Emirdağ Lâhikası - page 563

Œ
2 6 2
œ
Aziz,SıddıkKardeşlerim!MedresetüzzehraErkânları,
NurNaşirleri!
Ev ve l â :
Bir meseleyi biz münasip gördük; size, asıl
nur hakkında söz sahibi Medresetüzzehra erkânlarının
tensibine havale etmek için kalbe geldi. Şöyle ki:
Bugünlerde bana hizmet eden üç arkadaşımızın mu-
vakkaten birkaç gün benden ders almak iştiyaklarına bi-
naen ve eski zamanda talebelerime verdiğim kıymettar
bir hatırayı hayatlandırmak iştiyakına binaen, matbu
Le-
maat
’ı her gün bir sayfasını ders veriyordum. Hem ben,
hem onlar çok hayretle ve takdirle karşılıyorduk. Fikrimi-
ze geldi ki: Bu matbu risalenin, sair matbu risaleler gibi
nüshalarının kalmadığının sebebi, bunun çok kıymettar
olduğunu bilen düşman kısmı intişarına mâni olduklarına
ve dost kısmı, kıymeti için elinden çıkarmadığına kana-
atimiz geldi.
Hem gördük ki, bu
Lemeat
, risale-i nur’un mühim bir
kısmının çekirdekleri, tohumları hükmünde gayet güzel
vecizelere ve hiçbir edibin ve mütefekkirin muvaffak ola-
madığı bir tarzla sehl-i mümteni gibi taklit edilmez büyük
bir hakikat-i içtimaiyeyi küçük bir vecizede ve manzum
bir kitabı, mensur gibi, aynı nesirli bir kitap gibi, hiç naz-
mı hatıra getirmeden kolayca okunacak bir tarzda bulun-
ması, otuz yedi sene evvel ramazan-ı flerifin yirmi günün-
de her gün bir-iki saat iştigaliyle bir tarzda koca bir
Emirdağ Lâhikası – ıı | 563 |
naşir:
eser, neşreden, yayınlayan,
dağıtan.
nazım:
kafiyeli, vezinli söz.
nesir:
manzum olmayan söz veya
yazı, düz yazı.
nüsha:
birbirinin aynı olan yazılı
metinlerden her biri.
risale:
Risâle-i Nur Külliyatını mey-
dana getiren kitaplardaki her bir
bağımsız bölüm.
sair:
diğer, başka, öteki.
sehl-i mümteni:
gayet kolay söy-
lenivermiş ve yazılıvermiş görün-
düğü hâlde, benzeri yazılmaya
kalkışılınca güçlüğü anlaşılan eser-
ler, taklidi zor olan söz veya şiir-
ler.
sıddık:
çok doğru, dürüst, hakkı
ve hakikati tereddütsüz kabulle-
nen.
takdir:
beğenme, beğendiğini be-
lirtme.
taklit:
benzemeye veya benzet-
meye çalışma.
talebe:
öğrenci.
tarz:
biçim, şekil.
tensip:
uygun görme, münasip
kılma, uygun bulma.
vecize:
özdeyiş, icazlı söz, öz, kısa
fakat ifadece kuvvetli söz.
aziz:
izzetli, muhterem, say-
gın.
binaen:
-den dolayı, bu se-
bepten.
edip:
edebiyatçı, edebiyatla
meşgul olan.
erkân:
ileri gelenler.
evvel:
önce.
evvelâ:
öncelikle.
gayet:
son derece.
hakikat-i içtimaiye:
sosyal
gerçek, içtimaî realiteler.
havale:
bir şeyi başkasının üs-
tüne bırakma.
hükmünde:
değerinde, ye-
rinde.
intişar:
yayılma, yaygınlaşma,
neşrolunma.
iştigal:
bir işle uğraşma, meş-
gul olma.
iştiyak:
aşırı isteme, çok fazla
arzu etme.
kanaat:
inanma.
kıymet:
değer.
kıymettar:
kıymetli, değerli.
Lemaat:
Risale-i Nur Külliya-
tından bir eserin adı.
mâni:
engel.
manzum:
ölçülü, sıralı, düzen-
lenmiş, vezinli.
matbu:
tab edilmiş, basılmış.
medresetüzzehra:
Bediüzza-
man’ın doğuda (Van) yapılma-
sını idarecilere teklif ettiği, fen
ilimleriyle din ilimlerinin bir-
likte okutulmasını düşündüğü
üniversite.
mensur:
manzum olmayan
nesir hâlindeki yazı.
mesele:
konu.
muvaffak:
başarmış, başarılı.
muvakkaten:
geçici olarak.
mühim:
önemli, ehemmiyetli.
münasip:
uygun, yerinde.
mütefekkir:
düşünür, filozof.
1...,553,554,555,556,557,558,559,560,561,562 564,565,566,567,568,569,570,571,572,573,...1032
Powered by FlippingBook