Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 10 Ocak 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

 

Bağdat’ın kayıp milyarları

Riski Iraklılar aldı, işi Iraklılar yaptı, ama parsayı Amerikalılar topladı.

İngiliz The Independent gazetesi dünkü yazımda söz ettiğim Irak’ın yeni petrol yasa taslağını yayımladı:

Yasayla, Irak petrollerinin yılda 75 milyar dolarlık kârı, 30 yıl boyunca BP, Shell, Exxon gibi Amerikan ve İngiliz devlerine akacak.

“Savaş Ganimeti” başlığıyla çıkan gazete “Irak işgalinin amacı, ülkeye demokrasi getirmek değil, ülke petrollerini ele geçirmekmiş” yorumunu yaptı.

***

İşgalin gerçek yüzü nihayet aydınlanıyor.

BBC de geçen hafta “Bağdat’ın milyarları” başlıklı bir dizide yağmanın bir başka boyutuna dikkat çekti.

Başkan Bush, işgalin ilk günü Irak’a yeniden inşa sözü vermişti.

Irak yerle bir edilmişti. Elektrik, su kesikti. Binalar yıkılmış, yağmalanmıştı. Memurlar maaş, hastaneler jeneratör bekliyordu. Güvenliğe çok para gerekiyordu. Dünya Bankası’na göre yeniden inşa için 60 milyar dolar lazımdı.

Bush’un vaadi üzerine C-17 uçaklarıyla plastik ambalajlar içinde milyarlarca dolar Bağdat Havaalanı’na indirildi.

ABD, o günden bu yana yeniden yapılandırma projelerine kendi bütçesinden 36 milyar dolar harcadı. Bunun dışında (petrol gelirleri ve BM fonu gibi kalemlerden) 20 milyar dolar da Irak bütçesinden alıp kullandı.

Bu, 2. Dünya Savaşı’nda Almanya’ya akıttığı paranın iki katıydı.

O parayla Almanya ihya olmuştu; Irak ise hâlâ perişan halde...

BBC kayıp milyarların peşine düştü ve şu sonuca vardı:

Paralar yağmalanmıştı.

***

Tabii Amerikan ihale yasaları Irak’ta uygulanmadı ve para denetimsiz, rasgele dağıtıldı.

İlk gelenler, işini gücünü bırakıp ölümü göze alarak para kokusuna koşanlardı. Kayırmalar, yolsuzluklar ve yağma o an başladı.

Sayaçları sökülen petrol kuyuları ve boru hatlarından muazzam paralar kaçırıldı.

Kontratların yarısı kadar rüşvet alındı.

Milyonlarca dolarlık işler 1-2 sayfalık sözleşmelerle birkaç saat içinde ihalesiz verildi.

En büyük ihaleleri, Başkan Yardımcısı Dick Cheney’in daha önce yöneticilik yaptığı Halliburton şirketi ihalesiz aldı.

BBC’nin konuştuğu ABD İstihkâm Bölüğü’nün ihalelerden sorumlu başyardımcısı Bunny Greenhouse kendisine “İhalelere başkası girmeyecek. Halliburton alacak” dendiğini açıkladı.

Bunu açıklar açıklamaz da işten atıldı.

***

Sonra egemenlik Iraklılara devredildi.

Peş peşe 3 ayrı hükümet geldi işbaşına... Az zamanları vardı. Seri davrandılar. Görevden ayrılan bakanların bir kısmı, götürdükleri çantalar dolusu parayla Londra ya da Dubai’de paha biçilmez villalar aldılar.

İhaleleri yine Bechtel, Halliburton, Parsons ve Washington International gibi dev firmalar aldı.

Bağdat’a gelmeyi göze alan Batılı bir mühendise 100 bin doları aşan aylıklar veriliyordu. Iraklı bir mühendis ise 600 dolara çalışıyordu.

Batılılar ateşe el sürmeyip işi taşeronlara verdiler. O taşeronlar da başkalarına verdi. Böylece bazen 8-9 şirkete varan zincirler kuruldu. Her halka bu yağmadan payını aldı.

Riski Iraklılar aldı, işi Iraklılar yaptı, ama parsayı Amerikalılar topladı.

***

Irak’ta hâlâ elektrik ve su kısıtlı.

Dev yatırımlara rağmen elektrik üretimi ve petrol ihracatı Saddam dönemindekiyle aynı.

Yarın Bush’un Irak’a yeni bir yardım paketi açıklaması bekleniyor.

Sizce neden?

Milliyet, 9.1.2007

Can DÜNDAR

10.01.2007


 

MİT ne demek istiyor?

Devletin temel stratejilerinde ve strateji üretme mekanizmasında değişimin gerekliliğinin altını çiziyor.

MİT’in 80. Kuruluş Yıldönümü’nde müsteşar Emre Taner’in açıklamaları ortalığı karıştırdı. Türkiye’nin kuralcı ve içe kapalı tutumdan zarar göreceğini, sadece savunmada kalmanın risk oluşturduğunu, globalleşme sürecinde koşullara ayak uyduramayan birçok ulus-devletin çözülme ya da bölünme riskiyle karşı karşıya kalabileceğini vurgulayan bu açıklamayı, herkes bir yanından çekiştirerek kendisine yontmaya gayret etti. Ediyor.

Peki açıklamayı nasıl anlamalı, nasıl yorumlamalı?

Soruya önce” MİT’in politikaları”nı izleyerek yanıt aramakta yarar var…

MİT’in diğer devlet kurumlarıyla ilişkilerine, özetle saray içindeki dengeye ve açıklamanın bu dengeyle irtibatına bakmak ancak bundan sonra mümkün olabilir…

Durumu anlamak için benzer örnekleri alta koyalım…

Bundan bir yıl kadar önce MİT Müsteşarı Emre Taner, Mustafa Karaalioğlu’yla yaptığı bir sohbette mealen şunları söylüyordu:

“Güneydoğu’da, Kürt sorununda, böyle gidersek, mevcut politikaları uygular, sadece güç kullanırsak kaybederiz. Türkiye’nin bölünmesi riskiyle karşı karşıya kalırız. Devlet içinde birçok kişi ve kurum bunun farkında ama suskun kalıyorlar…”

Aralık 2003’te İsmet Berkan, bir dönemler Kıbrıs’ta görev yapmış, Yunan istihbarat elemanlarıyla silahlı çatışmalara girmiş MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun’un şu sözlerini hatırlatıyordu:

“100 Türk, 300 Rum’un malına el koydu. Bu evleri, arsaları alanlar sağcı oldu, bu pastadan pay kapamayanlar solcu oldu. Kıbrıs’ta politika bundan ibarettir…”

Aynı Atasagun’un 2004 yılında Ankara temsilcileriyle “yazılmak üzere” yaptığı yemekli bir sohbet, geç saate gazetecilere gelen telefonla “yazılmamak üzere” haline dönüştürülmüştü. Kayıtları birçok gazeteci gibi bizde de bulunan bu sohbette, Atasagun, temel istihbarat konularını dile getirmek yanında kimi serzenişlerde de bulunuyor, örneğin dış ülkelerde yakalanan kimi Türk ajanlarının MİT’le ilgisi olmadığını, devletin başka kurumları tarafından görevlendirildiklerini” söylüyor, “bu kurumların kendi başlarına bir politika izledikleri”nin ve bunun yanlışlığının altını çiziyordu.

İstanbul’daki sinagog ve banka saldırılarından sonra gazetecilere yaptığı genel değerlendirmede ise Güney Doğu’yu kastederek şunları söylüyordu:

“Orada askeri yolla bir şey çözülemez, bombalamakla da olmaz. 10 yıldır bombalıyoruz. TSK Öcalan’ı dağda yenememiştir. Zaten, 39 Kürt isyanında devlet eşkiyayı dağda yenememiştir. Öcalan çok merhale aldı, bunu kabul edelim. Her seçim sonrası haritaya bakınca çok zaman kaybettiğimizi görüyoruz. Mücadele cebri tedbirlerle olmaz, ‘dağdaki eşkıya’ deyip geçemezsiniz…”

Şimdi emekli olan MİT Müsteşar Yardımcılarından Cevat Öneş, benzer bir mantık ve görüşle, bir dönem Radikal Gazetesi’nde çıkan yazısında, Irak’ta Kürt devleti kurulmasıyla ilgili bildik devlet tezlerinin tümüyle farklı bir yorum yapıyor, devlet politikaların koşullara ayak uydurmasının öneminin altını çiziyordu…

Sonuç?

1. Bir süreden beri (özellikle Sönmez Köksal’la başlayan sivil müsteşar döneminden bu yana) MİT’in Türkiye’ye okumasında bir değişiklik ve bir süreklilik olduğu açıktır…

2. MİT bu süreklilik çerçevesinde dünya ve bölgedeki değişim ile Türkiye’nin resmi politikalarının arasındaki kopukluğa işaret etmekte ve bu kopukluğun Türkiye için önemli (belki de en önemli) bir tehdit kaynağı olduğu ifade etmektedir.

3.Bu tutumuyla bir yandan devletin temel stratejilerinde ve strateji üretme mekanizmasında değişimin gerekliliğinin altını çizmektedir.

4. Dolayısıyla strateji üretme mekanizmalarında devletin ve kurumlar arası işbirliğine dayalı olarak etkin ve sivil işlemesine vurgu yapmakta; bu çerçevede gerek istihbarat gerekse stratejik üretim açısından askeri otoritenin bağımsız ve vasi konumunu devlet içinden üstü kapalı bir şekilde eleştirmektedir.

5.Yeni stratejilerin güç kullanma unsuru kadar, belki de daha çok siyasi akıl, gerektiğinde demokratik ögeler, sosyal ve ekonomik tedbirle bağlantılı olması gerektiğini ifade etmektedir…

Evet, MİT’in politikaları açısından durum gözümüze böyle görünüyor.

Yeni Şafak, 9.1.2007

Ali BAYRAMOĞLU

10.01.2007


 

Yeni vizyon ve “ihbar hattı”

Her ne kadar iç güvenlikle ilgili bir ihbar hattı olmadığı ısrarla vurgulansa da, maalesef ki burası Türkiye....

Yeni bir istihbarat doktrini olarak gösterilebilecek ve MİT’in yeni vizyonu olarak sunulan bakış açısı ile MİT’in internetteki sitesine konulan,”Nasıl yardım edebilirsin” linki nasıl uyuşuyor. Böylesine iddialı bir vizyon ortaya konulurken, halk, ispiyonculuğa mı davet ediliyor? Yeni Şafak’ın olaya bu şekilde yaklaşması rahatsızlık nedeni olmuş belli ki.

“Bu bir ihbar hattı değil” deniliyor. Küresel terörle mücadelede ve ulusal güvenlik bağlamında düşünülmesi isteniyor ve buna örnek olarak İsrail gemilerine karşı eylem hazırlığı içindeyken yakalanan Lui Sakka örneği gösteriliyor.

Ancak, ülkenin Cumhurbaşkanı tarafından önüne gelen bürokrat atamaların da eşlerin kapıcılara sorulduğu bir ülkede yaşıyoruz. Özellikle ara dönemlerde bunun çok acı örneklerini gördük. Her ne kadar iç güvenlikle ilgili bir ihbar hattı olmadığı ısrarla vurgulansa da, maalesef ki burası Türkiye....

Yeni Şafak, 9.1.2007

Abdülkadir SELVİ

10.01.2007


 

Atatürk nasıl seçildi?

287 üyesi bulunan TBMM’nin 158 üyesinin katıldığı seçimde, katılanların oylarıyla.

Seyfi Öngider’in Aykırı Yayınları’ndan çıkan ‘Çankaya’nın Bütün Adamları’ kitabını okuyorum. Kitabın 6. sayfasında şöyle bir cümle var: ‘Anayasa değişikliğinin hemen ardından yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimine ise toplam 287 üyesi bulunan TBMM’nin 158 üyesi katılmış ve katılanların tümünün oyuyla Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk cumhurbaşkanı seçilmiştir. Yani salt çoğunluk olan 144’ün biraz üzerinde oy almıştır.’

Bu cümleyi nasıl okuyabiliriz? 1. İlk Çankaya seçiminde muhalifler oylamaya katılmamış. 2. Atatürk sadece kendini destekleyenlerin oylarını almış. 3. Bugün tartışılan üçte iki çoğunluk (367) sağlanmadan Çankaya’ya çıkmış.

Bugün sine-i millet tartışmasını başlatanlar, sadece tek partinin oylarıyla cumhurbaşkanının seçilemeyeceğini ve üçte iki çoğunluk gerektiğini düşünenler, acaba bu tabloyu nasıl okurlar?

Star, 9.1.2007

Şamil TAYYAR

10.01.2007


 

Atatürk malzemeleri

12 Eylül’den günümüze Atatürkçülük anlayışı bir hayli değişmişe benziyor, değil mi?

12 Eylül’ün bunaltıcı, karanlık gülerinden birisiydi. Ankara şehirlerarası otobüs garajında kalabalık arasında kendime yol bulup geçmeye çalışırken şaşkınlıkla durup baktım: Büfelerden birinin üzerinde kocaman harflerle ‘Atatürk malzemeleri bulunur’ diye yazıyordu.

Neydi Atatürk malzemeleri: Atatürk posterleri, rozetleri, resimleri, tabaklar üstünde Atatürk portreleri, Atatürk anahtarlıkları, büstler, bayraklar ve bunlara benzer daha birçok şey.

Askeri yönetim darbeyle başa geldiğinden beri Atatürk ve Atatürkçülük resmi söylemin en temel öğelerinden birisi olmuştu. Okulların hepsine bir Atatürk büstü yerleştirmek için kampanya açıldı. Bu ortamda bazı dükkânların ‘Atatürk malzemeleri’ satmasının pek de şaşılacak yanı yoktu.

Ankara’dan İstanbul’a giden yolda, hemen Ankara’nın çıkışında koskoca bir ‘Atatürk heykelleri fabrikası’ kurulmuştu. Çeşitli boy ve biçimlerdeki Atatürk heykelleri dizi dizi sıralanmış, Ankara-İstanbul yolcularını uğurlar gibi dururlardı. Söylememe gerek var mı bilmiyorum, ama çok kaba saba, estetikten yoksun şeylerdi.

(...)

Bayındırlık ve İskân Bakanı Faruk Özak geçenlerde “Atatürkçülükle ilgili çok konuşuyorlar” demiş, “Atatürk’ten geçinenler ve Atatürkçü geçinenler var. Gerçek Atatürkçü biziz.”

Özak’ın bu sözlerini okuyunca aklıma Sn. Erbakan geldi. Siyasal yaşamının ilk yıllarında her 10 Kasım’da grip olurdu Erbakan. Anıtkabir’e gitmemek için. Sonra fikrini değiştirdi, grip olmaktan vazgeçti.

Kim ‘gerçek Atatürkçü’dür, bunu ölçecek hassas bir terazi yok. Fakat, Erbakan’ın siyasal soyundan gelen AKP önderlerinin ‘gerçek Atatürkçü biziz!’ diye Atatük’ün mirasına sahip çıkmaları hoş bir şey. Bakan Faruk Özak da kendine göre gerçek Atatürkçülüğü tanımlamaya kalkışmış: “15 yılda yapılan özelleştirmeyi 1 yılda yapabilmektir.”

“Allah Allah” dedim bunu görünce, “Atatürkçülüğün çok çeşitli biçimlerde tanımlandığına tanık olduk, ama devletin malını satma yarışı olarak tanımlandığına ilk kez tanık oluyorum.”

Kısacası, 12 Eylül’den günümüze Atatürkçülük anlayışı bir hayli değişmişe benziyor, değil mi?

Radikal, 9.1.2007

Türker ALKAN

10.01.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler


 Son Dakika Haberleri

Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004