Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 18 Ağustos 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

ÂYET-İ KERİME MEÂLİ

Şeytan sizin düşmanınızdır; siz de onu düşman bilin.

O kendisine uyanları alevli Cehennem ateşinin ehlinden olmaya çağırır.

Fâtır Sûresi: 6

18.08.2006


HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ

Kim ki bir evde darlık meydana getirir veya bir yolu keser, ya da bir mü'mine eziyet verirse onun yaptığı cihad, cihad değildir.

Câmi'ü's-Sağîr, c: 3, 3687

18.08.2006


Bediüzzaman’ın savaş ahlâkı -1-

‘Çoluk çocuğa ilişmeyin!’

Bediüzzaman, Kafkas Cephesinde Enver Paşa ve fırka kumandanının hayranlıkla takdir ettikleri hizmet-i cihadiyeyi yaptıktan sonra, Rus kuvvetlerinin ilerlemesinden dolayı Van’a çekildi. Van’ın tahliyesi ve Rusların hücumu sırasında, bir kısım talebeleriyle Van Kal’asında şehit oluncaya kadar müdafaaya katî karar verdikleri halde, geri çekilen Van Valisi Cevdet Beyin ısrarıyla, Vastan kasabasına çekildi. Vali, kaymakam, ahali ve asker Bitlis tarafına çekilirken, bir alay Kazak süvarisi Vastan üzerine hücum etmişti. Molla Said, Van’dan kaçan ahalinin mal ve çoluk çocuklarının düşman eline geçmemesi için otuz-kırk kadar kaçamamış asker ve bir kısım talebeleriyle o Kazaklara karşı koymuş ve hepsinin kurtulmasını sağlamıştır. Hatta, hücum eden Kazaklara dehşet vermek için, geceleyin onların üstündeki yüksek bir tepeye hücum tarzında çıkıyor; güya büyük bir imdat kuvveti gelmiş zannettirerek, Kazakları oyalayıp, ilerletmiyordu. Böylelikle, Vastan’ın Rus istilâsından kurtulmasına sebep olmuştur.

O muharebe zamanlarında sipere döndüğü vakit, kıymettar talebesi Molla Habib ile, İşârâtü’l-İ’caz namındaki tefsirini telif ediyordu. Bazan avcı hattında, bazan at üzerinde, bazan da sipere girdikleri zaman, kendisi söylüyor, Molla Habib de yazıyordu. İşârâtü’l-İ’câz’ın büyük bir kısmı bu vaziyette telif edilmiştir. (...)

O muharebede yirmi talebe kadar kıymettar ve İşârâtü’l-İ’caz tefsirinin katibi olan Molla Habib, İran cephesinde kumandan Halil Paşa ile mühim bir muhabere vazifesini temin ettikten sonra Vastan’da şehit düşer.

O muharebeler esnasında, Ermeni fedaileri bazı yerlerde çoluk çocuğu kesiyorlardı. Buna karşı Ermenilerin çocukları da bazan öldürülüyordu. Bediüzzaman’ın bulunduğu nahiyeye binlerle Ermeni çocuğu toplanmıştı. Molla Said askerlere, “Bunlara ilişmeyiniz!” diye emretti. Daha sonra bu Ermeni çoluk çocuğunu serbest bıraktı; onlar da, Rusların içerisindeki ailelerinin yanına döndüler. Bu hareket Ermeniler için büyük bir ibret dersi olup, Müslümanların ahlâkına hayran kalmışlardı. Bu hadise üzerine, Ruslar bizi istilâ ettiklerinde, fedai komitelerin reisleri Müslüman çoluk çocuğunu kesmek âdetini bırakıp, “Madem Molla Said bizim çoluk çocuklarımızı kesmedi, bize teslim etti; biz de bundan sonra Müslümanların çocuklarını kesmeyeceğiz” diye ahdettiler. Molla Said, bu sûretle o havalideki binlerle masumların felâketten kurtulmasını temin etmiş oldu.

Tarihçe-i Hayat, s. 94-99

Bediüzzaman Said NURSİ

18.08.2006


Şefkat

Şefkat; acıma, merhamet etme ve koruma hislerini içinde barındıran sevgidir. Şefkatte yumuşak davranma ve içtenlik hâkimdir. Şefkat deyince, akla hemen sevgili anneler gelir. Çünkü onlar şefkat kahramanı ve madenidirler. Şefkatte aşktan daha keskin bir sevgi, yoğun bir muhabbet, candan geçecek kadar fedakârlık, hakikî bir ihlâs ve samimiyet vardır. Anneler çocukları için canlarını bile hiç çekinmeden fedâ edebilirler. Bu şefkatte hiçbir gösteriş, hiçbir karşılık, hiçbir şahsî menfaat, hiçbir şan ve şeref beklentisi yoktur.1 Bütün annelerin şefkâtleri ancak rahmetin tecellîsinin bir parıltısıdır.2

İnsanın en birinci üstadı ve tesirli muallimi, annesidir. Annelerin şefkatli fiillerinden, hallerinden ve mânevî derslerinden alınan feyiz, hayatın sonuna kadar devam eder. Şefkatli anneler, çocuklarının dünya hayatında tehlikeye girmemesi, istifade ve fayda görmesi için her türlü fedakârlığı göze alırlar ve onları öyle terbiye ederler. Bir annenin çocuğunun ebedî hayatını düşünmemesi fıtrî şefkate zıttır. Çocukların masum yüzlerini sadece fânî dünyaya çevirmek şefkati sûistimal etmektir. Hesap gününde çocukların annelerinden şikâyetçi olmamaları için, imanlarının takviye ve İslâm terbiyesi ile terbiye edilmesi lâzımdır. Eğer hakikî şefkat sûistimal edilmezse, o şefkat sırrıyla çocuğun yaptığı bütün iyiliklerinin bir misli, annesinin amel defterine geçecektir.

Bediüzzaman Hazretleri; “Meslek ve meşrebimin dört esasından en mühimi olan şefkat etmektir. Risâle-i Nur’un da en büyük hakikati olan acımak ve merhamet etmeyi, o validemin şefkatli fiil ve halinden ve o mânevî derslerinden aldığımı yakînen görüyorum”3 demektedir.

İslâma zarar vermek; aile hayatını bozmak, gençleri yoldan çıkarmak ve kadınların gafil kısmını yanlış yollara sevk etmek, şefkat kaynağını kurutmaya çalışmak iledir. Bir toplumda şefkâtin yokluğu, fesadın dirilmesi demektir.4

Siyasetle şefkat çoğu zaman birbirine zıttır. Siyasetin genellikle toptancı bakış açısı yüzünden çok zulümler olmakta ve bir çok masum zarar görmektedir. Bu sebeple Risâle-i Nurdaki şefkat, gerek Bediüzzaman’ı ve gerekse talebelerini şiddetle siyasetten men etmektedir.5

“Şefkât itibariyle bir mâsuma zarar gelmemek için bana zulmeden cânilere, değil ilişmek, belki bedduâ ile de mukâbele edemiyorum”6 diyen Bediüzzaman, zalimlerin masum yakınlarını bile düşünecek inceliği göstermektedir. Aynı zamanda cemiyetin imanını selâmette görmezse, ahiretini bile feda edecek kadar da şefkat kahramanıdır.

Şefkât, acz yüzünden elemli bir musibet haline gelebilmektedir.7 İnsanın sevdiklerine karşı elinin kolunun bağlı olması, çok istediği halde bir şey yapamaması çok acı vericidir. İleri derecede kanser olan bir hastanıza, dünyanın en zengini de olsanız bir şey yapamazsınız.

Kâfirler şefkâte lâyık değillerdir.8 Çünkü şefkatin kaynağı olan imandan kaçmaktadırlar. Bu aynı zamanda zarara bilerek razı olmaktır. Bilerek zarara razı olana da şefkât ve merhamet edilmez.9

Bir takım insanlar, Allah’ın koymuş olduğu had cezalarını çok acımasız ve şefkate ters bulmaktadırlar. Böylece masumların haklarını arayacakları ve onlara şefkat edecekleri yerde, cânî ve hırsızlara acıyarak şefkatlerini yanlış yönde kullanmaktadırlar. Bilindiği üzere, merhamet-i İlâhiye’den ileri şefkât olunmaz.10 Olursa, zulüm olur.

Şefkâtli olanlar, kimseyi tahkir etmez, zillete düşürmeye ve aşağılamaya kalkışmaz.11 Bir kimsenin kalbi gerçekten muhabbetle doluysa, orada düşmanlığa yer yoktur. Varsa bile o düşmanlık kısa zamanda şefkate dönüşür.12

Cenâb-ı Allah Kur’ân-ı Mucizü’l-Beyân’ında insanlara çok şefkat ve merhametli hitaplarda bulunmaktadır.13 Şefkat, Cenâb-ı Allah’ın Rahim ismine kavuşturan keskin bir yoldur.14 Bu sebeple insanların da hemcinslerine karşı şefkâtli olması hakikî şükrün bir esasıdır.15

Gerçek şefkat, imandan kaynaklanan şefkattir. Böyle bir şefkatin de gerçek hürriyeti beslediği unutulmamalıdır.16

Kaynaklar:

1- Lem’alar, s. 197-206, Y.A.N.

2- Sözler, s. 36, 322, Y.A.N.

3- Lem’alar, s. 197-206, Y.A.N.

4- İşârâtü’l-İ’câz, s: 104, Y.A.N.

5- Târihçe-i Hayat, s: 369, Y.A.N.

6- Şuâlar, s: 325, Y.A.N.

7- Sözler, s: 587, Y.A.N.

8- Sözler, s: 578, Y.A.N.

9- Mektubat, s: 346, Y.A.N.

10- Kastamonu Lâhikası, s: 170, Y.A.N.

11- İşârâtü’l-İ’câz, s: 103, Y.A.N.

12- Hutbe-i Şamiye, s: 58, Y.A.N.

13- Lem’alar, s. 132, Y.A.N.

14- Mektubat, s: 442, Y.A.N.

15- Mektubat, s: 389, Y.A.N.

16- Hutbe-i Şamiye, s: 66, Y.A.N.

Kadir AYTAR

18.08.2006


Münevvil

Allah (c.c.), Münevvil’dir. Yani nevâleler ve yiyecekler yaratır, mahlûkatına bol bol ikram eder, sayısız nîmetler verir. Hiçbir kulunu açlığa terk etmez, susuz bırakmaz, hiç kimseyi ihmâl etmez. Denizin dibindeki balıklardan, karaların en küçük canlılarına kadar hiçbir canı ve yüreği gıdasız bırakmaz, çâresizliğe sevk etmez.

Münevvil ismi Hazret-i Ali’nin (r.a.) Peygamber Efendimizden (a.s.m.) rivâyet ettiği Cevşenü’l-Kebir’de vârit olmuştur.1

Her şeyin Cenâb-ı Hak nâmına hareket ettiğini ve zerrecikler gibi tohumların başlarında koca ağaçları bu güçle taşıdığını beyan eden Bedîüzzaman, her bir ağacın “Bismillah” diyerek, rahmet hazinelerinden ellerini doldurup bizlere tablacılık ettiklerini, her bir bahçenin “Bismillah” diyerek kudret mutfağından bir kazan olduğunu ve çeşit çeşit muhtelif leziz taamların içinde beraber pişirildiğini her bir inek, deve, koyun, keçi gibi mübârek hayvanların “Bismillah” diyerek Rahmet feyzinden birer süt çeşmesi olduklarını ve bizlere Rezzâk namına en latîf, en nazîf, hayat kaynağı gibi bir gıdâyı takdim ettiklerini kaydeder.2

Tablacı hükmündeki insanlara bir fiyat verdiğimiz halde, asıl mal sahibi olan Allah’a ne fiyat vermeliyiz diye soran Bediüzzaman Saîd Nursî, hakîkî nimet veren Cenâb-ı Hakkın bizden istediği fiyatın üç maddede özetlenebileceğini, bunların zikir, fikir ve şükür olduğunu, başta “Bismillah”ın zikir, sonunda “Elhamdülillah”ın şükür, ortada ise bu kıymettar nimetlerin Ehad ve Samed olan Allah’ın kudret mu’cizeleri ve rahmet hediyesi olduklarını düşünmenin ve bunu anlamanın da fikir olduğunu beyan eder.3

(Risâle-i Nur’da Esma-i Hüsna)

Dipnotlar:

1- Mecmuatü’l-Ahzab: 244

2- Sözler, s. 12

3- A.g.e., s. 13

18.08.2006


Kuvve-i akliye

Kuvve-i akliyenin tefrit mertebesi gabavettir ki, hiçbir şeyden haberi olmaz. İfrat mertebesi cerbezedir ki, hakkı batıl, batılı hak suretinde gösterecek kadar aldatıcı bir zekaya malik olur. Vasat mertebesi ise hikmettir ki, hakkı hak bilir, imtisal eder; batılı batıl bilir, içtinap eder. “Kime hikmet verilmişse, işte ona pekçok hayır verilmiştir.” (Bakara Sûresi: 269.)

İhtar: Bu kuvvetin şu üç mertebeye inkısamı gibi, füruatı da o üç mertebeyi havidir. Mesela, halk-ı ef’al meselesinde Cebr mezhebi ifrattır ki, bütün bütün insanı mahrum eder. İtizal mezhebi de tefrittir ki, tesiri insana verir. Ehl-i Sünnet mezhebi vasattır. Çünkü bu mezhep, beyne-beynedir ki, o fiillerin bidayetini irade-i cüz’iyeye, nihayetini irade-i külliyeye veriyor. Ve keza, itikadda da tatil ifrattır, teşbih tefrittir, tevhid vasattır.

İşârâtü’l-İ’câz, s. 29-30

***

Beşerin şeheviye ve gadabiye kuvvetleri kuvve-i akliyesine münkad ve mağlup olursa, beşer, mücahedesinden dolayı melaikeye tefevvuk eder. Aksi halde, hayvanattan daha aşağı olur; çünkü özrü yoktur.

İşârâtü’l-İ’câz, s. 254

***

..kuvve-i akliye dalında, âlem-i insaniyetin dimâğına dehriyyun, maddiyyun, tabiiyyun gibi meyveleri vermiş, beşerin beynini bin parça etmiştir.

Sözler, s. 499

***

Kuvve-i akliyeden dehriyun, maddiyun, felâsife çıkmışlardır ki, Vacibü’l-Vücuda bir mahlûk-u vahidi verir, bâkî kalan mülkünü gayra taksim ederler.

Mesnevî-i Nuriye, s. 168

18.08.2006


Delâili’n-Nur

22. Tevrat, İncil, Zebur ve peygamberlere gelen sahifelerin, peygamberliğini haber verdiği, peygamberliğinden önce meydana gelen fevkalâde hâdiselerin, sesleri duyulduğu halde kendileri görülmeyen cinnîlerin, velî insanların, beşer kâhinlerinin nübüvvetini müjdelediği, güneşin kendisi için durduğu, ayın bir işâretiyle ikiye bölündüğü Seyyidimiz ve Efendimiz Muhammed’e salât ve selâm olsun. Milyon salât, milyon selâm, sana olsun ey Allah’ın habibi!

18.08.2006


Dâhî bir müellif

Bediüzzaman, ihlâs-ı tâmmeye mâlik, hârikulâde, hakiki bir müfessir-i Kur’ân’dır. Hem ihlâs-ı etemme vâsıl olmuş, kahraman ve yektâ bir hâdim-i Kur’ân’dır. Risâle-i Nur’un müellifi olmak itibâriyle hem bir mütekellim-i âzamdır, hem ilimde gayet derecede mütebahhir ve râsih, muhakkik ve müdakkik bir allâmedir, hem ilm-i mantığın yüksek, nazîrsiz bir üstâdıdır.

Ta’lîkat nâmındaki telifâtı, mantıkta bir şâheserdir. Hem mümtaz ve hakperest ve hakikatbîn bir dâhîdir, hem Kur’ân’la barışık müstakîm felsefenin hakîkatperver bir feylesofudur, hem nazîrsiz bir sosyolog (içtimâiyatçı) ve bir psikolog (ruhiyâtçı) ve bir pedagogdur (terbiyeci), hem dâimâ hakikat terennüm etmiş ve eden, yüksek ve emsâlsiz ve dâhî bir müellif ve edibdir.

18.08.2006


‘Daha elini indirmeden bulut toplandı’

Başta meşhur İbni Huzeyme, Sahih’inde, râviler Hazret-i Ömer’den naklediyorlar ki:

Gazve-i Tebük’te susuz kaldık. Hattâ bazılar devesini keser, susuzluktan içini sıkar, içerdi. Ebû Bekri’s-Sıddık, Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’a duâ etmek için rica etti. Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm elini kaldırdı; daha elini indirmeden bulut toplandı, yağmur öyle geldi ki, kaplarımızı doldurduk. Sonra su çekildi. Ordumuza mahsus olarak, hududumuzu tecavüz etmedi. Demek, tesadüf içine karışmamış, sırf bir mucize-i Ahmediyedir (asm).

Mektubat, s. 124

18.08.2006

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004