Emirdağ Lâhikası - page 590

bir adamın şahsına karşı bin defa böyle itiraz da olsa umu-
mî bir dava oluyor. Mahkeme-i adalet buna dair böyle bir
hükmü vermek elbette pek acib bir mâna iş içinde var.
Şimdi böylelerin elindeki dört defa nur eserleri beraet
kazandıkları ve şimdi dâhiliye Bakanı, evvelce Adliye
Bakanı üç defa beraetine ve suç mevzuu olmadığına ve
bizi mahkûm eden Afyon kararını bozmasıyla, suç mev-
zuu olmadığına hüküm verdiği hâlde, şimdi bütün millet,
adalet ve şefkat ve diyanete hizmet bekledikleri demok-
rat hükûmeti zamanında, eski müstebitlerin dehşetli
plânlarıyla risale-i nur’a karşı garazkârlarının keyfine bı-
rakmak, demokrat hükûmeti aleyhinde büyük bir hıya-
nettir. Ve milletin teselli-i ümidini kırmaktır. Benim An-
kara’da bir vekilim Mustafa sungur’dur. 17.11.1950 ta-
rihli çektiği telgrafta, umum risalenin bize iadesine karar
verilmiş diye müjde verdi. Ve âdil Adliye Vekili üç defa
beraet verdiği ve şimdi de sungur’un mektubuna göre
hem iadesine emir verildiğini ve şimdi telefonla haber
vereceğim söyledikleri hâlde, bu onaltı seneden beri
aleyhimizde olan iftiralar ve jurnallar hem eskişehir,
hem denizli Mahkemesinde bütün dosyaları Afyon Mah-
kemesi toplamak ve af kanununun çıkmasıyla ve mah-
kemelerin beraet vermesiyle, o mübarek eserleri, o
dosyalar içerisine karıştırarak çürütmek için mahzene
atmak ve üç seneden beri bizi aldatan bazı eşhasa nur-
ların işlerini bırakmamak lâzım geliyor. Başbakan ve
acip:
tuhaf, hayret veren, hayrette
bırakan, şaşılacak şey.
adalet:
her hak sahibine hakkının
tam ve eksiksiz verilmesi, hakka-
niyet, âdillik.
adliye:
mahkeme, yargılama işle-
riyle uğraşan daire.
ahir:
son.
aleyh:
karşı, karşıt.
beraat:
temize çıkma, suçsuz ol-
duğu anlaşılma.
cebren:
cebirle, zorla, kuvvet kul-
lanarak, mecburî.
cebr-i umumî:
umumî baskı, ge-
nel zorlama.
dair:
alakalı, ilgili.
dava:
hak aramak maksadıyla
mahkemeye müracaat etme.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
din-i islâm:
İslâm dini.
diyanet:
din, dindarlık.
garazkâr:
kinli, düşmanlık güden,
garazı olan, kötü kasıt sahibi.
gayet:
son derece.
haber:
bilgi.
hadis:
Hz. Muhammed’e (asm) ait
söz, emir, fiil veya Hz. Peygambe-
rin onayladığı başkasına ait söz, iş
veya davranış.
hakikat:
gerçek.
heyet:
kurul, topluluk; birlik teşkil
eden şahıs ve şeylerin tamamı.
hıyanet:
hainlik, ihanet, kendine
olan güveni kötüye kullanma, sö-
| 590 | Emirdağ Lâhikası – ıı
zünde durmayıp oyun etme.
hüküm:
karar, emir.
ispat:
doğruyu delillerle gös-
terme.
itiraz:
kabul etmediğini be-
lirtme, karşı çıkma.
kararname:
sorgu hakiminin
hazırladığı, suçlamaya veya
aklamaya dair resmi yazı.
keyfî:
kanuna uymayarak,
keyfe, arzuya bağlı.
mahkeme-i adalet:
adalet
mahkemesi, hakka riayet edi-
len mahkeme, doğruluğun be-
nimsenip uygulandığı yer.
mahkûm:
kendine hükmolu-
nan, hükümlü.
mevzu:
vaz olunmuş, konul-
muş, yerleştirilmiş.
millet-i islâmiye:
İslâm mil-
leti.
muhabbet:
sevgi, sevme.
muzır:
zararlı, zarar veren.
mühim:
önemli, ehemmiyetli.
müstebit:
zulüm ve baskıda
bulunan, zorba.
nam:
ad, yerine.
neşir:
kitap basma, çıkarma;
herkese duyurma, yayma.
süfyan:
ahir zamanda gele-
ceği ve ümmetin karanlık gün-
ler yaşamasına sebep olacağı
sahih hadislerde bildirilen deh-
şetli, dinsiz ve münafık şahıs.
şahsî:
şahsa, kişiye ait, hususî.
şefkat:
karşılıksız sevgi bes-
leme, içten ve karşılıksız mer-
hamet.
taassup:
aşırı bağlılık, aşırı ta-
raftarlık, fanatizm.
teselli:
avunma.
ümit:
umut, umma, ümit; bazı
şeylerin istediği yönde olması
konusunda beslenen his.
1...,580,581,582,583,584,585,586,587,588,589 591,592,593,594,595,596,597,598,599,600,...1032
Powered by FlippingBook