Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 03 Şubat 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

 

Demokrasi gibi derin devlet de Türk icadı değil...

Sovyet döneminde Moskova’yı ziyaret eden bir Batılıyı, büyük büyük portrelerin sergilendiği bir müzeye götürmüşler. Rehber portrelerdeki kişilerin kim olduğunu anlatmaya başlamış:

- Bu radyoyu bulan İvan, bu ampulü bulan Leonid, bu telgrafı bulan Lavrof, bu uçağı bulan Mihail...

Batılı ziyaretçi itiraz etmiş:

- Ama radyoyu Marconi, ampulü Edison, telgrafı Morse, uçağı Wright Kardeşler bulmadı mı?

Rehber cevap vermemiş. Resimlerin önünde yürümeye devam etmişler ve en büyük portrenin önüne gelmişler. Batılı ziyaretçi “ Bu kim “ diye sormuş. Rehber gülümsemiş:

- Bu da bütün bu isimleri bulan Vladimir, diye cevap vermiş soruya.

İçe dönük yaşadığınız ve kitaplarla fazla ilginiz olmadığı takdirde, sizler de her şeyin Türkiye’de icat edildiğini sanabilirsiniz. Siyasi sisteminizi ve temel yasalarınızı Batı’dan aldığınız halde, demokrasiyi de ve hatta “ Derin devlet “i de Türk icadı sanabilirsiniz.

INVISIBLE GOVERNMENT

Totaliter ve otoriter rejimlerde, “ Derin devlet “, devletin kendisidir. Devlet hukukun üzerinde olduğu, denetlenemediği ve eleştirilemediği için, “ Koruma refleksi “ gereği asar, keser, bastırır, susturur.

Demokrasilerde de devlet ve devletin kendini koruma refleksi vardır. Ama bazıları, seçilmiş siyasetçilerin devleti gereğince koruyamayacaklarını düşünürler. Ve hatta bazıları, seçilmiş siyasetçileri ve demokrasinin beraberindeki farklılıkları da, devlet açısından “ Tehdit “ olarak görür. Bu şekilde hukuk ve denetim dışı eylemlerle, devleti koruduklarını varsayarlar. İngilizce’de “ Derin devlet “ yerine “ Invisible Government “ kavramı kullanılır. Yani “ Görünmeyen Hükümet “ denilir buna. Bu konudaki temel kitaplardan biri olan ve Wise, David and Ross, Thomas B. tarafından yazılan “ The Invisible Government “ı, Google’dan tam metin olarak indirebilirsiniz. (a.g.e. New York: Vintage Books, 1974.) Bu kitapta Amerikan derin devletinin, Kongre denetimi dışında dünyada koyduğu eylemler tanık ifadeleriyle anlatılır.

Bunun gibi eski Amerikan başkanlarından Eisenhower’in ünlü 1961 tarihli konuşmasında da “ Military-Industrial Complex “in, Amerikan demokrasisini tehdit ettiği vurgulanır. Eisenhower’e göre teknolojinin yoğunlaşması, askeri harcamaların anlaşılmasını ve denetimini zorlaştırmış ve askerlerle savaş sanayicilerinin oluşturduğu birliktelik, ülkenin kaynaklarını, eğitimin, sağlığın aleyhine emmeye başlamıştır.

DE GAULLE

İngiltere’de derin devleti 007 Bond filmlerinde görürüz. Ama mesela 1960’larda İşçi Partisi iktidar olunca aralarında savaş kahramanı Mareşal Montgomery’nin ve bazı basın patronlarının da olduğu bir topluluğun, devleti komünistlerden kurtarmak için askeri darbe girişiminde bulunduğunu, dönemin İçişleri Bakanı ve sonraki Başbakan Callaghan’ın anlattıklarından öğreniriz.

Bunun gibi Cezayir’in Fransa’dan kopmaya çalıştığı 1950’lerin sonunda, kendilerini derin devlet sanan bazı generaller ve bürokratlar darbe yapmaya çalışmış ama Fransız devletinin kendini koruma refleksi, “ En derin devlet “i yani De Gaulle’ü iktidara getirmişti.

Tabii ki bizde de demokrasiye geçildikten sonra bir “ Derin devlet “ oluştu. Bu derin devlet bazen seçilmişleri, bazen de düşünce akımlarını tehdit olarak gördü. Örneğin 28 Şubat dönemindeki “ Andıç “ları, “ Şeffaf devlet “ mi yazdı ve gazetelerde yayınlattı? Bu andıçlarda hedef gösterilenlerden Akın Birdal öldürülmek istenmedi mi?

RUTİN DIŞI İŞLER

Veya dönemin Cumhurbaşkanı Demirel, Batman’daki kayıp silahlar için “ Devletin bazen rutin dışı işleri olur “ demedi mi?

Devlet tabii ki kendini koruyacak ve korumalı da. Ama aynı şekilde devleti, derin devletin eylemlerinden de korumak gerekir. Çünkü bu eylemler bazen devletle milleti karşı karşıya getirebilir. Bu konuyu tartışan Deniz Ülke Arıboğan, Akşam’daki yazısında seçenekleri, bizim de katıldığımız şu noktaya bağlamıştı:

- Derin devletten kurtulmanın iki farklı seçeneği bulunuyor. Ya demokrasinin ve sivil toplumun güçlenmesinin yollarını açmak ya da devletin totaliter sistemlerdeki devlet gibi davranmasına ses çıkartmamak. Her iki modelin de başarılı ve başarısız örnekleri var. Seçim bizim!

2 Şubat 2007

Mehmet BARLAS

03.02.2007


 

Irak’ta bir şeyler oluyor, ama ne?

Kendi içimize dönmemizi gerektiren hunhar bir suikastla sarsılmamış olsak, gazetelerimizin manşetleri Kuzey Irak odaklı haberlerden geçilmezdi; baksanıza, sarsıntıya rağmen manşetleri esir alabiliyor Kuzey Irak... SOMA adlı Kuzey Irak yönetimine ait petrol şirketinin “Bundan sonra muhatabınız kuzeydeki yönetim” emrivâkisi tepemizi attırmaya yetiyor...

Bu arada, Irak’ın kuzeyine çoktan yerleşmiş bazı bizden firmaların sahipleri, “Zaten varolan bir yapıyı tanımamakla çok şey kaydediyoruz” türü açıklamalar yapıyor, o açıklamalar da gazetelerimizde yer buluyor.

ABD’nin ‘terörle mücadele koordinatörü’ sıfatını taşıyan temsilcisi emekli general Joseph Ralston’un Kuzey Irak’taki temaslarını ve bunların ülkemize yansımalarını da unutmayalım. Gen. Ralston, “Merak etmeyin; Kuzey Irak’taki PKK varlığından yakında bir şikâyetiniz kalmayacak” diyor. Türkiye’nin koordinatörü Org. (e) Edip Başer de, “Biraz sabır” tavsiyesinde bulunuyor.

Soru şu: Ne oluyor?

İsterseniz, sarsıcı haberin ve ‘derin devlet’ muhabbetinin biraz dışına çıkıp bu soruya cevap arayalım.

Kuzey Irak’la ilgili soruya cevap ararken dikkatimizi yöneltmemiz gereken bir başka olgu Irak’ın orta bölgesinde yaşanıyor: Amerika’nın eğittiği Irak ordusu, eğiten subayların nezaretinde, kapsamlı operasyonlar düzenliyor. Gün geçmiyor ki, Irak’tan, daha önce duyulmamış sayıda eylem ve eylemlerde hayatını kaybedenler haberi ulaşmasın. Son birkaç hafta içerisinde, Irak’ta, ölü ve yaralı sayısı rekor düzeylere ulaştı.

Cevap için yalnızca ‘kayıp’ haberlerine dikkat etmemiz yeterli değil; gözümüzü çevirmemiz gereken daha uzak bir yer daha var: Washington... ABD’nin başına ‘Irak’ derdini açmış olan George W. Bush, geçtiğimiz hafta, yıllık ‘Ulusa Sesleniş’ konuşmasını yaptı ve Kongre’den Irak politikasına destek talep etti. Kongre’de üstünlüğü ele geçirmiş olan Demokrat Parti yönetiminin verdiği, “Sağol, biz almayalım” cevabını duymuş olmalısınız. ‘Neo-Çılgınlar’ destekli Bush yönetimi Irak’ta yolun sonuna geldiğini bütün çıplaklığıyla görüyor...

Sadece Irak’ta değil, kendi ülkesinde de... ABD’de sıkça yapılan ‘itibar anketleri’ Bush için alarm zilleri çaldıracak sonuçlara ulaştı. En son ankette, Bush, ‘gelmiş geçmiş en itibarsız ABD Başkanı’ unvanını zorlayan bir noktaya kadar düşmüş görünüyordu. Geçmişte o noktaya yaklaşan başkanların sonu hiç de hayırlı gelmedi; Amerikan medyası Richard Nixon’un istifasının hemen öncesindeki durumla mukayese ediyor George W. Bush’un durumunu...

Bunlara bir de, Bush ve ekibinin, gitmeden önce mutlaka becermek isteyeceklerini kimselerden saklamadıkları esas hülyalarını da eklemek gerekiyor: İran’a saldırmak... Saddam Hüseyin’i devirmek için Irak’a açtıkları savaşla ülkelerinin onuruna tüy diktikleri yetmezmiş gibi, ‘Neo-Çılgınlar’, Bush’u son bir hamleyle İran’ın üzerine saldırtmanın peşindeler.

Washington’da ipleri elinde tutan kadronun İran’a saldırma hevesinin Irak’a bakan yüzünde şu gerçek yatıyor: 150 bin kadar askerini Irak’ta tutmaya devam eden ABD, İran’a saldırı hevesini yerine getiremez; İran niyetinde ciddiyse, bir yolunu bulup Irak’taki yükümlülüklerini azaltmak zorunda ABD...

Şu sıralarda Irak’tan gelen haberleri bu gelişmeler ışığında değerlendirmemiz gerekiyor.

Yeni Şafak, 2 Şubat 2007

Fehmi KORU

03.02.2007


 

Delik çorapları Irak’ı unutturdu

Paul Wolfowitz’in delik çorabı üç gündür gazetelerin baş köşelerinde...

Tamam, gülünçtü, güldük.

Hatta bu sayede ABD’nin Türk çoraplarına koyduğu kota yüzünden ihracatta çektiğimiz sıkıntıları da öğrendik. Yetmedi, Cengiz Çandar “kendisini tanırım, Wolfowitz pasaklılık ölçüsünde özensizdir ama alçakgönüllü, yumuşak ve Türkiye dostu bir insandır” diye uzun bir yazı dahi kaleme aldı. Hepsi tamam da... Sıkmadı mı artık? Neden bir türlü gülüp geçemiyoruz?

Neden “heh heh! Koskoca Dünya Bankası Başkanı’nın çorabı delik çıktı; milyarlarca dolarla oynuyor kendine çorap alamıyor” türünden ezik ve “ihtiyar” bir mizahın içine saplanıp kaldık?

Oysa bu zat Savunma Bakanlığı’ndan ayrılıp Dünya Bankası’nın başına getirilince barışsever ve demokrat kesimler “Yoksa bu kurum Dünya Kan Bankası’na mı dönüşecek?” diye sormuştu da, oradaki kara mizaha gazetelerimiz hiç yüz vermemişti.

***

Yarın öbür gün öğretmenler öğrencilerine Paul Wolfowitz konulu bir kompozisyon ödevi verirlerse neler yazılabileceğini kestirebiliyorum. Çorapları deliktir. Dünyanın parasını yönetmekte ama 3 dolar verip kendisine yeni bir çorap alamamaktadır. Türkleri sever, AB üyeliğimizi destekler.

Selimiye Camii’ne hayran kalmış, ezanı huşu içinde dinlemiştir. Belki bunlara biraz ansiklopedik bilgi de eklenecektir. Polonya asıllı Yahudi bir aileden New York’ta dünyaya geldi. Cornell Üniversitesi’nde akademik kariyer yaptı. Yıllarca ABD dış politikasını biçimlendiren ekipte yer aldı. Dünya Bankası Başkanı olmadan önce Savunma Bakan Yardımcısı’ydı, falan filan... Acaba anne babalarına sorarlarsa bu zatın ABD’nin 21. yüzyıl Orta Doğu planlarının ve Irak işgalinin mimarı olduğunu da öğrenirler mi?

***

Açık olan şu...

Artık Wolfowitz denince kimsenin aklına demokrasi götürme vaadiyle yanıp yıkılan Irak, askeri harekâtı yapabilmek için uydurulan kimyasal silah yalanı, her gün yüzlerce kişinin ölmesine neden olan işgal gelmeyecek.

Zamanında “tezkereyi geçirmeyip bizi çok zor durumda bıraktınız” diyerek Türkiye’yi sert biçimde “fırçaladığı” da unutulacak.

Varsa yoksa o delik çoraplar hatırlanacak ve o delik çoraplarla huşu içinde dinlenen ezan!

Bilmiyorum. Ama bu haberler bir iki gün daha devam ederse...

Şu iki ayakta tam baş parmağın bulunduğu yerlerden yırtılmış çorapların bir tırnak sorunundan değil de uyanık bir halkla ilişkiler uzmanının “vizyonundan” kaynaklandığına inanacağım.

Vatan, 2 Şubat 2007

Haşmet BABAOĞLU

03.02.2007


 

Top mu çeviriyorlar?

Yargıtay’ın Şemdinli davasını görüşeceğini dünkü yazımda hatırlatarak şöyle demiştim: ‘Biliyorsunuz Van Ağır Ceza Mahkemesi iki astsubaya 39’ar yıl ağır hapis cezası vermişti.

Orada da daha ileri bir noktaya gidilemedi.

Ama mahkeme gerekçeli kararında ‘bunların bir amiri yok mu, bunlara bu emri kim verdi’ diye de sordu. Şimdi bugün ne olacak ?

Yargıtay ne yapacak?

Kararı bozacak ve astsubayları serbest mi bırakacak?

Daha kapsamlı bir araştırma yapılarak daha ileri noktalara gidilmesini mi isteyecek?

Trabzon’daki bomba, Yargıtay içtihatına dayanılarak ‘bomba kapsamına’ alınmamıştı.

Bakalım Şemdinli’deki bombalar için ne söylenecek...’

***

Yargıtay dün ne yaptı?

Görevsizlik kararı verdi. Biliyorsunuz,Yargıtay’da bir sürü daire var.

Görevsizlik kararı veren hangisi? Birinci Ceza Dairesi. Ne dedi?

18 Ocak’ta görüşmeye başladığı bu temyiz davasında kendini yetkili görmedi.

Peki, 1. Ceza Dairesi’ne dosyayı gönderen kim? Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı? O bunu bilmiyor muydu? Bilmiyormuş zahir..

***

1.Ceza Dairesi’ne göre bu davaya bakmakla yetkili olabilecek daire hangisi?

9. Daire...

9. Daire neye bakar? Örgütlü suçlara.

Halbuki Yargıtay Başsavcılığı ne demişti? Şemdinli’nin örgüt olmadığını iddia etmişti.

Allah Allah.

***

Ben tecrübeli bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım... Van Mahkemesi’nin kararından beş ay sonra bu kararı yorumlarken... ‘Oh, nihayet örgüt olduğu anlaşıldı’ diyemiyorum. Bu dosyanın Birinci Daire’ye gitmemesi gerekiyormuş. Peki niye gitti?

Yargıtay, hangi suçun nerede görüşüleceğini bilemiyor mu? Peki, o halde neler oluyor?

***

Dün CNN Türk sitesi Şemdinli’de olanları şöyle anlatıyordu: ‘Şemdinli’de 9 Kasım 2005’te eski PKK’li Seferi Yılmaz’a ait kitabevi bombalanmış, patlamada Mehmet Zahit Korkmaz adlı bir kişi hayatını kaybetmişti.

Bombayı attığı öne sürülen bir kişinin sığındığı otomobil halk tarafından durdurulmuş ve içindeki üç kişi (PKK itirafçısı Veysel Ateş ile astsubaylar Ali Kaya ve Özcan İldeniz) tartaklanarak polise teslim edilmişti.

Aynı gün otomobilde keşif yapan savcı ve Hakkari Milletvekili Esat Canan’ın üzerine de ateş açılmış, bir kişi de burada ölmüştü. Ateş açan kişinin Uzman Çavuş Tanju Çavuş, olayda ölen kişinin de Ali Yılmaz olduğu belirlenmişti. Keşif sırasında, astsubaylara ait olduğu belirtilen sivil arabanın bagajında üç kalaşnikof, el bombaları, resmi evrak ve Hakkari ile ilçelerinin haritası ve bir isim listesi bulunmuştu. Listede bombanın patladığı kitabevinin üzerinin kırmızı kalemle çizildiği belirlenmişti.

Olaydan bir gün sonra PKK itirafçısı Veysel Ateş kitabevine bomba attığı gerekçesiyle tutuklanıp cezaevine konurken, astsubaylar tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılmıştı.’

Bunları yazıyorum ama herkes bunların tümünü zaten televizyonda gördü.. Ben de gördüm..

***

Tecrübeli vatandaşlığım burada devreye giriyor.. Birileri top çeviriyor.. Galiba, o bizim televizyonlarda gördüğümüz korkunç görüntüleri bize elbirliğiyle unutturacaklar. Ve araya manzara resmi koyacaklar.

Star, 2 Şubat 2007

Mehmet ALTAN

03.02.2007


 

Genelkurmay’ı kim yanılttı?

Günlerce bu köşede sordum, “Hrant Dink cinayetinin zanlısı Ogün Samast’ın poster gibi fotoğrafını kim çekti...”

İstanbul Emniyet Müdürlüğü, “Biz çekmedik” dedi. Samsun Emniyeti’nden de aynı yanıt geldi.

Geriye sadece Samast’ın üç durağından biri olan Jandarma kalmıştı...

Jandarma Genel Komutanlığı ve Genelkurmay Başkanlığı ayrı ayrı açıklama yaparak, “o fotoğraf”ın Jandarma’da çekilmediğini duyurdu. Olay nihayet aydınlandı ve “o fotoğraf”ın jandarmaların da bulunduğu bir ortamda çekildiği ortaya çıktı.

Televizyonlarda izlediğimiz görüntülerde, “Vatan toprağı kutsaldır” yazılı afiş, katil zanlısının arkasına özenle yerleştiriliyor, Samast’a da “saçını düzelt, aslanım” diyordu birileri...

Böylece korkunç gerçek ortaya çıktı: Birileri Jandarma Genel Komutanlığı’nı ve Genelkurmay Başkanlığı’nı yanıltmıştı!

***

Şimdi Sayın Genelkurmay Başkanı’ndan rica ediyorum: Lütfen bu cinayet zanlısını kahraman gibi gösteren “o fotoğrafı” çeken her kimse bulup, cezasını verin. Verin ki, vatanseverliğin, milliyetçiliğin katillere övgü düzmek olmadığı birilerinin kafasına işlensin.

Vatan, 2 Şubat 2007

Mustafa MUTLU

03.02.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler


 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004