Sami CEBECİ |
|
Öğrencinin ruh hâli |
Dünya verilse değişmeyecek kadar sevdiğimiz ve değer verdiğimiz ciğerpârelerimiz olan çocuklarımızı, anne ve babalar ne zorluklarla yetiştiriyor. Bebekken geceleri uykularımızı bölen, biraz büyüdükleri zaman bir çok külfetlere katlanmamıza sebep olan, ergenlik çağına eriştiğinde ve kişilik kazanmaya başladığında bizi pişman ettirecek işler de yapabilen çocuklarımız, her şeye rağmen dünya bir yana, onlar bir yana olan parçalarımızdır. Liseyi bitirmeden bir taraftan hazırlık dershanesine giden, üniversiteyi kazanamamışsa tekrar dershaneye giderek bütçemizi sarsan bu delikanlılar, kazandıkları zaman da sıkıntılar bitmemekte ve yeni sıkıntılar başlamaktadır. Hayat bu. Engelli koşuya benziyor. Birini geçerken diğerine takılıyorsun. Üniversite kazanıldı diyelim. Bu sefer kayıt ve kalacak yer çilesi başlıyor. Hele başörtülü bir kız ise, onun çilesi birkaç kat daha artıyor. Çünkü, hâlâ başörtüsü zulmü devam ediyor. İnancından dolayı başını örten genç kızlarda kişilik bozulması, rûhî travma ve çift kişilikli biri olma durumu baş gösteriyor. Belli bir cemaate mensup olmayıp üniversiteye kaydolan bir genç, tanımadığı bir memlekette ve bilmediği yığınla insanın bulunduğu bir yerde kendini yapayalnız hissediyor. Boşluğa düşmüş gibi bir karamsarlık havası bütün benliğini sarıyor. Yanlış eller ve yanlış adresler karşısına çıkarsa vay o delikanlının başına gelenlere! Ondan sonra ne okul kalıyor, ne de başka bir şey. Dünya âdetâ ona zindan oluyor. Belli bir safhadan sonra da “Battı balık yan gider” hesabı her şeye boş veriyor ve yaşadığı toplumu zehirleyen, zarar veren bir yılan olup çıkıyor. Çünkü, Allah ve âhiret korkusunu kalbinde taşımayan, kul hakkı nedir hiçbir şey tanımayan öyle gençler, milletin baş belâsı olmaktan kendini kurtaramaz. Böyle gençlerin hâlini nazara veren merhum Zübeyr Ağabey “Eğer, teessür ve ıztırap karşısında kalpten bir parça kopmuş olsaydı, bir genç dinsiz olmuş haberi karşısında o kalbin atom zerratı adedince paramparça olması lâzım gelirdi” diyor. İşte, bu noktada dînî cemaatlerin önemi ortaya çıkıyor. Sevgi, ilgi, şefkat, muhabbet ve hoşgörü ile gençlerin elinden tutan bu fedâkâr insanlar, maddî ve mânevî destekleriyle ‘bir genç daha kurtulsun’ diye canını dişine takıyor ve onlara kol kanat geriyor. Bir baba veya ağabey şefkatiyle onları kucaklıyor ve her şeyiyle ilgileniyor. Maddî durumu bozuksa burs vererek, sağlığı bozulmuşsa doktora götürerek elinden gelen her şeyi yapıyor. Bütün hedef, elbette Allah’ın rızâsı. Başka maksat olamaz. Bu hususta canla başla alışan ve adı ne olursa olsun bütün cemaatleri alkışlıyor ve Allah râzı olsun diyoruz. Bize gelince, elbette bu tariflere en uygun olması gereken cemaat biziz. Risâle-i Nur Hareketini orijinal kimliğiyle gelecek nesillere emanet edecek olan bizler, bir kişi de olsa onu kurtarmayı dünyanın en büyük vazifesi biliriz. Bize gelen ve hizmet merkezimizde kalmak isteyenlerin ayakları altına, şefkat kanatlarımızı sereriz. Onun hem okulunda başarılı, hem de dâvâ adamı olması için her türlü fedâkârlığı gösteririz. Bilgimizle, ilgimizle, sevgimizle, paramız pulumuz, hülâsa her şeyimizle onları bağrımıza basarız. Aksi takdirde, olumsuz tavırlarla karşıladığımız, “Masrafları ödeyecek paran yoksa git başka yerde kal” dercesine yapılacak muâmeleler, o gencin ruh dünyasını allak bullak eder. Bizim şahsımızda cemaate ve dâvâya küser. Bunun vebâlini ise kimse taşıyamaz. Bizler, şimdiye kadar dâvâya ve hizmete kazandıklarımızı hep müsbet hareketlerimizle elde ettik. Her bir Nur Talebesi ve bilhassa hayatını vakfetmiş hizmet elemanları bu gerçekleri dikkate almalı ve seferber olmalıdır. Çünkü, şimdi tam zamanıdır. 09.09.2009 E-Posta: [email protected] |