"Gerçekten" haber verir 24 Temmuz 2008
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formu | İletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

Hadis-i Şerif Meâli

En fâziletli duâ, kişinin kendisi için yaptığı duâdır.

Câmiü's-Sağîr, No: 727

24.07.2008


Tevhid ve celâl ister ki, esbâb ellerini çeksinler tesir-i hakikiden

BİRİNCİ LEM’A

Tevhid iki kısımdır. Meselâ, nasıl ki bir çarşıya ve bir şehre büyük bir zâtın mütenevvi’ malları gelse, iki çeşitle onun malı olduğu bilinir. Biri, icmâlî, âmiyânedir ki, “Bu kadar azîm mal, ondan başka kimsenin haddi değil ki sahip olabilsin.” Fakat böyle âmî bir adamın nezâretinde çok hırsızlık olabilir. Parçalarına çok adamlar sahip çıkabilir. İkinci çeşit odur ki, her denk üzerinde yazıyı okur, her bir top üstünde turrayı tanır, her bir ilân üstünde mührünü bilir bir sûrette, “Her şey o zâtındır” der. İşte şu halde, her bir şey o zâtı mânen gösterir.

Aynen öyle de, tevhid dahi iki çeşittir.

nBiri tevhid-i âmî ve zâhirîdir ki; “Cenâb-ı Hak birdir, şeriki, nazîri yoktur, bu kâinat onundur.”

nİkincisi tevhid-i hakikidir ki, her şey üstünde sikke-i kudretini ve hâtem-i rubûbiyetini ve nakş-ı kalemini görmekle doğrudan doğruya her şeyden Onun nuruna karşı bir pencere açıp Onun birliğine ve her şey Onun dest-i kudretinden çıktığına ve Ulûhiyetinde ve Rubûbiyetinde ve mülkünde hiçbir vech ile, hiçbir şeriki ve muîni olmadığına, şuhuda yakın bir yakîn ile tasdik edip imân getirmektir ve bir nevi huzur-u dâimî elde etmektir. Biz dahi şu Sözde, o hâlis ve âlî tevhid-i hakikiyi gösterecek şuâları zikredeceğiz.

Birinci nükte içinde bir ihtar:

Ey esbâbperest gàfil! Esbâb, bir perdedir. Çünkü, izzet ve azamet öyle ister. Fakat, iş gören kudret-i Samedâniyedir. Çünkü, tevhid ve celâl öyle ister ve istiklâli iktizâ eder. Sultan-ı Ezelînin memurları, saltanat-ı rubûbiyetin icraatçıları değillerdir. Belki o saltanatın dellâllarıdırlar ve o rubûbiyetin temâşâger nâzırlarıdırlar. Ve o memurlar, o vâsıtalar; kudretin izzetini, Rubûbiyetin haşmetini izhâr içindir; tâ umûr-u hasîse ile kudretin mübâşereti görünmesin. Aczâlûd, fakrpîşe olan insanî bir sultan gibi, acz ve ihtiyaç için memurları şerik ittihaz etmiş değildir.

Demek esbâb vaz’ edilmiş, tâ aklın nazar-ı zâhirîsine karşı kudretin izzeti muhâfaza edilsin. Zîrâ aynanın iki vechi gibi, her şeyin bir mülk ciheti var ki, aynanın mülevven yüzüne benzer, muhtelif renklere ve hâlâta medâr olabilir; biri melekûttur ki, aynanın parlak yüzüne benzer. Mülk ve zâhir vechinde, Kudret-i Samedâniyenin izzetine ve kemâline münâfi hâlât vardır; esbâb, o hâlâta hem mercî, hem medâr olmak için vaz’ edilmişler. Fakat, melekûtiyet ve hakikat cânibinde, her şey şeffaftır, güzeldir, kudretin bizzat mübâşeretine münâsiptir, izzetine münâfi değildir. Onun için, esbâb sırf zâhirîdir, melekûtiyette ve hakikatte tesir-i hakikileri yoktur.

Hem, esbâb-ı zâhiriyenin diğer bir hikmeti şudur ki: Haksız şekvâları ve bâtıl itirazları âdil-i Mutlaka tevcih etmemek için, o şekvâlara, o itirazlara hedef olacak esbâb vaz’ edilmiştir. Çünkü, kusur onlardan çıkıyor, onların kabiliyetsizliğinden ileri geliyor. Bu sırra bir misâl-i latîf sûretinde bir temsil-i mânevî rivâyet ediliyor ki:

Hazret-i Azrâil Aleyhisselâm, Cenâb-ı Hakka demiş ki: “Kabz-ı ervâh vazifesinde Senin ibâdın benden şekvâ edecekler, benden küsecekler.”

Cenâb-ı Hak lisân-ı hikmetle ona demiş ki, “Seninle ibâdımın ortasında musîbetler, hastalıklar perdesini bırakacağım; tâ şekvâları onlara gidip, senden küsmesinler.”

İşte bak: Nasıl hastalıklar perdedir, ecelde tevehhüm olunan fenâlıklara mercîdirler ve kabz-ı ervâhta hakikat olarak olan güzellik, Azrâil Aleyhisselâmın vazifesine mütealliktir; öyle de, Hazret-i Azrâil dahi bir perdedir, kabz-ı ervâhta zâhiren merhametsiz görünen ve rahmetin kemâline münâsip düşmeyen bâzı hâlâta mercî olmak için, o memuriyete bir nâzır ve kudret-i İlâhiyeye bir perdedir. Evet, izzet ve azamet ister ki, esbâb perdedâr-ı dest-i kudret ola aklın nazarında; tevhid ve celâl ister ki, esbâb ellerini çeksinler tesir-i hakikiden.

Sözler, s. 264

24.07.2008


HUZURA KOŞ! -3-

Ölüm gelecektir, her an her zaman

Sevkiyat var! Gideceksin bir zaman

İhtiyarlık, saçlarında beyazlar

Ebedi hayattaki huzura koş!...

Ruhun gider ceset kalır çır çıplak

Ceset toprak, ruh huzura çıkacak

Ervah, haşir ve sırattan geçecek

Ahirette Cennet var,huzura koş!...

Hayır, şer gelince,insanlar susar

Nurları okuyup, bırak bir eser

Hizmete koş! Görmüyor musun dünya boş

Dünya ve ahiret,sen huzura koş!...

Ölüm gelir, gidersin ahirete

Arkandan okunur Yasin Fatiha

Kabirde melekler seslenir sana

Açılır pencereler huzura koş!...

Günah işlersen yoktur çaresi

Kur’ân, sünnet, kurtuluş reçetesi

Ervahtan, köprüden geçeksin sen

Haşirden sonra yine huzura koş!...

CELAL YALÇIN

24.07.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
GAZETE 1.SAYFA

Site yöneticisi | Editör
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır