Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 03 Ocak 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

 

Saddam’ın idamı İran’a hediyedir!

Başbakan, Saddam’ın idamının ardından “Irak, Türkiye için AB’den daha önemli mesele haline gelmiştir” diyor. Yerden göğe kadar haklıdır. Bu köşede uzun süredir 2007 yılında Türkiye dinamiklerini Irak’ın tayin edeceğini yazıp duruyorum.

Ben, Saddam’ın idamını kabaca şöyle okuyorum:

1) Saddam’ın bayram sabahı asılması, ABD’nin bu ay ilan edeceği yeni Irak politikasında bir milattır!

2) ABD, aylardır iddia ettiğim üzere Irak batağından çıkmak için İran (ve Suriye) ile anlaşmak üzeredir, hatta bu idam anlaşmanın altına atılan imzadır.

3) Bu idamla Irak’ın bölünmesi zımni kabul görmüştür.

4) ABD, Irak denkleminde Sünni unsurları devre dışına çıkarmış, “asi” Sünnilerin “hal”lini İran denetimindeki Şiilere vermiştir. Kürtler zaten çantada kekliktir.

5) İran liderliğinde Şiiler, “Geniş Ortadoğu”nun yönetimini her geçen gün daha ağırlıklı olarak devralmaktadırlar.

6) Sünni Araplar şaşkın birer seyirci, Şii İran ise aktif oyun kurucu haline gelmiştir.

7) Türkiye, Ortadoğu’da giderek daha da fazla önemsizleşecektir.

* * *

İki gündür Saddam’ın idamına bu gözle bakan yorumlara rastlamadığım için ben erken uyarı sistemini işletmek istedim. Bana göre, Saddam’ın idamıyla ilgili en doğru yorum Radikal Gazetesi’nde yayınlandı.(Bkz: Dr. Ömer Taşpınar: “Saddam’ın sonu ve İran’ın yükselişi”-01.01.2007.) Bu özlü makaleyi konuyla ilgilenen herkese tavsiye ederim.

* * *

Dr. Ömer Taşpınar, makalesinde İran’ın yükselişini genelde ABD’nin bölgedeki aymazlığına ve İran’ın akıllı politikalarına bağlıyor. Ben ise her ne kadar Bush yönetimi, İran ile doğrudan anlaşmayı reddetse de, “Nükleer konu ile Irak’ta işbirliği meselesini ayrı tutalım” diye Başkan’a tavsiyede bulunanların giderek daha hákim duruma geçtikleri görüşündeyim.

Beni bu sonuca götüren ipuçlarını ise şöyle sıralamak isterim.

1) İlk önce Henry Kissinger gibi hem dünyada hem ABD’de etkin düşünürler, İran’la kucaklaşma sinyali verdiler. (Bkz: “The Next Steps With Iran: Negotiations Must Go Beyond the Nuclear Threat to Broader Issues” -İran’la Atılacak Sonraki Adımlar: Görüşmeler Nükleer Tehditten Daha Geniş Meseleleri Kapsamalı- Washington Post- 31.08.2006.)

2) Irak Çalışma Grubu (Becker-Hamilton), raporunu yayınlamadan evvel yaptığı 9 aylık çalışmada İran ve Suriye yetkilileriyle defalarca görüştüğünü kabul etti.

Raporun mihenk taşının Irak’ta İran ve Suriye ile işbirliği yapılması teklifi olduğunu artık herkes biliyor. Ancak, yine de raporun Irak’ta Baas Partisi yetkililerini kazanmak için gayret gösterilmesi ve bunun için genel af çıkarılması teklifi, Saddam’ın idamıyla çelişkili.

3) ABD’nin yeni Savunma Bakanı Bob Gates’in eskiden beri İran’la diyalog taraftarı olduğu bilinen bir gerçek.

4) Saddam’ın idamından hemen önce: i) Bob Gates, Irak’a gitti ve çeşitli liderlerle görüştü, ii) Ardından ABD Başkanı, Başkan Yardımcısı, Dışişleri Bakanı, Savunma Bakanı, Genelkurmay Başkanı, Washington dışına bir araya gelip enine boyuna tartıştılar, iii) Yeni yıla girmeden ve Başkan Bush yeni Irak politikasını ilan etmeden önce bayram seyran dinlenmeden Saddam idam edildi.

Hürriyet, 02.01.2007

Cüneyt ÜLSEVER

03.01.2007


 

The end!

Saddam ile ilk kez 30 Kasım 1978’de (daha sonra 1984 ve 1996) karşılaşmıştım.O sırada cumhurbaşkanı yardımcısıydı ama ülkeyi o yönetiyordu. İlk karşılaşmamda bu adamın yalnız Irak değil, tüm bölge için tehlikeli biri olduğunu belki de gazetecilik sezileriyle anlamıştım.

O günden sonra Irak’ın başına gelmeyen bela kalmadı.

Saddam bir yıl sonra devlet başkanı oldu sonra da İran’a savaş ilan etti. Bu savaş 8 yıl sürdü ve her iki taraftan yaklaşık bir milyon insan öldü. Savaşta başta ABD olmak üzere tüm batı Saddam’a destek verdi, savaşın finansmanını ( yaklaşık 300 milyar dolar) Körfez ülkeleri karşıladı. Bu arada Saddam İran’la savaşını bahane ederek içeride kendi halkına yönelik katliamları da ihmal etmiyordu. 1988’de Halepçe’de kimyasal silah kullandı, Enfal’de binlerce Kürdü öldürdü. Aynı şeyi güneydeki Şiilere yaptı, hatta CIA ile işbirliği yaptılar diye her iki damadını öldürdü.

Ağustos 1990’da yine bir Amerikan tezgahı ile Kuveyt’i işgal etti, aylar sonra da ABD onu Kuveyt’ten çıkartarak kendi askeri güç ve üslerini tüm bölge ülkelerine yerleştirdi.

Çekiç Güç bunlardan biri olarak Türkiye’ye geldi ve Kuzey Irak’taki Kürtleri 11 yıl süreyle korudu.

Özetle Saddam diktatör, zalim, gaddar ve katildi ve ölümü hak ediyordu.

Ama ABD’lilerin eliyle değil.

ABD isteseydi onu işgal ile değil adamlarını satın alarak alaşağı edebilirdi.

Nitekim 19 Mart 2003’te başlatılan ve 9 Nisan’da Bağdat’ın düşmesi ile sonuçlanan savaşta ABD, Saddam’ın birçok adamını satın almıştı. Hatta Saddam’ın yerini ve iki oğlunu da ABD’lilere ihbar eden onun akrabaları ve özel korumalarıydı.

Ama ABD kolay yolu değil daha zor ve karmaşık olanı tercih etti.

Çünkü ‘Yaratıcı Kargaşa’ teorisine inanan Yeni Muhafazakarlar Irak’taki kargaşa ile kendilerine daha fazla ilham geleceğine ve bu ilham ile tüm bölgeyi daha fazla kana bulayabileceklerine inanıyorlardı.

İnandıkları da oldu.

Afganistan’dan sonra Irak işgal edildi.

Filistin ve Lübnan’da yaşananlar ortada. Yılın son günlerinde ABD, İsrail ve batı destekli Etiyopya Müslüman bir ülke olan Somali’yi işgal etti.

Irak’ta ise şimdiye kadar 650 bin insan öldü, yaralanan 2 milyon insandan 600 bini sakat kaldı. Savaştan bu yana 500 bin kadın dul kaldı. Üç milyon Iraklı ülke dışına kaçtı.

Irak her alanda ve her anlamıyla darmadağın edildi.

Irak asla eskisi gibi olmayacak ve olamayacak. Çünkü Şiiler Sünnilere, tüm Araplar ve Türkmenler ise Kürtlere düşman edildi.

Saddam’ın ABD’liler tarafından herkese bilinçli olarak gösterilen şekliyle idamı, bu düşmanlıkları kışkırtacak ve derinleştirecektir.

Mahkeme başlangıcından sonuna kadar bir Amerikan tiyatrosuydu.

Mahkeme üyeleri ve tüm hukuki ve idari işlem ve süreçler Amerikalılar tarafından belirlendi. Mahkemenin ilk iki hakimi Kürt idi, ama idam kararını veren ve kararı infaz eden özellikle Şiilerden seçildi.

Peki Sırp Kasabı Miloşoviç’i uluslararası mahkemede yargılayan, Şili diktatörü ve CIA ile Şili halkına 13 yıl süreyle kan kusturan katil Pinochet’nin yargılanmasına bile izin vermeyen ve öldürülen eski Lübnan Başbakanı Hariri için uluslararası mahkeme kurduran ABD acaba Saddam için neden benzer bir mahkeme kurdurmadı.

Bunun yanıtı çok basit.

ABD, Saddam’ın konuşmasını istemiyordu.

Saddam konuşsaydı , İran savaşında ABD ve Batılı ülkelerin kendisine nasıl yardım ettiğini, Halepçe’de Kürtler üzerine attığı kimysal bombaların hangi Batılı ülkeden alındığını ve baba Barzani’nin ayaklanmasını bastırmak için İran Şahı Pehlevi ve Amerika ile nasıl anlaştığını, hatta Kuveyt’i işgal kararında ABD’nin kendisine nasıl yeşil ışık yaktığını anlatacaktı.

Saddam ve yandaşları ile yapılan son pazarlıklar işe yaramayınca, ABD doğal olarak diğer suçları nedeniyle yargılanmsını beklemeden Saddam’ı idam etti.

İşgal altında bir ülkede bir mahkemenin adil olabileceğini söylemek abesle iştigaldir.

Bayramın ilk gününde Saddam’ı idam eden ABD kuşkusuz yalnız Iraklılara değil tüm Müslümanlara da bir mesaj vermeyi ihmal etmiyordu:

‘Siz kurbanlarınızı keserken ben de Saddam’ın kişiliğinde hepinizi kesiyorum’’.

Kuşkunuz olmasın ABD’nin Irak ve bölgemizde benzeri pis oyunlarına dur denilmezse, 2007 bol kesimli yani bol kanlı bir yıl olacak..

Öcalan’ı ‘idam edemezsiniz’’ deyip Türkiye’ye teslim eden, Saddam’ın görüntülü idamını (Ebu Garib işkence ve Felluce cami katlimalarında olduğu gibi) dünyaya seyrettiren ABD’den yakında ilginç sürprizler bekleyin.

Benden söylemesi!

ABD’nin Saddam için hazırladığı ‘the end’ aslında tüm coğrafyamız için yalnızca bir başlangıçtır.

Tabii görmek ve anlamak isteyenler için!

Akşam, 02.01.2007

Hüsnü MAHALLİ

03.01.2007


 

Saddam neyin sembolü?

Ağıt yakanlar da, sevinç çığlıkları atanlar da aynı dünyanın insanları. Başına geçirmek için kullanılacak siyah örtünün boynuna sarılması; gözlerindeki tevekkül ile karışık kararlılık idam görüntülerini seyredenleri etkiledi.

Ölümün soğuk yüzüyle karşı karşıya olmasına rağmen duruşu ve davranışları bir lidere uygundu. Ağzından çıkan son sözlere dair rivayet: “Irak’ın birliğini koruyun” vasiyeti, yine ölüm anında bile sorumluluğunu unutmayan bir önderin asaletini ifade ediyordu. Saddam’ın yüzü, söyledikleri ve arka fondakilerin tamamı bir efsanenin başlangıcı gibi göründü. Saddam idam edildi ve bir kahramana dönüştü. Demek ki, eli kanlı bir diktatörden bir kahraman çıkartmak için, başta ABD olmak üzere birçok uluslararası aktörün katkıda bulunması gerekiyor.

Saddam bir diktatördü. Ülkesini demir bir yumrukla ve kan dökerek yönetti. Hırsı, sadece kendi ülkesine değil bölgeye de kan ve ateş getirdi. ABD’nin Humeyni Devrimi’ni dize getirmek için kışkırttığı ve desteklediği, milyonlarca ocağı söndüren İran-Irak savaşını hatırlayalım. Bu savaşın Saddam’ın kişisel hesabı dışında hiçbir anlamı olmadığını, uzun savaş yıllarından sonra tek karış toprağın bile el değiştirmemesi gösterdi. Kuveyt’in işgali yanlış bir hesaptı, Washington’dan geri döndü. Bu savaş, aynı zamanda Soğuk Savaş sonrası ABD hegemonyasının başlangıcına da gebelik yaptı. Saddam’ın Irak’ın lideri olarak tetiklediği ve icra ettiği işler ilkesiz, acımasız ve sınır tanımayan bir diktatörün teşebbüsleri idi. Türk halkı bu acımasızlıkla, sınırlarımıza dayanan Kuzey Irak Kürtleri ve Halepçe katliamının iç burkan fotoğrafları ile tanıştı. Türkiye’de yaşayan Irak Türkmen diasporası ile konuşabilenler, bu acımasızlığa dair daha somut bilgilere sahipti. Hepsi şüphe üzerine veya korku salmak için idam edilen insanlara dairdi. Diktatörlerin insan hayatına hiç değer vermediklerine dair yaşayan somut kanıtlardan biri Irak lideri Saddam Hüseyin’di.

Saddam Hüseyin’in idamına üzülenler de, sevinenler de aslında bir Hollywood filmi kadar sahte ve yabancı bir senaryonun esiri oluyorlar. Saddam’ın üzerinden başka mutfaklarda hazırlanmış, sahibi ve faili başkaları olan bir oyunun tarafı haline geliyoruz. Sonuçlara takılıp, tarihin asıl dinamiklerini gözden kaçırıyoruz. Osmanlı’nın I. Dünya Savaşı sonrasında terk ettiği üç vilayetten (Basra, Bağdat ve Musul), Irak adıyla bir devlet çıktı. Tıpkı Şam vilayetinin, bazı kısımlarından ayrılarak Suriye devleti olması gibi. Her iki devletin başına, o ülkelerin azınlığına dayanan baskıcı yönetimler getirildi. Saddam’a benzer katliamları Hafız Esad’ın Suriye’de Sünnilere yapması (Hama katliamı gibi) aynı sebepten, azınlık diktasının ancak yaygın bir şiddetle iktidarını sürdürebilmesinden kaynaklanıyordu. Öyleyse şunu unutmamalıyız: I. Dünya Savaşı sonrasında sınırları çizilen ülkelerde yaşananlar, o topraklarda yaşayan insanların veya halkların fail olarak yer aldığı bir tarihi yaşamadılar.

Saddam’ın idamı, I. Dünya Savaşı’nın galiplerinin Ortadoğu’da kurdukları düzenin sona ermesi anlamına geliyor. İdam edilen Saddam değil, o toprakların 20. yüzyılda yaşadığı tarihin kendisi. Saddam’ın idamının yansımaları ilk önce Suriye’de, akabinde Suudi Arabistan’da ve yavaş yavaş Mısır’da görülecek. Saddam idam edildikten sonra Suriye’deki İhvancıları kim, nasıl engelleyebilir? Bölgede azınlık yönetimine dayanan kanlı diktatörlükler nasıl sürdürülebilir? Saddam modelinin Irak’ta yeniden kurulması ne kadar imkansız ise, bölgedeki statükonun sürdürülmesi de o kadar imkansız.

Saddam’ı Saddam yapan ben değildim, benim tarihim değildi. Saddam’ı idam eden de ben değilim. Saddam’ın döktüğü kan da, tek başına Saddam’ın eseri değildi. İdam kararını veren mahkeme ve Saddam’ı darağacına götüren cellatlar da ancak Saddam kadar Irak’ı temsil edebilirdi. Batı bir asra uzanan bölgedeki kendi tarihini Bağdat’ta sona erdirdi. Yas tutacak olanlar da, sevinecek olanlar da önce onlar olmalı. İdam edildiği için kahraman olan efsane bir liderle değil, sona eren bir tarihle karşı karşıyayız. Asıl sorumuz şu olmalı: Şimdi başlayan tarih, kimin eseri olacak?

Zaman, 02.01.2007

Mümtaz’er TÜRKÖNE

03.01.2007


 

Bush, neye elini atsa kaybediyor, ama hesabı bize ödetiyor

Bundan tam bir yıl önce “2005, ABD Başkanı George W. Bush için tam bir kâbus yılı oldu. Bunun böyle sürmesinin kime ne zararı olabilir ki!” demiştim. 2006’da temennim büyük ölçüde gerçekleşti, Bush debelendikçe daha da battı. Yıllık bilançosunu düzeltmek için apar topar Saddam Hüseyin’i astırmış olması da (Sahi, Irak’ta bağımsız bir yargı olduğunu, Saddam’ın idamında Amerikalılar’ın dahli olmadığını söyleyenlere inanan var mı?) hiçbir işine yaramadı.

Tam tersine kendisine yönelik öfke ve nefreti daha da artırdı. Ne var ki Bush’un iflası dünyanın ihyası anlamına gelmiyor. Onun (ve tüm Amerikan başkanlarının) her hatasının bedelini Amerikalılar’dan çok dünyanın diğer halkları, son yıllardaysa en fazla Müslümanlar ödüyor.

Tokat üstüne tokat

Bush yine en çok İslam coğrafyasına el uzattı, ama kime ve neye oynadıysa yine çok kötü kaybetti:

1) Irak: Sonunda Direnişle baş edilemediği gibi iç savaş da engellemedi. Bush da “kazanıyoruz” demekten vazgeçmek zorunda kaldı. Bush asker sayısını kısmen artırmak istiyor ama sonunda Kongre’de çoğunluğu ele geçiren Demokratların da baskısıyla Irak’tan çekilme kararı alabilir. Bu arada, artık Irak diye bir ülkenin kalmadığı 2007’de resmen onaylanabilir.

2) İran: ABD’nin yanlış politikaları en çok İslam cumhuriyetinin işine yaradı. Tahran, yeni Irak’ta epey nüfuz sahibi oldu. Bölgedeki “Şii canlanış”a öncülük etti. Bu arada nükleer programını da aralıksız sürdürdü.

3) Suriye: Bush, ne Başar Esad rejimini içten sarsabildi, ne de Irak, Lübnan ve Filistin’deki etkisini sınırlayabildi.

4) Lübnan: Washington, Hizbullah’ın belini kırmak ve Suriye-İran etkisini silmek için elinden geleni yaptı, İsrail’in saldırganlığına göz yumdu, ama bir şey elde edemedi.

5) Filistin: İç savaş kışkırtıcılığı, İsrail saldırıları, ekonomik ambargo ve siyasi ablukaya rağmen Hamas iktidardan indirilemedi.

6) Afganistan: Taliban yeniden alabildiğine güçlendi, sadece Hamid Karzai yönetimini değil Pakistan’daki Pervez Müşerref’in iktidarını da sarstı. Nitekim Müşerref Taliban’la kısmi bir anlaşmaya gitti.

7) Somali: CIA’nin İslamcıları safdışı bırakma operasyonu fiyaskoyla sonuçlanınca devreye Etiopya girdi. Böylece “medeniyetler çatışması” Afrika’nın bağrına da taşınmış oldu.

8) El Kaide: Somali, Irak, Afganistan’da yerel unsurlarla birlikte ABD’ye karşı hareket eden El Kaide, her ne kadar çok güçlü eylemler yapmadıysa da iki numaralı ismi Eymen el Zevahiri’nin nerdeyse periyodik basın toplantılarıyla tehditlerini sürdürdü.

Arka bahçe karışık

Bush sadece İslam dünyasında kaybetmiyor. Latin Amerika’daki bütün kaleleri teker teker sol’un eline geçiyor. Önce Venezuela’da Hugo Chavez (1998) vardı. Onu Brezilya’da Luis Inacio Lula (2003), Arjantin’de Nestor Kirchner (2003) ve Uruguay’da Tabare Vazquez (2005) izledi. 2005’in son günlerinde Evo Morales Bolivya’ya başkan seçildi. 2006’daysa açılışı Şili’de Michelle Bachelet yaptı. Ardından Ekvador’da Rafael Correa ve yıllar sonra Nikaragua’da yeniden Daniel Ortega seçilerek solun yükselişini sürdürdüler. Sol adaylar Meksika ve Peru’da kılpayı ve şaibeli bir şekilde kaybettiler. Geçen yıl Chavez ve Lula yeniden seçildi. Bütün bu sürecin başlatıcısı Küba lideri Fidel Castro da ölüme direnerek Bush’u hayal kırıklığına uğrattı.

Görüldüğü gibi dünya, ne kadar “tek süper güç” olursa olsun ABD’ye rağmen şekilleniyor.

Vatan, 02.01.2007

Ruşen ÇAKIR

03.01.2007


 

Gençlerin 2007 beklentileri

2007’nin, önümüzdeki 10 yıla damgasını vuracak “çok önemli bir yıl” olduğu konusunda hiç kimsenin kuşkusu yok. Seçilecek cumhurbaşkanı 7 yıl görev yapacak. Yeni Meclis de çok kritik kararlara imza atacak.

Söz konusu bu iki önemli süreç, beraberinde istikrar getireceği gibi Türkiye’yi 70’li-80’li yılların kaos ortamına da taşıyabilir. Genel kanı bu yönde. İşte seçimleri önemli kılan da bu!..

Peki bu hengâmede gençlerin payına ne düşecek? Her zaman olduğu gibi fillerin kavgasında ayaklar altında ezilen çim olmaya devam mı edecekler? Yoksa, bu kez onları hatırlayan birileri olacak mı?

Görünen o ki, gençler yine kimsenin umurunda değil. En başta da siyasetçilerin. Eğer öyle olmasaydı, gençliğin sorunlarına karşı bu kadar ilgisiz kalırlar mıydı?

Bugün için gençlerin en önemli sorunu işsizlik. Okumuşlarda işsizlik oranı çok daha yüksek. Öylesine bir çelişki yaşanıyor ki, anlayana aşkolsun.

Gençler, ÖSS’yi kazanmak için yıllarca uğraş verip üniversiteye girmeye çalışıyor. Sonra da üniversiteyi bitirip işsizler ordusuna katılıyorlar. Gençler, kalifiye işsiz olmak için mi böylesine yoğun çaba içindeler? Biri çıkıp bunu anlatsa, ama nerede...

İşsizlik daha da artacak!

Önceki yıllara bakıldığında üniversite mezunu işsizlerin sayısı her geçen gün artıyor. Devletin eğitim ve sağlık personeli dışında neredeyse hiç eleman almaması ve bu arada kontenjanları sürekli yükselterek üniversite mezunlarının sayısını artırması, çelişkilerin en büyüğü olarak dikkat çekiyor.

Örneğin, iş bulma şansı en yüksek kesim öğretmenler. Ama, onlar içinde de üç beş yıldır tayin bekleyenler var. Yeni mezunların kuraya katılmasıyla, onların da işi giderek güçleşiyor. Devletin ihtiyaçlarını kadrolu öğretmenlerle değil de taşeron müteahhitler gibi sözleşmeli ya da vekil öğretmenlerle karşılaması kızgınlıkların en büyük nedeni.

Aynı fakülteyi bitiren, aynı okulda yan yana sınıflarda, aynı dersi veren öğretmenlere aynı hakların tanınmaması, bakalım yeni yılda da devam edecek mi?

AKP iktidarı gençleri çok üzdü. Türban ve imam hatipler nedeniyle kendi tabanı da küskün, farklı katsayılar ve işsizlik nedeniyle meslek lisesi ve üniversite mezunları da. İktidar partisi 4 yıldır unuttuğu gençleri, bu yıl da unutmaya devam ederse sandıkta büyük şok yaşayabilir. Sanki 2007’nin en önemli uyarısı onlardan gelecek!..

Üniversiteler kaynıyor

Genç Bakış için her hafta farklı bir üniversitedeyiz. Dolayısıyla gelişmeleri yakından izleyebiliyoruz. Son aylarda dikkat çeken en önemli farklılık, öğrenciler arasındaki gerginliğin giderek tırmanıyor olması. 12 Eylül öncesindekilerden farklı gruplar var. Birbirlerine duydukları kin ise her geçen gün artıyor. Birilerinin bu tansiyonu hemen düşürmesi gerekiyor. Ama, bu ne hükümetin umurunda ne de YÖK’ün. Anlaşılan o ki, bu işi yine emniyet güçlerine havale etmişler. Olay çıkmadan, sokağa taşmadan, müdahale eden olmayacak.

Tıpkı AB karşıtlığı gibi, gerginlik de hiç dikkate alınmıyor. Üç beş öğrencinin ötesine geçmez diyorlar. Oysa tablo çok farklı. Birbirlerine tahammülü olmayan öğrencilerin ve üniversitelerin sayısı giderek artıyor. Sokağa taşmalarına ramak kaldı. 2007’de onca sorun arasına bir de bu katılmamalı!..

Şiddeti önlemenin yolu elbette daha fazla disiplin cezasından geçmiyor. Onları anlamak gerekiyor. Bunun yolu da diyalogdan geçiyor. Daha da önemlisi, hükümetin şamar oğlanı haline gelen üniversite yönetimleri ve öğretim kadrolarının da yangına körükle gitmesi.

Özetin özeti: Üniversitelerde huzursuzluk kazanı fokur fokur kaynıyor. Ve birilerinin bunu ciddiye almasının zamanı geldi de geçiyor...

Milliyet, 02.01.2007

Abbas GÜÇLÜ

03.01.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler


 Son Dakika Haberleri

Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004