Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 04 Haziran 2008
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formu | İletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

 

Türkiye’de din özgürlüğü mümkün mü?

Türkiye’de din özgürlüğü anayasada güvence altına alınmış olmasına rağmen, din özgürlüğüne uygun bir yasal ve kurumsal çerçeveye sahip bulunmamaktayız. Din özgürlüğü kendi başına bir değer olarak ifade edilmemekte, çoğu kimse sadece ona dudak ucuyla değinmektedir. Devletin resmi dininin olmaması gerektiği gibi, resmi bir ideolojisinin de olmaması din özgürlüğünün bir gereğidir. Din özgürlüğü, dinî alanın bireyin ihtiyaç, arzu ve ideallerine uygun olarak özgürce oluşturulmasını gerektirmektedir. Şu anda yapılan din özgürlüğü tartışmasında, malum kesimin bireyin ihtiyaçlarını önemsemediği, bürokratik ideolojinin ihtiyaçları çerçevesinde dinî alana yaklaştıkları görülmektedir. Devletin tayin ettiği dinî ihtiyaçlar ile bireyin dinî ihtiyaçları aynı şey değildirler. Bireyin, devletin sınırlarını çizdiği dinî alanla tatmin olması gerektiği şeklindeki anlayış, din özgürlüğüyle bağdaşmamaktadır. Devletin görevi, dinî alana müdahale ederek onu şekillendirmeye çalışmak değil, bireyin ve toplum kesimlerinin gelişen dinî ihtiyaçlarına cevap verecek uygun yasal ve sosyal ortamı hazırlamaktır.

Din özgürlüğü köklü ve kapsamlı bir şekilde var olmamasına rağmen, toplumu dinden özgür kılmaya çalışan bir zihniyetin çok etkin olduğuna şahit olmaktayız. Tek Parti ideolojisinin önemli bir yansıması olan bu zihniyet, birey ve toplumu dinden özgürleştirmenin en büyük aydınlanma ve rasyonelleşme aşaması olduğu şeklinde bir yanılsamaya sahiptir. Toplumu dinden özgürleştirmek için Tek Parti ideolojisi, kamu gücünü çoğu zaman bu amaç için kullanmaktan çekinmemektedir. Din özgürlüğü, devlete toplumu dinden arındırma şeklinde bir görev vermemektedir. Başka bir ifadeyle, devletin dinden arınmış bir sosyo-kültürel dünya yaratma gibi bir misyonu yoktur.Türkiye’de azınlık ya da çoğunluk dinine mensup kişi ve gruplara yönelik din özgürlüğü ihlallerinin temelinde bu dinden özgürleştirme düşüncesi, rol oynamaktadır.

Din özgürlüğünün esas amacı, bireye kendi dinini, yaşam tarzını, felsefi inancını ya da ahlak sistemini seçme, yaşama, geliştirme ve yaygınlaştırmasına olanak vermektir. Bugün Türkiye’deki din alanı, din özgürlüğünün bir ürünü değildir. Devletin din kurumları, dini alanı çepeçevre sarmış bulunmaktadır. Anayasal kurumların gölgesinde vesayetçi demokrasi işletilmeye çalışıldığı gibi devletin din kurumları sayesinde de vesayetçi dindarlık üretilmeye çalışılmaktadır. Bu çepeçevre kuşatılmışlık altında bireyin, özerk ve özgür olarak dini tecrübe etmesi mümkün değildir. Devlet, bürokratik dini kurumlar eliyle kendi dinî alanını yaratmaktadır. Ortaya çıkan durum, bireyin özgür dinî tecrübesi değil, devletin sınırlı ve yapay bir din alanıdır.

Türkiye’de din özgürlüğünü varmış gibi göstermek isteyenler, herkesin namaz kılmakta, oruç tutmakta, hacca gitmekte, zekat vermekte ve cami yapmakta serbest olduğunu sürekli olarak tekrar etmektedirler. Bunların olması önemlidir, ama hiçbir şekilde bunlar din özgürlüğünün çoğulcu ve özgürlükçü bir şekilde icra edildiğini ortaya koymamaktadır. İslam’ın temel şartları konusunda bile kısıtlamalar vardır. Bazı kurumların, namaz kıldıklarından dolayı bazı mensuplarını ihraç ettikleri bilinen bir gerçektir. Vatandaşlardan toplanan paralarla yapılan camilere, devletin el koyması bir inanç ve mülkiyet özgürlüğü ihlalinden başka bir şey değildir. Dolaylı ya da dolaysız yollardan vatandaşlar, zekat, fitre ve kurban derilerini Hava Kurumu’na vermeye zorlanmaktadırlar. Hac organizasyonu devlet tekelinde bulunmakta ve bu konuda vatandaşlar değişik kısıtlamalarla yüz yüze kalmaktadırlar. İnançlarından dolayı belirli bir kılık-kıyafet tercihinde bulunan insanların, eğitim haklarının elinden alındığı ve iş yaşamlarında ciddi sorunlarla karşılaştıkları, derin bir din özgürlüğü ve insan hakları ihlali olarak karşımızda durmaktadır. Alevilerin inançlarını özgürce yaşama ile ilgili talepleri, henüz tatmin edici bir şekilde karşılanmış değildir. Gayrimüslimlerin, eğitim, ibadet ve ifade özgürlüğüyle ilgili sorunları bulunmaktadır.

Türkiye’de din özgürlüğünün çoğulcu bir şekilde kurumsallaşarak uygulanmasını imkânsız kılan yasal bir çerçeve vardır. Eğitimle ilgili yasalar, eğitim ve öğretimi devletleştirerek din eğitimi konusunda sivil topluma bir özgürlük alanı bırakmamaktadır. Dernekler Kanunu, dinî nitelikli sivil toplum örgütlerinin her an kapatılmasına olanak vermektedir. Bu yüzden birçok vakıf ve derneğe, resmi otoriteler kolaylıkla müdahale edebilmektedir. Devlet, resmi din anlayışını Diyanet İşleri Başkanlığı Kanunu yoluyla topluma empoze etmektedir. Milli Eğitim ve yükseköğretim kanunları sayesinde, devletin, Tek Parti ideolojisini endoktrinasyonu mümkün olmaktadır. Mevcut yasal mevzuat sayesinde, özellikle darbe ve ara rejim dönemlerinde din özgürlüğünü ortadan kaldıran uygulamalar gerçekleştirilmektedir. 28 Şubat darbesi döneminde, birçok özel vakıf, okul ve dershane değişik baskılarla karşılaşmış hatta kapatılmışlardır.

Din özgürlüğünün temel amacı, din alanının bireysel, özgür, çoğulcu ve sivil niteliklerinin korunmasıdır. Türkiye’de dinî alanın manzarası, bu niteliklerden çok uzak olup, bürokratik, kolektivist ve tekçi bir mahiyet arz etmektedir. Din özgürlüğüyle ilgili sorunlara, sadece çoğunluk-azınlık, Müslüman-gayrimüslim ya da Alevi-Sünni şeklindeki ikilemlerle bakmak sağlıklı değildir. Önemli olan çoğunluğun, azınlığın, Alevilerin, Sünnilerin, Müslümanların, gayrimüslimlerin kısacası bütün bireylerin inanç dünyalarına yapılan müdahaleleri ve konulan yasakları, din özgürlüğü ve insan hakları ihlali olarak değerlendiren ayrımcılık yapmayan bir perspektife sahip olmaktır. Türkiye’de din özgürlüğünün mümkün olabilmesinin, ancak bu ilkeli perspektifin kurumsallaşmasına bağlı olduğu unutulmamalıdır.

Zaman, 3.6.2008

Doç. Dr. Bilal SAMBUR

04.06.2008


 

Ne mutlu YouTube’um kapalı diyene!

YouTube diye bir hadise var. Daha doğrusu yok. Zira yasaklı. İçinde yer alan on binlerce video arasında bir veya birkaç tanesi Atatürk’e hakaret ettiği için, yok o kadar bile değil, hakaret bile sayılmayan deli saçması şeyler için site toptan yasak.

Sulh ceza mahkemelerimiz arı gibi çalışıyor maşallah! Birinin kapatma süresi bitince hop diğerininki devreye giriyor. Hatta bazen sayfayı açınca mesela dördünün birden mahkeme kararıyla karşılaşıyoruz. Bakıyoruz 2. Ankara Sulh Ceza Mahkemesi’nin kapattığını 6. Ankara Sulh Ceza BİR KEZ daha kapatmış! Oradan gelmiş Sivas 1. Sulh, BİR KEZ de o kapatmış... Hey yavrum hey.. Duble kilitler, tribleks (emlakçı imlası!) engellemeler! Kapalı siteyi bir kez daha kapatan ülkeme kurban olayım ben!

Memlekette meşhur olmak isteyen ne kadar sulh ceza mahkemesi varsa hepsi birer kere kapattırsın bence. Reklamın iyisi kötüsü olmaz. Sayelerinde hem memleketi tanırız, nerede sulh ceza mahkemesi varmış, nerede yokmuş öğreniriz. “Ordaaa bir sulh ceza mahkemesi var uzakta, yargılansak da yargılanmasak da bizim sulh cezamııııızdır!”

***

Fakat kötü haber: Şimdi temelli kapatılacakmış! Dünyada bir ilki biz gerçekleştireceğiz yani. Dünyanın en çok ziyaret edilen, internette YT (YouTube)’dan önce YT’dan sonra şeklinde bir milat yaratabilmiş olan, alt tarafı bir video paylaşım sitesi olan (hazırladığın videoyu orada yayınlıyorsun, millet de seyrediyor) bir site, sulh mahkemelerimiz açıp kapatmaktan yorulduğu için (herhalde) toptan kapatılacakmış!

Oldu mu şimdi! Halbuki Ardahan, Çemişgezek, Ezine, Pülümür, İvrindi, Ardanuş, Tatkavaklı ve Engürücük mahkemelerindeydi sıra.. Onların da isimlerini bir kez olsun görmek isterdik youtube açılış sayfasında. (Buralarda mahkeme yoksa ben ne yapayım! Açılıncaya kadar beklerdik, ne olacak..)

(Editörün notu: Hayır mahkemeler tek tek yorulmasın diye değil Türkiye’de temsilcilik açmadıkları için kapatılıyor site. İnternet güvenliğine ilişkin yasaya göre YouTube’un Türkiye’de güvenlik ve yetki belgesi ile lisans almasını, ofis açmasını ve vergi mükellefi olması gerekiyormuş. İnternette yüz milyonlarca site olduğu düşünülürse, hepsinin Türkiye’de ofis açması, ruhsat alması ve vergi vermesi gerekiyor bu durumda.)

Şimdi insan ağız tadıyla dalga da geçemiyor. Çünkü bir şeyle dalga geçebilmek için gülünçlüğün veya saçmalığın belli bir alt sınıra kadar dayanmış olması lazım. Gülünçlük veya saçmalık o alt sınırı geçince artık dalga geçemezsin. Demek istediğim: Aptalla dalga geçebilirsin ama zihinsel özürlüyle dalga geçemezsin mesela. Zihinsel özürlü, söz konusu dalga geçebilme sınırının altındadır.

Bizim durum bu. Dalga geçebilme sınırının altına indik.

Ve bu çağdaş, ilerici, aydınlık, demokratik, tekrar çağdaş, ilerici, aydınlık, demokratik Türkiye’de oluyor öyle mi? Biz bu değerlerimizi kaybetmek korkuyoruz değil mi? Peeee...

Vatan, 3.6.2008

Mutlu TÖNBEKİCİ

04.06.2008


 

Yüzüncü yıl…

İnsan yol ve yaş aldıkça hem zamanın farkına varır, hem zamandan uzaklaşır. Fark ve tekrar, değişim ve aynılık duyguları iç içe girmeye başlar. Nitekim doğru yerdeyseniz etrafınız yıllar boyu mücadele vermiş, her değişim umudu ve kanısı sonrası aynı sorunlarla yüz yüze kalmaktan yorgun düşmüş insanlarla doludur.

1908’in, 2. Meşruiyet’in ilanının yüzüncü yılındayız.

Ama bir o kadar da darbe ve kumpasların yüzüncü yılını soluyoruz.

Dönemin İttihatçı subayı, Mustafa Kemal’in yakın arkadaşı Ali Fethi Bey’in 18 Eylül 1908’de “Askeri Dergisi”nde yayınlanan bir makalede sarfettiği cümleler ile bugün sıkça sivil alana çıkış yapan askeri otoritenin açıklamaları arasındaki yakın akrabalık başka nasıl açıklanmalı?

Şöyle diyordu Ali Fethi Bey:

“... Saadet-i memleketi, hayat-ı milleti muhâtarât-ı azimeye düşüren idarey-i seyyie-i mutlakanın tehlike ve felaket nokta-i nazarından, hâk-i pâk vatanı pay-ı istila ile çekinmemek isteyen harici düşmanı kıyasen ne farkı olabilirdi?...”

Bundan tam 93 yıl sonra, 7 Ağustos 2001 tarihinde Genelkurmay Başkanlığı yazılı bir açıklamayla siyaset kurumuna bakışını şu şekilde özetliyordu:

“Bugün Türkiye Cumhuriyeti’nde; ekonomi iflas noktasına gelmişse, ekonomiyi bu hale getirenler hakkında en ufak bir işlem yapılmıyorsa, milli ve ahlaki değerler aşındırılmışsa, soygun düzeni adeta normal bir davranış haline gelmişse, AB’ye girmeyi hedefleyen bir ülkede Ortaçağ’ı hedefleyen zihniyetler devlet kadrolarında bile yer alabiliyor ve buralara özenle yerleştiriliyorsa, ülke içinde siyasi istikrar, kişisel ihtiraslar nedeniyle bir türlü sağlanamıyorsa, ülkenin bir parçasında, ekonomik ve sosyal tedbirlerin alınamaması neticesi ayrılıkçı terörün, etnik/milliyetçi ve ayrılıkçı harekete dönüşmesi önlenemiyorsa, küreselleşme anlayışı ekonomik teslimiyetçilik olarak benimseniyorsa...”

1900 başında hedef padişah, 2000 başında ise hedef hükümetti; dil ve siyasi hakimiyet niyeti ise ortaktı…

Gerçek çıplaktır.

Türkiye’de resmi devlet ideolojisi kökenden, kökten, tarihten kopuşu ve kültürel mesafeyi beslediği oranda ideolojik bir süreklilikten beslenir...

Sorunların dönüp dolaşıp, aynı biçimlerle, aynı tezahürlerle, hatta aynı vurgularla karşımıza çıkmasını önemli ölçüde bu gerçek açıklar...

“Devlet iktidarı ile siyasi iktidar ayrımı” üzerine oturan, devlet iktidarını temel olarak askeri otoriteye bırakan, devletin, yani askerin siyaset kurumunu yönlendirmesi, denetlemesi fikrini kurallaştıran, kültür ve toplumdan gelen talepleri tehlike olarak tanımlayan, verili ve steril bir vatandaşlık kimliğini zorla üretmeye soyunan bir yapılanma, bir sert çekirdek var ortada...

Ve bu sert çekirdek süreklilik arzediyor...

Ancak şu da bir gerçek:

İdeolojik doku kendisini yeniden üretmeye çalıştıkça, toplum da ters istikamette yol almakta, bu dokuyla arasındaki mesafeyi açmaktadır. Resmi ideolojiye rağmen toplumsal dinamikler ve sivil alan kültürel olanı keşfetmekte, kültürel değerlerin sorunlara yönelik hakemlik kabiliyetini pekiştirmektedir. Üstelik bu keşif ve pekişme demokratik ilkelerin her geçen gün artan oranda benimsenmesi, temel hak ve özgürlükler alanının genişmesi üzerinden gerçekleşmektedir.

Peki günümüz Türkiyesi’ni bu kutuplar arasında nereye yerleştirmeli, nasıl anlamalı, nasıl açıklamalı?

Temel soru işte budur...

Yanıt ise şu:

Günümüz Türkiyesi kültürel kopukluğu sürekliliğe, ideolojik sürekliliği kopuşa çevirme kavgası veriyor.

Bir yandan tarihiyle, toplumuyla, farklılıklarıyla tanışma, yüzleşme, barışma mücadelesi veriyor, buna uygun bir zihniyet dokusunun, siyaset ve yönetim anlayışının peşinde koşuyor, öte yandan, bu mücadelenin kaçınılmaz kıldığı gerginlikleri, gerilimleri yaşıyor.

Ancak yaşanan gerilimler değişimin kaçınılmaz sarsıntıları olarak karşımızdadır.

Yeni Şafak, 3.6.2008

Ali BAYRAMOĞLU

04.06.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
GAZETE 1.SAYFA
Download

Kutlu Doğum Haftası Pdf

Bütün haberler

© Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır