Aziz, sıddık kardeşlerim,
        
        
          ramazan-ı şerifte kur'ân-ı Mu'cizülbeyan’ı okurken,
        
        
          risale-i nur’a işaretleri “Birinci Şuada” beyan olunan
        
        
          otuz üç ayetten hangisi gelse bakıyorum ki, o ayetin say-
        
        
          fası ve yaprağı ve kıssası dahi risale-i nur’a ve şakirtle-
        
        
          rine, kıssadan hisse almak noktasında, bir derece bakı-
        
        
          yor. Hususan, sure-i nur’dan, ayetü’n-nur, on parmak-
        
        
          la risale-i nur’a baktığı gibi, arkasındaki ayat-ı zulümat
        
        
          dahi muarızlarına tam bakıyor ve ziyade hisse veriyor.
        
        
          Âdeta, o makam, cüz'iyetten çıkıp külliyet kesbeder. Ve
        
        
          bu asırda o külliyetin tam bir ferdi risale-i nur ve şakirt-
        
        
          leridir, diye hissettim.
        
        
          evet, kur'ân’ın hitabı, evvelâ, Mütekellim-i ezelî’nin
        
        
          rububiyet-i ammesinin geniş makamından, hem nev-i
        
        
          beşer belki kâinat namına muhatap olan zatın geniş ma-
        
        
          kamından, hem umum nev-i beşer ve beniâdemin bütün
        
        
          asırlarda irşatlarının gayet vüs'atli makamından, hem
        
        
          dünya ve ahiretin, arz ve semavatın, ezel ve ebedin ve
        
        
          Hâlık-ı kâinatın rububiyetine ve bütün mahlûkatın tedbi-
        
        
          rine dair kavanin-i İlâhiyenin gàyet yüksek ihatalı beya-
        
        
          natının makamından aldığı vüs'at ve ulviyet ve ihata ci-
        
        
          hetiyle, o hitap öyle bir yüksek i'cazı ve şümulü gösterir
        
        
          ki, ders-i kur'ân’ın muhataplarından en kesretli taife
        
        
          olan tabaka-i avamın basit fehimlerini okşayan zahirî ve
        
        
          basit mertebesi dahi en ulvî tabakayı da tam hissedar
        
        
          eder. güya kıssadan yalnız bir hisse ve bir hikâye-i tari-
        
        
          hiyeden bir ibret değil, belki bir küllî düsturun efradı ola-
        
        
          rak her asra ve her tabakaya hitap ederek taze nazil
        
        
          
            adeta:
          
        
        
          sanki.
        
        
          
            ahiret:
          
        
        
          dünya hayatından sonra
        
        
          başlayıp ebediyen devam edecek
        
        
          olan ikinci hayat.
        
        
          
            arz:
          
        
        
          yer, dünya.
        
        
          
            asr:
          
        
        
          yüzyıl, asır.
        
        
          
            ayat-ı zulümat:
          
        
        
          karanlıkla ilgili
        
        
          ayetler.
        
        
          
            ayet:
          
        
        
          Kur’an’ın her bir cümlesi.
        
        
          
            ayetü’n-nur:
          
        
        
          Nur ayeti, Nur suresi
        
        
          35. ayet.
        
        
          
            benîâdem:
          
        
        
          Ademoğulları, insanlar.
        
        
          
            beyan etmek:
          
        
        
          açıklamak, bildir-
        
        
          mek, izah etmek.
        
        
          
            beyanat:
          
        
        
          açıklamalar, izahlar.
        
        
          
            cüz’iyet:
          
        
        
          azlık, küçüklük.
        
        
          
            dair:
          
        
        
          alakalı, ilgili.
        
        
          
            ders-i Kur’ân:
          
        
        
          Kur’ân dersi,
        
        
          Kur’ân’a ait olan ders.
        
        
          
            düstur:
          
        
        
          kanun, kaide.
        
        
          
            ebed:
          
        
        
          sonu olmayan gelecek za-
        
        
          man, sonsuzluk, daimîlik.
        
        
          
            efrat:
          
        
        
          fertler.
        
        
          
            evvelâ:
          
        
        
          birinci olarak, her şeyden
        
        
          önce, ilk önce.
        
        
          
            ezel:
          
        
        
          başlangıcı olmayan geçmiş
        
        
          zaman, öncesizlik.
        
        
          
            fehim:
          
        
        
          anlama, anlayış, kavrayış.
        
        
          
            Hâlık-ı Kâinat:
          
        
        
          kâinatın ve onun
        
        
          içinde olan her şeyin yaratıcısı, Al-
        
        
          lah.
        
        
          
            hikâye-i tarihiye:
          
        
        
          tarihî hikaye.
        
        
          
            hisse:
          
        
        
          pay, nasip.
        
        
          
            hissedar:
          
        
        
          hisse sâhibi, hissesi olan.
        
        
          
            hitap:
          
        
        
          söz söyleme, topluluğa ve-
        
        
          ya birisine karşı konuşma.
        
        
          
            hususan:
          
        
        
          bilhassa, özellikle.
        
        
          
            ibret:
          
        
        
          bir olaydan, kötü bir durum-
        
        
          dan ders alma, ders çıkarma.
        
        
          
            i’caz:
          
        
        
          mucizelik, insanların benze-
        
        
          rini yapmaktan âciz kaldıkları şeyi
        
        
          yapmak.
        
        
          
            ihata:
          
        
        
          kuşatma, içine alma.
        
        
          
            ihatalı:
          
        
        
          kuşatıcı.
        
        
          
            irşat:
          
        
        
          doğru yolu gösterme, doğru
        
        
          yola yöneltme, gafletten uyandır-
        
        
          ma, uyarma.
        
        
          
            kâinat:
          
        
        
          yaratılmış olan şeylerin ta-
        
        
          mamı, bütün âlemler, varlıklar.
        
        
          
            kavanin-i İlâhiye:
          
        
        
          İlâhî kanunlar,
        
        
          prensipler, Cenab-ı Allah’ın kâinat-
        
        
          taki kanunları.
        
        
          
            kesbetmek:
          
        
        
          kazanmak.
        
        
          
            kesretli:
          
        
        
          çokluğu olan, çok fazla.
        
        
          
            kıssa:
          
        
        
          anlatılan olay, hikaye.
        
        
          
            Kur’ân-ı Mu’cizülbeyan:
          
        
        
          açıkla-
        
        
          malarıyla akılları benzerini yap-
        
        
          maktan aciz bırakan Kur’an-ı Ke-
        
        
          rim.
        
        
          
            küllî:
          
        
        
          umumî, genel.
        
        
          
            külliyet:
          
        
        
          bütünlük, tümlük.
        
        
          
            mahlûkat:
          
        
        
          Allah tarafından yaratı-
        
        
          lanlar.
        
        
          
            makam:
          
        
        
          yer, durak.
        
        
          
            mertebe:
          
        
        
          derece, basamak.
        
        
          
            muarız:
          
        
        
          muhalefet eden, karşı
        
        
          çıkan, muhalif.
        
        
          
            muhâtab:
          
        
        
          kendisine hitap olu-
        
        
          nan, söz söylenilen kimse.
        
        
          
            Mütekellim-i Ezelî:
          
        
        
          ezelden
        
        
          beri konuşma sıfatına sahip
        
        
          olan Allah.
        
        
          
            nam:
          
        
        
          ad, isim, yerine.
        
        
          
            nazil:
          
        
        
          nüzul eden, inen.
        
        
          
            nev’i beşer:
          
        
        
          insanoğlu, insan-
        
        
          lar.
        
        
          
            ramazan-ı şerif:
          
        
        
          mübarek, şe-
        
        
          refli Ramazan ayı.
        
        
          
            rububiyet:
          
        
        
          Cenab-ı Hakk’ın
        
        
          her zaman, her yerde, her
        
        
          mahluka muhtaç olduğu şey-
        
        
          leri vermesi, onu terbiye et-
        
        
          mesi ve idare etmesi.
        
        
          
            rububiyet-i amme:
          
        
        
          Cenab-ı
        
        
          Allah’ın her şeyi içine alan ter-
        
        
          biye ediciliği.
        
        
          
            semavat:
          
        
        
          semalar, gökler.
        
        
          
            sure-i Nur:
          
        
        
          Nur suresi.
        
        
          
            şakirt:
          
        
        
          talebe, öğrenci.
        
        
          
            şümul:
          
        
        
          içine alma, kaplama,
        
        
          ihata etme.
        
        
          
            tabaka:
          
        
        
          kat, katman.
        
        
          
            tabaka-i avam:
          
        
        
          avam tabaka-
        
        
          sı, halktan ilmi irfanı kıt olanla-
        
        
          rın tabakası, halk.
        
        
          
            taife:
          
        
        
          bölük, takım, güruh, fır-
        
        
          ka.
        
        
          
            tedbir:
          
        
        
          idare etme, çekip çe-
        
        
          virme.
        
        
          
            ulvî:
          
        
        
          yüksek, yüce.
        
        
          
            ulviyet:
          
        
        
          ulvîlik, yücelik, yük-
        
        
          seklik, ululuk.
        
        
          
            umum:
          
        
        
          bütün.
        
        
          
            vüs’at:
          
        
        
          genişlik, bolluk.
        
        
          
            zahirî:
          
        
        
          görünüşte olan; zahire,
        
        
          dışa ait olan.
        
        
          
            zat:
          
        
        
          kişi, şahıs.
        
        
          
            ziyade:
          
        
        
          fazlasıyla
        
        
          onunCu mesele
        
        
          
            | 100 |
          
        
        
          
            M
          
        
        
          
            eYve
          
        
        
          
            R
          
        
        
          
            isalesi
          
        
        
          
            AsA-yı MûsA