Mektubat - page 265

resul-i ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm o hayvandan
sordu. o
susmar
fasih bir dille risaletine şahadet etti.
(1)
• Hem ümmü’l-Mü’minîn ümmü seleme haber veri-
yor ki: Bir ceylân resul-i ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm
ile konuşmuş ve risaletine şahadet etmiş.
(2)
İşte bunun gibi çok misaller var. Hem de kat’î şöhret
bulmuş birkaç numuneyi gösterdik. Ve resul-i ekrem
Aleyhissalâtü Vesselâmı tanımayana ve itaat etmeyene
deriz:
ey insan, ibret alınız! kurt, aslan, resul-i ekrem Aley-
hissalâtü Vesselâmı tanıyor, itaat ediyorlar. sizlerin hay-
vandan, kurttan aşağı düşmemeye çalışmanız iktiza eder.
İkİNCİ Şube:
Cenazelerin ve cinlerin ve melâikelerin
resul-i ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmı tanımalarıdır. Bu-
nun da çok hâdiseleri var. numune için, şöhret bulmuş
ve mevsuk imamlar haber vermiş birkaç numuneyi, evve-
lâ cenazelerden göstereceğiz. Amma cin ve melâike ise,
o mütevatirdir; onların misalleri bir değil, bindir.
n
İşte
ölülerinkonuşması
misallerinden,
Birincisi
şudur ki: Ulema-i zahir ve bâtının tâbiîn
zamanında en büyük reisi ve İmam-ı Ali’nin mühim ve sa-
dık bir şakirdi olan Hasan-ı Basrî haber veriyor ki:
Bir adam, resul-i ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın ya-
nına gelerek, ağlayıp sızladı. dedi: “Benim küçük bir kı-
zım vardı; şu yakın derede öldü, oraya attım.”
Mektubat | 265 |
o
n
d
okuzuncu
m
ekTup
leri sahih hadis.
numune:
örnek, misal.
reis:
baş, başkan.
Resul-i ekrem:
çok cömert, ke-
rim ve Allah’ın insanlara bir elçisi
olan Hz. Muhammed.
risalet:
resullük, peygamberlik, el-
çilik.
sadık:
doğru; dostluğu ve bağlılığı
içten olan.
susmar:
keler, kertenkele.
şahadet etmek:
şahitlik, tanıklık
etmek; Kelime-i Şahadet getirmek.
şakirt:
talebe, öğrenci.
tâbiîn:
Hz. Muhammed’in asha-
bıyla görüşmüş, onlardan hadis
dinlemiş ve ders almış olan Müs-
lümanlar.
ulema-i zahir ve bâtın:
dinin hem
açık hükümlerini hem de mana
ve sırlarını bilen âlimler.
Ümmü’l-Mü’minîn:
Mü’minlerin
Annesi.
aleyhissalâtü vesselâm:
sa-
lât ve selâm onun üzerine ol-
sun.
evvelâ:
birinci olarak, önce-
likle.
fasih:
güzel, açık ve düzgün.
hâdise:
olay.
ibret:
bir olaydan ders alma,
ders çıkarma,
iktiza etmek:
lâzım gelmek,
gerekmek.
imam:
bir ilimde sözü delil
kabul edilebilecek derecede
derin ve geniş bilgi sahibi olan
âlim.
itaat etme:
boyun eğme, uy-
ma, dinleme.
kat’î:
kesin, şüphesiz.
melâike:
melekler.
mevsuk:
vesikaya dayanan;
sağlam, inanılır, güvenilir.
misal:
örnek, numune.
mühim:
önemli.
mütevatir:
yalan söylemekte
birleşmelerini aklın kabul et-
meyeceği bir topluluğun ver-
diği haber, böyle bir toplulu-
ğun senedin başından sonu-
na kadar yine kendileri gibi
bir topluluktan rivayet ettik-
1.
Beyhakî, 6: 36; Aclûnî, Kenzü’l-Ummal, 12:355, 358.
2.
Kadı İyaz, Şifa, 1:266; İbni Kesir, el-Bidayeve’n-Nihaye, 6:148.
1...,255,256,257,258,259,260,261,262,263,264 266,267,268,269,270,271,272,273,274,275,...1086
Powered by FlippingBook