17 Mayıs 2010 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR Mobil İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Lahika

Âyet-i Kerime Meâli

Onlar, ayakta dururken, otururken, yanları üzerine yatarken (her vakit) Allah'ı anarlar, göklerin ve yerin yaratılışı hakkında derin derin düşünürler (ve şöyle derler:) Rabbimiz! Sen bunu boşuna yaratmadın. Seni tesbih ederiz. Bizi cehennem azabındankoru !

Al-i imran: 191

17.05.2010


Dünya seyyar bir ticaretgâhtır

Hem seyyar bir ticaretgâhtır. Öyle ise alış verişini yap, gel; ve senden kaçan ve sana iltifat etmeyen kafilelerin arkalarından beyhûde koşma, yorulma.

Zîruhların en eşrefi ve şu bayramlarda kemiyet ve keyfiyet cihetiyle en ziyâde istifade eden insan, dünyaya pek çok meftun ve mübtelâ olduğu halde, dünyadan nefret ve âlem-i bekaya geçmek için, eser-i rahmet olarak, iştiyâkengîz bir hâlet verir. Kendi insaniyeti dalâlette boğulmayan insan, o hâletten istifade eder, rahat-ı kalb ile gider. Şimdi, o hâleti intâc eden vecihlerden, numune olarak beşini beyân edeceğiz.

• Birincisi: İhtiyarlık mevsimiyle dünyevî, güzel ve câzibedar şeyler üstünde fenâ ve zevâlin damgasını ve acı mânâsını göstererek, o insanı dünyadan ürkütüp, o fânîye bedel, bir bâkî matlûbu arattırıyor.

• İkincisi: İnsanın alâka peydâ ettiği bütün ahbablardan yüzde doksan dokuzu, dünyadan gidip diğer bir âleme yerleştikleri için, o ciddî muhabbet sâikasıyla o ahbabın gittiği yere bir iştiyak ihsan edip, mevt ve eceli mesrurâne karşılattırıyor.

• Üçüncüsü: İnsandaki nihayetsiz zayıflık ve âcizliği, bâzı şeylerle ihsâs ettirip, hayat yükü ve yaşamak tekâlifi ne kadar ağır olduğunu anlattırıp, istirahate ciddî bir arzu ve bir diyâr-ı âhere gitmeye samimî bir şevk veriyor.

• Dördüncüsü: İnsan-ı mü’mine nur-u imân ile gösterir ki, mevt idâm değil, tebdil-i mekândır; kabir ise, zulümâtlı bir kuyu ağzı değil, nurâniyetli âlemlerin kapısıdır. Dünya ise, bütün şâşaasıyla, âhirete nisbeten bir zindan hükmündedir. Elbette, zindân-ı dünyadan bostân-ı cinâna çıkmak ve müz’ic dağdağa-i hayat-ı cismâniyeden âlem-i rahata ve meydan-ı tayerân-ı ervâha geçmek ve mahlûkatın sıkıntılı gürültüsünden sıyrılıp huzûr-u Rahmân’a gitmek, bin can ile arzu edilir bir seyahattir, belki bir saadettir.

• Beşincisi: Kur’ân’ı dinleyen insana, Kur’ân’daki ilm-i hakikati ve nur-u hakikatle dünyanın mahiyetini bildirmekliğiyle, dünyaya aşk ve alâka pek mânâsız olduğunu anlatmaktır. Yani, insana der ve ispat eder ki:

“Dünya bir kitâb-ı Samedânîdir. Huruf ve kelimâtı nefislerine değil, belki Başkasının zât ve sıfât ve esmâsına delâlet ediyorlar. Öyle ise mânâsını bil, al; nukuşunu bırak, git.

“Hem bir mezraadır. Ek ve mahsülünü al, muhâfaza et; müzahrafâtını at, ehemmiyet verme.

“Hem birbiri arkasında dâim gelen geçen aynalar mecmûasıdır. Öyle ise onlarda tecellî edeni bil, envârını gör ve onlarda tezâhür eden esmânın tecelliyâtını anla ve Müsemmâlarını sev; ve zevâle ve kırılmaya mahkûm olan o cam parçalarından alâkanı kes.

“Hem seyyar bir ticaretgâhtır. Öyle ise alış verişini yap, gel; ve senden kaçan ve sana iltifat etmeyen kafilelerin arkalarından beyhûde koşma, yorulma.

“Hem muvakkat bir seyrangâhtır. Öyle ise nazar-ı ibretle bak ve zâhirî çirkin yüzüne değil, belki Cemîl-i Bâkîye bakan gizli, güzel yüzüne dikkat et, hoş ve faydalı bir tenezzüh yap, dön; ve o güzel manzaraları irâe eden ve güzelleri gösteren perdelerin kapanmasıyla, akılsız çocuk gibi ağlama, merak etme.

“Hem bir misafirhânedir. Öyle ise onu yapan Mihmandâr-ı Kerîmin izni dairesinde ye, iç, şükret; kanunu dairesinde işle, hareket et. Sonra arkana bakma, çık, git; herzekârâne fuzûlî bir sûrette karışma. Senden ayrılan ve sana âit olmayan şeylerle mânâsız uğraşma ve geçici işlerine bağlanıp boğulma” gibi zâhir hakikatlerle dünyanın iç yüzündeki esrârı gösterip dünyadan müfârakatı gayet hafifleştirir, belki hüşyar olanlara sevdirir ve rahmetinin herşeyde ve her şe’ninde bir izi bulunduğunu gösterir.

İşte Kur’ân, şu beş veche işaret ettiği gibi, başka hususî vecihlere dahi âyât-ı Kur’âniye işaret ediyor. Veyl o kimseye ki, şu beş vecihten bir hissesi olmaya.

Sözler, 17. Söz, s. 186-187

LÜGATÇE:

zîruh: Ruh sahibi.

kemiyet: Nicelik, sayı itibariyle.

keyfiyet: Nitelik, kalite.

âlem-i beka: Sonsuzluk âlemi, ahiret.

iştiyâkengîz: Şiddetli istek ve arzu saçan.

bostân-ı cinân: Cennet bahçeleri.

müz’ic: Rahatsız eden, sıkıntı veren.

17.05.2010


İnsanı yücelten bir haslet: Tevâzu

Asrın ahlâk rehberi Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri eserinde “Kur’ân talebesi mütevazidir, halim selimdir”1 diyor. Kur’âna ve Kur’ânî hakikatlere muhatap olan asrın insanının sahip olması gereken “öncelikli hususiyetini” açık ve anlaşılır olarak bu söylemle ifadelendiriyor.

İnsanlara karşı alçakgönüllü olma, kibirlenip, böbürlenmekten sakınma anlamına gelen, ahlâkî bir terim olan tevâzu, zihinlerinin eneler etrafında döndüğü günümüz insanının sahip olması gereken en ehemmiyetli ahlâkî erdem. Tevâzu, hayatımıza hakim olması gereken bir ahlâk-ı âliye. Tevâzu, Zübeyri bir haletle derse başlayabilmek, bütün liyakatine rağmen, tüm mahcubiyetiyle… Tevâzu, söz sahibi olabileceğin bir konuda sözü, istemeyen kardeşe bırakabilecek kadar alicenap ruha sahip olabilmek. Kâinat kitabının okuyucuları, dikkatli bir nazarla kâinata baktıklarında bu “tevazu” erdeminin kâinatta hakim bir özellik olduğunu fark edeceklerdir.

Mehabeti karşısında titreyen bir şahsa karşı “Sakin ol, ben bir melik değil, Kureyş’den kuru et yiyen bir kadının oğluyum” ifadesini kullanan tevâzu abidesi Peygamberimizin (asm) takipçiliğini yapan Said Nursî Hazretleri de “tevâzu, mahviyet ve terk-i enaniyet” gibi hususiyetlere nazarları tevcih etmiş, ehl-i hak ve hakikatte bulunması gereken “elzem ve lüzumlu” bir erdem olduğunu nurlu eserlerinde önemle ve tekrarla vurgulamıştır.

Ahir zaman nur yolcusu, gaflete dalabilen nur yolcularına vazifesini tekrar ihtar ederek “Senin vazifen fahr (övünme) değil şükürdür, sana lâyık olan şöhret değil tevâzudur, hacalettir, senin hakkın medih değil istiğfardır, nedamettir (pişmanlık), senin kemalin hodbinlik (bencillik) değil hudabinliktir”2 diyor. Allah tarafından bize ihsan edilmiş her güzel haslet, nimet, bizi bir adım daha mütevazi olmaya yöneltmeli, tıpkı meyveli ağaçlar gibi olmalı, dallarına ihsan edilen her bir meyveyle biraz daha eğilip, bükülüp mütevazileşmeli. Meyvesiz ve gölgesiz bir hasiyete sahip kavaklar gibi dik ve kibirli olma anlamsızlığına düşülmemeli. Zira fazilet ve kemal sahiplerinde, büyüklük mikyasıdır küçüklük; nakıslarda, küçüklük mizanıdır büyüklük.3 Tevâzunun zıddı olan benlik ve enaniyet, şahsî, içtimaî ve hizmet hayatımızda çok büyük hasaretlere sebebiyet verebilecek istenmeyen, kaçınılması gereken bir haslet, manevi bir yaradır. Nefsin terbiye edilmesi için insana verilen, Yaratıcının sıfat ve işlerini anlama ve kavramada bir alet ve ölçü olan “benliğin” mahiyetinin tam olarak bilinememesi, tevâzu hasletinden uzak kalışımızın en büyük sebebi. Halbuki bize verilmiş olan bu benlik, kâinatın sırlarını açan, muammalarını çözen, gizli hazineler gibi olan Allah’ın isimlerini bulmamızı sağlayan hayret verici, sırlı bir anahtar. Elimizdeki benlik “esrarlı ve muammalı” haliyle nurlu bir ağacın çekirdeği ya da su-i istimaliyle zehirli bir zakkum çekirdeği olabilir .4

Yaratıcımızı kavramada ölçü olan benlik, tarlasına tohum serpen birine, rüzgârdan farklı bir iş yapmadığını, bahçesini sulayan birine de, yağmurun vazifesini taklide çalışan, Allah’ın mülkünde görevli rüzgâr ve yağmur gibi bir hizmetçi olduğunu hissettirir. Bu şuur bir çeşit duygu sapması olan benlikten korur, firavunlaşmasını önler.

Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri, manevî ölümcül bir hastalık olan “enaniyetin” teşhisini yaptıktan sonra, nurlu eserlerinde tedavi metodunu şöyle açıklıyor. “Cenâb-ı Hakkın zikrinin şuâ ve hararetiyle benliğin kalbi delinir, büyüyüp gafletle firavunlaşamaz ve isyan edemez. Ancak bu ilâhî zikir sayesinde enaniyet mikrobu ölür, her daim kötülüğü emreden nefsin başının kırılmasına muvaffak olunabilir.5

Said Nursî Hazretlerinin, bir buz parçası hükmündeki enaniyetlerini havuza atıp atmama konusunda kararsız bekleyenlere verdiği şu ders, onun bu konuda söylediği en veciz en beliğ ifadesidir: “En ekrem, en müttakidir (dindar) ve en müttaki, en mütevazidir.” 6 Olumlu “ben” sahibi bireylerden oluşan temiz bir toplumun oluşması Said Nursî Hazretleri’nin en büyük hedeflerinden biridir.

İslâmda ve Kur’ânın bu asırdaki dersi olan Risâle-i Nur’da “tevâzu” değişmez bir davranış biçimi olarak özenle korunmuştur. İnsan haysiyetine en çok yakışan bir haslet olan tevazu, dünya ve ahirette şeref sebebidir. Kibirli kimselere dünyada sevgi kapıları açılmadığı gibi ahirette de ebedî cennet kapıları açılmayacaktır.

Dipnot

1. Sözler s. 218.

2. Sözler s. 364.

3. Sözler s. 1179.

4. Sözler s. 872.

5. Mesnevî-i Nuriye, Hubab.

6. Hutbe-i Şamiye.

MİNE TÜRÜDÜ ACAR

17.05.2010

 
Sayfa Başı  Geri

Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu

Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.
Kurumsal Linkler: Risale-i Nur Kongresi - Bediüzzaman Haftası - Risale-i Nur Enstitüsü - Yeni Asya Vakfı - Yeni Asya Gazetesi - Bizim Radyo
Sentez Haber - Yeni Asya Neşriyat-Promosyon - Köprü Dergisi - Bizim Aile - Can Kardeş - Genç Yaklaşım