Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 28 Ekim 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Görüş

Keşmir ilgi bekliyor

Keşmir halkı 27 Ekim’i “Kara Gün” olarak anıyor. Hari Singh’in imzaladığı iltihak senediyle, 1947 yılında Hint kuvvetleri, Keşmir’e girmiş ve halkın isteklerini hiçe sayıp işgal etmişti. Hindistan Genel Valisi Lord Mountbatten bu iltihak senedini onaylamış ve bunun geçici olduğunu, halk oylamasına gidileceğini söylemişti. Bu halk oylaması sözü, 60 binden fazla masum Keşmirlinin hayatına mâl oldu. O günden beri, bütün devlet imkânları kullanılarak Keşmir halkına yapılan zulüm ve gaddarlık, halkın içindeki özgürlük ateşini söndürmeye yetmedi.

HAKLARI GASP EDİLİYOR

Birleşmiş Milletler gözcülüğünde yapılması öngörülen “özgür ve eşit” halk oylaması da dahil olmak üzere Hindistan yıllardır Keşmir için alınan bütün BM kararlarına karşı çıkıyor. Hint askerlerinin yoğun baskısıyla, Keşmir halkının hakları gasp ediliyor. Her gün tarih sayfalarına yeni cinayetler, işkenceler, tecavüzler ve sayısız insanlık dışı olaylar eklenirken, Hindistan tarafı bundan hiç rahatsızlık duymuyor. Hindistan hükümeti bunu her ne kadar “sınırdaki yerel halkın terörist saldırıları” olarak göstermek istese de Keşmir halkının özgürlük ve hür irade mücadelesi gün geçtikçe kuvvetleniyor.

Bugüne kadar bu anlaşmazlığa çözüm bulmak için ciddî bir girişimde bulunmayan Hindistan’ın, Pakistan’ın bölgenin özerkliği ve silâhsızlanması doğrultusunda yaptığı teklifler, bazılarına göre iki taraf arasındaki uçurumu daraltmış ve az da olsa Hindistan’ın dikkatini çekmeyi başardı. Ancak kimse yüzeysel konuşmaların ötesine geçmiyor.

DEPREM YAKINLAŞTIRDI

Geçen yıl yaşanan deprem felâketi, iki ülkenin ve Keşmir halkının yakınlaşarak kalıcı bir çözüm bulması için imkân sağlamıştı. Ancak Hindistan hükümetinin “katı ve inatçı tutumu”, bu fırsatın kaçmasına sebep oldu. Kontrol sınırının 5 noktadan açılması ve otobüs seferlerinin düzenlenmesi insanların görüşmesini ve geçici bir rahatlama sağladı. Bu etkileşim her ne kadar Pakistan ve Hindistan arasındaki güveni tazelemede önemli bir kilometre taşı olsa da, bu bölge insanı için fedakârlıklarla dolu tarihinin esas amacını taşıyor. Hindistan ve Pakistan’ın yaptığı nükleer denemeler dikkatlerin bölgeye çevrilmesine sebep oldu. Dünyanın, elli yılı aşkın bir süredir çözülemeyen bu soruna müdahale etme ve çözüm bulma zorunluluğu var.

ZULME DUR DENSİN

Uluslar arası toplum, ikili ilişkiler nezdinde Hindistan’ı ikna etmek için müdahale etmesi, hem de bir an önce masum Keşmir halkına artarak uygulanan zulme “dur” demesi isteniyor. Eğer uluslar arası toplum bu sorunun ciddiyetini kavrayamazsa, iki nükleer silâh sahibi komşu arasında yeni bir savaşa sebep olabilir. Bu savaş, sadece konvansiyonel silâhlarla sınırlı kalmayıp bütün bölge için bir felâket olabileceği bildiriliyor.

Bugünkü durumda Hindistan “sınırların yeniden çizilmesi” ve “ikinci kez bölünme” fikirlerine karşı çıkarken, bir yandan da kontrol sınırını, kalıcı sınır yapmaya çabalıyor. Birçok düşünce adamı ve aydın yeni fikirler ortaya atarak yeni girişimlerle bu anlaşmazlığa bir çözüm bulmak gerektiği sonucunda birleşiyor.

PAKİSTAN VE HİNDİSTAN ADIM ATMALI

Kalıcı bir çözüm projesini sadece Pakistan ve Hindistan’ın değil, bu sorundaki esas taraf olan Keşmir halkının da kabul etmesi gerekiyor. Masum insanların hayatına mal olan bu sorunu çözmek için Pakistan ve Hindistan’ın adım atarak, önceki pozisyonlarını değiştirmeleri gerekiyor.

Keşmir halkı, haklı bir amaç için mücadele veriyor ve uluslar arası toplum masum Keşmirli’lerin kanının akmasına ve bütün insanlık haklarının ihlâl edilmesine izin vermemeli…

Mehmet KARA

28.10.2006


Millî Eğitim Bakanına açık mektup

Muhterem Bakanım,

Geçtiğimiz öğretim yılının sonuna doğru okullarda başlayan ve halen devam eden öğrenci kavgaları, eğitim öğretimle birlikte okul yönetimlerini de ciddî biçimde “tehdit” eder bir hale geldi. Lise öğretmeni olarak mesleğe başladığım 1963 yılından beri (12 Eylül 1980 öncesi de dahil), ilk ve ortaöğretim kurumlarında disiplini ortadan kaldıran “zincirleme” bu denli olaylara hiç şahit olmamıştık.

Dünyadaki genel gidişatı ölçü alarak yaptığınız beyana göre, “Türkiye, öğrenci olaylarının en az yaşandığı bir ülke” olsa da—ki kabulü mümkün değil—olayların seyri, öyle olmadığını ve mutlaka ciddiye alınması gerektiğini apaçık ortaya koyuyor.

Üç yılı aşan bakanlığınız döneminde, ürettiğiniz ve uygulamaya koyduğunuz projelerle, Türk Millî Eğitimine çok önemli katkılarda bulundunuz. Bu çalışmalarınız sırasında hukuk normları biraz daha dikkatli gözetilseydi ve böylece yargı engeline takılmasaydınız, bu hizmetlerin sayısı belki daha fazla da olabilirdi. Ne var ki, bütün gayretinize rağmen, okullardaki disiplin olaylarına, daha doğrusu öğrenci disiplinsizliklerine bir çare getirilemedi.

Bilindiği gibi, dünyanın her yerinde örgün eğitim, “okul düzlemindeki öğretmen, öğrenci ve veli üçgeni”nde oluşuyor. Şimdi bu olguyu, bizim ülkemizdeki “olan bitenler” açısından, izninizle biraz tahlil edelim.

A: OKUL BAĞLAMINDA:

Uzun yıllardan beri okullarımızda bir adı da “terbiye” olan “eğitim”in adeta terk edildiği yüksek malûmunuzdur. Bırakın ders sırasındakileri, bir zamanlar bayrak törenlerinde ve özellikle okul idarecilerinin öğrencilere yaptığı öğüt yüklü terbiyevî konuşmalar bile, nedense artık yapılmıyor ya da yapılamıyor.

Otuz yıl kadar önce müfredata alınan ve her branştaki öğretmenin uygulamasına bırakılan “Rehberlik Dersleri”nde, öğrenciye rehberlik etmek yerine, başka derslerin ya da işlerin yapıldığını ben de yaşamıştım. Okullarda daha sonra oluşturulan Rehberlik birimlerinin ise, öğretmen yetersizliğinden ya da bu işin ciddiye alınmamasından iyi işlemediği, cümle âlemin malûmudur. Sözün kısası, okullarımızda gerekli eğitimi ya da diğer adıyla terbiyeyi, öğrencilerimize asla veremiyoruz.

Öğretime gelince, her dereceli okullardaki öğrenci başarısı, daha doğrusu başarısızlığı ortadadır. Uzun, hatta çok uzun yıllardan beri öğretimde oluşturulan boşluk, “özel dershaneler” tarafından doldurulmaya çalışılsa da, öğretimi özel dershanelere devretmek “devletin aczi ya da ayıbı” değil midir? Bu uygulama dolaylı da olsa, öğretimin devlet okullarına rağmen “paralı” hale getirildiğini göstermiyor mu?

B: ÖĞRETMEN BAĞLAMINDA:

Sizi yetiştiren öğretmenlerinizle, bugünün öğretmenlerini benim gibi herhalde siz de karşılaştırıyorsunuz. Aralarında ne kadar fark var değil mi? Bir zamanların İlk Öğretmen ve Yüksek Öğretmen Okullarıyla, Eğitim Enstitülerinde, Millî Eğitim Bakanlığının yetiştirdiği öğretmenlerdeki heyecanı ve sorumluluğu, bugün hiç görebiliyor muyuz?

Kavga etmekte haklı olduğunuz Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK), Eğitim Fakültelerinde bu nitelikli öğretmenleri bugün yetiştirebiliyor mu? Tabiî ki hayır! O halde kurul, bu konuda alınması gerekli olan tedbirleri, acaba neden almıyor? Ya da kanun yapma gücündeki siz, neden etkili olamıyorsunuz? Eğitim Fakülteleri yerine, fakülte düzeyindeki 4 yıllık Yüksek Öğretmen Okullarının ihyası ile ülkemizin sadece ihtiyacı kadar öğretmenin bu okullarda yetiştirilmesi, acaba çok mu zordur? Ya da, kimilerinin tabiri ile “gericilik midir?”

Öte yandan, öğrencilerin okulları ve öğretmenleri yerine özel dershaneleri benimsemesi, öğretmeni gevşek davranmaya, tembelliğe ve başarısızlığa pekâla itebiliyor.

Şimdilik çare olarak yaptığınız, “sözleşmeli öğretmen” istihdamı, —kim ne derse desin— çok yerinde bir uygulamadır. Sözleşme, karşılıklı bir akittir. Verdiği sözü tutmayanın, sözleşmesi sonlanır. Israrla iddia ediyorum ki, eğer bütün öğretmenler sözleşmeli olsaydı, okullardaki başarı yükselir ve öğrencilerin özel dershanelere gitmesine bugün hiç de lüzum kalmazdı.

C: ÖĞRENCİ BAĞLAMINDA:

Okullarımızda ne yazık ki, özlediğimiz ve görmek istediğimiz o öğrenci modeli artık yok. Çünkü okul, aile ve toplum olarak sorumsuz bir nesil yetiştiriyoruz. Çocuklarımız, eğitimi okuldan değil, uzun yıllardan beri “sokak”tan alıyorlar.

Özel televizyon kanallarının yayınları, çocukları son derece ve olumsuz etkiliyor. Bu yayınlarla öğrencilerin önüne hep kötü örnekler konuyor. Çocuklar “kanunsuzluğa,” daha açıkçası “ahlâksızlığa” adeta özendiriliyor. Çocuklarımızın çoğu, sadece okula ve öğretmenlerine değil, ana babasına karşı da “isyankâr” hale gelmiş.

Bütün bu sakıncalara karşı, çocukları “Muzır Neşriyattan Koruma Yasası” uygulanmıyor. Radyo Televizyon Üst Kurulu ise, bu yayınlar üzerinde denetim görevini hiç yapmıyor. Bir özenti olarak başlayan alkol ve sigara tutkusu, ne yazık ki öğrenciler arasında yaygın hale geldi. Daha kötüsü “uyuşturucu” illeti, kimi ilköğretim öğrencilerini bile kollarına almış durumda. Bakanlığınız ve taşra birimleriniz de, bu konuda nedense sorumsuzmuş gibi davranıyor.

Toplumun her kesimine yerleşen “maddî değerlere olan tutku,” manevî değerlerimizi yok etti. Toplum gibi, onun bir parçası olan çocuklarımız da “maddeci” oldular. Oysa, her alanda, ama öncelikle eğitim kurumlarında manevî değerlerimizin öne çıkarılması, sizin iktidarınızın işi olmalıydı.

D: ÖĞRENCİ VELİLERİ BAĞLAMINDA:

Öğrenci velilerinin de, okullarına desteği ve okulları ile işbirliği artık kalmadı. Veli, çocuğunu okula kayıt yaptırırken artık eskiler gibi “Eti senin, kemiği benim” demiyor. ”Çocuğuma bir fiske vuranın, gözünü oyarım” diyor. Çocuğun kulağı azıcık çekildiğinde ya da o fiske vurulduğunda ise, soluğu önce hastahanede, sonra da karakol ya da mahkemede alıyor.

Çocuğuna söz geçiremeyen ancak, okulda çocuğunun kulağı çekildiğinde öğretmenine bir “atmaca” gibi saldıran veliye de doğrular anlatılamadığına göre, görülüyor ki Bakanlığınız “Öğretmen, öğrenci ve veli üçgeni”nde sıkışıp kalmış.

TEDBİRLER, AMA HANGİ TEDBİRLER?

Muhterem bakanım,

Sadece eğitim kurumlarında değil, disiplinin olmadığı hiçbir yerde başarılı bir işin yapılamayacağı malûmunuzdur. Okullardaki disiplinsizlik ise, eğitimi de, öğretimi de külliyen ortadan kaldırır. Bu kötü durumun önü alınamadığı takdirde, ürettiğiniz o güzel hizmetlerle, sağladığınız bütün başarılar gölgede kalacaktır.

Konuyla doğrudan ilgili ve yetkili birim amirleriyle bir toplantı yaptığınızı, ancak ve sadece öğrencilerin taşıdığı cep telefonlarıyla ilgili tedbirleri düşündüğünüzü öğrendik. Cep telefonlarının, okullarda kullanımının olumsuz etkileri pek çoktur. Sınırlanması, hatta yasaklanması gerekir. Ancak, sadece bununla iktifa edilmesi yeterli değildir.

Yukarıda, ”Okul, öğretmen, öğrenci ve veli” bağlamında arz etmeye çalıştığım hususlarda tedbir alınması, bu sorunun asıl çaresidir. Aksi halde, bütün gayretleriniz boşa gideceği gibi, anılarda hizmetleriniz değil, geçmişteki sayın Bakanlar gibi Bakanlık panosunda sadece resminiz asılı kalacaktır.

Naci Akay (E.) İstanbul Millî

28.10.2006

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004