          sanki.
        
        
          
            ahiret:
          
        
        
          dünya hayatından
        
        
          sonra başlayıp ebediyen de-
        
        
          vam edecek olan ikinci hayat.
        
        
          
            arıza:
          
        
        
          bozukluk, engel.
        
        
          
            beyan etmek:
          
        
        
          açıklamak, bil-
        
        
          dirmek, izah etmek.
        
        
          
            dehşetli:
          
        
        
          ürkütücü, korkunç.
        
        
          
            Elhamdülillâh:
          
        
        
          Allah’a hamd
        
        
          olsun, hamd Allah’a aittir.
        
        
          
            erkân-ı imaniye:
          
        
        
          imana ait
        
        
          esaslar.
        
        
          
            hadsiz:
          
        
        
          sınırsız, sonsuz.
        
        
          
            hakikat-i imaniye:
          
        
        
          imana ait
        
        
          olan gerçek.
        
        
          
            hariç:
          
        
        
          bir şeyin dışı, dışarısı,
        
        
          dışta kalan.
        
        
          
            icmal:
          
        
        
          ihtisar etme, kısaltma,
        
        
          özetleme, ayrıntılarına girme-
        
        
          me.
        
        
          
            imkân:
          
        
        
          mümkün olma, olabi-
        
        
          lirlik.
        
        
          
            inkâr:
          
        
        
          reddetme, inanmama,
        
        
          kabul ve tasdik etmeme.
        
        
          
            inkısam:
          
        
        
          bölünme, parçalan-
        
        
          ma.
        
        
          
            İslâmiyet:
          
        
        
          Müslümanlık, se-
        
        
          mavî dinlerin sonuncusu.
        
        
          
            izah:
          
        
        
          açıkça ortaya koyma, bir
        
        
          konuyu ayrıntılarıyla, eksiksiz
        
        
          anlatma.
        
        
          
            izahat:
          
        
        
          izahlar, açıklamalar.
        
        
          
            kâfî:
          
        
        
          yeter, kâfi gelir.
        
        
          
            küfr-i mutlak:
          
        
        
          kayıtsız şartsız
        
        
          küfür, mutlak küfür, hiç bir
        
        
          imanî hükmü, delili, hakikati
        
        
          kabul etmeme, kesin ve tam
        
        
          bir inkâr.
        
        
          
            makam:
          
        
        
          yer, durak.
        
        
          
            mecbur:
          
        
        
          zorunda kalma.
        
        
          
            mikyas:
          
        
        
          nispet, derece, ölçü.
        
        
          
            mukabil:
          
        
        
          karşılık.