16 Ekim 2010 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Kazım GÜLEÇYÜZ

CHP lideriyle 2.5 saat


A+ | A-

Kılıçdaroğlu’nun, birkaç aydır başında bulunduğu partinin bilinen ve klâsik çizgisiyle pek örtüşmeyen farklı söylemleriyle, CHP’de yeni bir sayfa açmaya çalıştığı yönündeki izlenimimizi daha önce okuyucularımızla paylaşmıştık. (Bkz. 1.10.10 tarihli yazımız.)

CHP lideri bu konuda bir adım daha attı ve Başbakanın 20 gün önce buluştuğu medya yöneticileriyle, Yeni Akit’i hariç bırakarak bir araya geldi. Sadece bu gazeteye karşı uyguladıkları ambargoya yöneltilen eleştiriler için yorum yapmayıp sessiz kalmayı tercih etti.

Çok kısa bir açış konuşmasından sonra soru-cevap şeklinde gelişen toplantıda Kılıçdaroğlu’nun yaptığı açıklamalar, yeni parti yönetiminin toplumdaki CHP algısını olumlu yönde değiştirmek için yoğun çaba harcama niyet ve kararının ifadesi niteliğindeydi.

İlk sorulardan biri başörtüsü veya türbanla ilgiliydi. Kılık kıyafetin yasa konusu olmadığını söyleyen CHP lideri “Bu konuyu AKP çözemez, YÖK’ü kaldırıp üniversiteleri özgürleştirerek biz çözeriz” dedi. İlk ve ortaöğretim ve kamu kurumları gibi konunun tartışılan diğer boyutlarına değinmedi, kimse de sorma gereği duymadı..

Parti olarak, Diyanet’e bağlı Kur’ân kurslarına hiçbir zaman karşı çıkmadıklarını, itirazlarının “yasa dışı” olarak nitelediği kurslara yönelik olduğunu söyledi. Ve Diyanet kurslarında okutulan kitaplardan övgüyle söz etti. “Diyanet daha çok konuşmalı” dedi.

Sualimiz üzerine, inanç eksenli birliktelikler olan cemaatlere saygılı olduğunu, ancak siyasallaştırılmamaları gerektiğini tekrarladı. “İnançlar siyasetin konusu değil. Siyaset de inançlarla meşgul olmamalı” dedi. Millî Güvenlik Siyaset Belgesinde irticanın iç tehdit kapsamından çıkarılacağına dair haberleri hatırlatıp görüşünü sorduğumuzda da, söz konusu belgenin ilgili devlet kurumlarınca hazırlanıp siyasî iktidara sunulduğunu, partilerle ilgili bir konu olmadığını ve bilgilerinin de bulunmadığını söyleyerek bir anlamda soruyu geçiştirdi.

Başörtüsü ve laiklik gibi konulardaki farklı söylemlerinin parti içinde bazı eleştirilere hedef olmasını “Bizim partimizde demokrasi var, herkes düşüncesini söylemekte özgürdür” diyerek yorumladı. Özellikle bu gibi hususlardaki parti politikalarına dışarıdan yöneltilen “gelgit ve zikzak” eleştirilerini ise “Öyle birşey yok, ben söylediklerimin arkasındayım ve partiyi bağlayan da genel başkan olarak benim yaptığım açıklamalardır” sözleriyle cevapladı.

Bu bağlamda yoğun ve ısrarlı sorulara konu olan hususlardan biri, CHP Grup Başkanvekili Muharrem İnce’nin Köşkteki 29 Ekim resepsiyonuna katılmama kararı aldıklarına dair açıklamasıydı. Ama “Çankaya’yı boykot gibi bir tavrımız olmaz” diyen Kılıçdaroğlu, 29 Ekim için “Daha vakit var” diyerek, bağlayıcı ve kesin bir dil kullanmaktan kaçındı.

Genel Başkan Yardımcıları Gürsel Tekin, Oran, Faik Öztrak, Genel Sekreter Yardımcısı Gülsün Bilgehan ve İstanbul İl Başkanı Berhan Şimşek’le birlikte katıldığı toplantıya, Genel Sekreter Önder Sav’ın niye katılmadığı sorulduğunda, bunun özel bir sebebi olmadığını ifade etti ve “Dilerseniz bir sonraki toplantıya o da gelsin” diye esprili bir cevap verdi.

Önceki beyanlarında laikliği tehlikede görmediğini defaatle söylemiş olan CHP lideri, bu toplantıda “Asıl tehlikede olan, sosyal devlettir” görüş ve tesbitini dile getirdi. “Sadaka kültürü”yle devam ettirilen yoksulluğun AKP’ye de oy depoları sağladığını savundu.

Anlaşılan o ki, parti politikalarında vurguyu, CHP’yi marjinalleştirip kitlelerden koparan laiklik ve irtica tartışmalarından yoksulluk, yolsuzluk ve sosyal devlet konularına kaydırmak istiyor Kılıçdaroğlu. Cemaatlerle ilgili pozitif beyanları da toplumla gönül bağlarını kurma niyetinin bir ifadesi olarak görülmeli. Kürt meselesiyle ilgili bir soruya cevap verirken söylediği “Siyasetin görevi toplumda entegrasyonu sağlamak” ifadesi bu konuyla da ilgili.

CHP liderinin, en taze tartışma konularından biri olan füze kalkanı bahsindeki görüşü: “Avrupalılar dahi reddederken biz niye kabul edip nükleer gerginliğin ortasında kalalım?”

Sonuç olarak, CHP’nin medya ile de yeni bir sayfa açmak istediği anlaşılıyor ve not aldığımız “Bizden, bizi cesaretlendiren adımlar atmamız istenmeli” cümlesiyle Kılıçdaroğlu, yapmaya çalıştığı açılımlarda medyadan yüreklendirici ve teşvikkâr bir tavır ve destek bekliyor.

CHP gibi bir partinin, toplumla olumlu bir ilişki kurmaya yönelmesi elbette ki son derece önemli. Ama medya mevcut yapısıyla buna ne ölçüde katkıda bulunabilir, orası şüpheli.

16.10.2010

E-Posta: [email protected]



Yasemin YAŞAR

MUSÎBETLERE HİKMETLİ BAKIŞ


A+ | A-

Önceki hafta musîbet, âfet ve belâların gerçekten kötülük olarak nitelendirilemeyeceğine, bakış değişikliği ile zahiri çirkin görünen hadisenin iç yüzünün hikmetlerle dolu olabileceğine dikkat çekmiştik. Bundan başka kötülük diye nitelendirilen şerleri, kaderî bağlamda ikiye ayırmış, ihtiyari fiillerle meydana gelen ve ızdırari kaderle meydana gelenler olarak tesbit etmiştik.

Bu haftaki yazımızda da bu bağlamda insan iradesi olmaksızın ızdırârî kaderle meydana gelen şerlerle ilgili bazı soruların cevaplarını vermeye çalışacağız.

Niçin kötülükler vardır ve

rahmet-i İlâhiyenin bundan muradı nedir?

Kötülük dediğimiz hadisâtın yüzlerce hikmet yönleri bulunur. Bunlardan birisi de Bediüzzaman’ın yaklaşımıyla bir ihtar-ı Rahmânî ve İlâhî ikaz olmasıdır. Genelde umumî musîbetleri anlamakta güçlük çeken insanlar “Böyle musîbetlerde neden çocuklar ve mazlûmlar ölüyorlar? Birileri bunu hak ediyor olabilir, fakat hiçbir alâkası olmayan mazlumun ölmesi nedendir? Bu bir kötülük değil midir?” şeklindeki sorularla Allah’ın rahmet ve hikmetini anlamaya çalışmaktadırlar.

Bediüzzaman’a da böyle sorular sorulmuştur ve On Dördüncü Söz’ün Zeylinde, deprem münasebetiyle sorulan bu tarz sorulara cevaplar vermiştir. Enfal Sûresi 25. âyette Cenâb-ı Hak, “Bir belâ, bir musîbetten çekininiz ki, geldiği vakit yalnız zalimlere mahsus kalmayıp, masumları da yakar” buyurmuştur. Bu âyetin ihtarı gereği, Bediüzzaman şöyle bir tespitte bulunur: “Bu dünya bir meydan-ı tecrübe ve imtihandır ve dar-ı teklif ve mücahededir. İmtihan ve teklif iktiza ederler ki, hakikatler perdeli kalıp, tâ müsabaka ve mücahede ile Ebu Bekirler âlâ-yı illiyyine çıksınlar, Ebu Cehiller esfel-i safiline girsinler.” devamında, “Eğer böyle musîbetlerde masumlar sağ kalsaydılar sırr-ı teklif bozulacaktı” demiştir.

Bu durumda meşiet-i İlâhiyeyi sorgulamak doğru değildir. Zira rahmet, hikmet ve adalet sahibi Allah, musibete düşen mazlûmların rahmet ve adaletten hisselerini vermiştir. Bu konu ile ilgili olarak Bediüzzaman, çok farklı bir içtihat yaparak, Kastamonu Lâhikası’nda, “Böyle musîbetlerde kâfir de olsa hakkında bir nev'î merhamet ve mükâfât vardır ki, o musîbet ona nispeten çok ucuz düşer. Böyle musîbet-i semaviye masumlar hakkında bir nev'î şehadet hükmüne geçiyor” demiştir. Devamında, bu kişilerin şartlarını şöyle tayin etmiştir; “O musîbet-i semaviyeden ve beşerin zalim kısmının cinayetinin neticesi olarak gelen felâketten vefat eden ve perişan olanlar eğer on beş yaşına kadar olurlarsa ne dinde olursa olsun şehit hükmündedirler. On beşinden yukarı olanlar, eğer masum ve mazlûm ise mükâfatı büyüktür, belki onu cehennemden kurtarır” diyerek, bu zamanın fetret derecesinde bir hükmünün olabileceği tespitinde bulunur.

Dolayısıyla böyle musîbetler başka dinden olanlar için bile rahmet anlamına geliyorsa, ehl-i iman için büyük kazanımlar rahmet ve hikmetlerle doludur.

Üstelik ölüm, insan için büyük bir nimettir. Ölüm bir son, felâket ve yokluk değildir. Cennet ve ebedî saadete gitmektir. Kaldı ki böyle bir felâkette kaybettikleri malları sadaka hükmüne geçer. Ölenler mü’min oldukları için günahları affedilir. Cehennemden kurtulur ve hatta şehit hükmüne geçer. Ölenler masum çocuklar ise, anne ve babalarına ebedî hayatta hiç yaşlanmayacak Cennet çocukları olurlar. Bütün bunlar elbette kötülük olarak değerlendirilemez. Çünkü içinde yüzlerce hayır ve mükâfat vardır.

Ancak buna inanmayan, ölümü felâket gören, deprem ve diğer âfetleri Allah’ın bir zulmü olarak değerlendirenler için, gerçekten bir felâket ve kötülüktür. Bunlar, Allah’a karşı sû-i zanları sebebiyle aynı şekilde mukabele göreceklerdir. Belki de şöyle söylenebilir, Allah, bu düşüncelerinden dolayı ceza olarak bunu onlara bu şekilde hissettirmiştir. Dolayısıyla hikmetini okuyamamak ve kaderi tenkit eden yaklaşımlarla içine düşülen sıkıntı ve isyanlar iman nazarının olmayışına, acil bir cezadır. Bu gerçek bir musîbettir, çünkü dine gelmiştir.

Allah zulüm yapar mı?

Zulüm, hakkı olmadığı halde, başkasının hakkına tecavüz anlamındadır. Oysa Allah, Mâlikü’l-Mülk olduğu için zulümden münezzehtir. Zirâ insanların zulüm ve haksızlık yapmasını yasaklayan Allah’tır. Esas zalim insandır. Allah’ın emir ve yasaklarına uymadığı, başkalarının hakkını ve hukukunu çiğnediği veya haksızlıklara ses çıkarmadığı için hem nefsine, hem de başkalarına zulme sebep olur. Zulüm insanın kesbidir. Hâsılı, irademiz dışında meydana gelen hadiselere özetle şu pencerelerden bakmak, itikadî, ruhî selâmet açısından doğru olacaktır.

1- Bazı musîbetler kulların geçmişteki hatalarının neticesidir. Bu musîbetler tamamen insanların ihmallerinden hata ve kusurlarından doğar. Gerekli tedbir almayan kimsenin hastalanması gibi. Aynen bunun gibi, manevî musîbetlere karşı da insanın tedbir alması gerekir. “Siz doğru yolda oldukça sapıtmış olanlar size zarar vermez” (Maide 105) âyeti gereği, manevî musîbetlere maruz kalmışsak, yani Allah, sapıtmış olanların zarar vermesini dilemiş ve bu yaygınlaşmışsa, bunu ehl-i iman ehl-i kitap ve ehl-i vicdanın doğru yolda olup olmadığını sorgulama mesajı olarak değerlendirmesi doğru olacaktır. Kaybedilen ve unutulmaya yüz tutulan, önemsenmeyen ve yozlaştırılan değerleri tekrar gün yüzüne çıkarın ve yaşayın mesajıdır.

2- Bazı musîbetler hayatı yeknesaklıktan kurtarıp, içinde bulunduğu nimetlerin kıymetini bildirmeye sebep olur. İnsanı manen terakkî ve tekemmül ettirir.

3- Musîbetler, bazen gelecek belâların şiddetini azaltmaya veya def etmeye yarar. Bu Allah’ın bir ihsanıdır. Bu durumda duâların, sadaka vermenin ve rıza-i İlâhiyi kazanacak ameller işlemenin bu ihsanı celb eden yönü bulunmaktadır.

4- Bu dünya bir imtihan yeridir. Bu imtihanlardan birisi de, kadere teslim ve rıza ile mukabele etme güçlerinin ölçülmesidir. Zira musîbete sabretmek menfî bir ibadettir.

5- Musîbetler, günahkâr mü’minlerin günahlarına kefaret, halis kulların da makamlarının yükselmesine vesiledir.

Hadiselere Kur’ânî pencerelerden bakmak, yaşananların mahiyetini birdenbire değiştirip, abes ve zulüm gibi görünen hallerin nur, hikmet ve rahmete dönüşmesini sağlamaktadır.

İnşâallah haftaya, ihtiyârî kaderle meydana gelen kötülükleri yani küfür, dalâlet gibi şerlerin hikmetlerini ele almaya çalışacağız.

16.10.2010

E-Posta: [email protected]



Vehbi HORASANLI

Yeni Asya’nın büyük başarısı


A+ | A-

Bir aylık sürede Türkiye’yi dolaşıp Bediüzzaman ve Risâle-i Nur’u tanıtan Hizmet TIR’ı, Pazar günü İstanbul’da yapılacak veda programıyla, turunu tamamlıyor. Bu maksatla emeği geçen bütün kardeşlerime teşekkür etmeyi bir borç biliyorum.

Ne yazık ki insanlarımız Bediüzzaman’ı gerçek vasıf ve özellikleri ile tanıyamadı. Zira özellikle Şeyh Said’le olan isim benzerliği kullanılarak farklı bir biçimde tanıtılmaya çalışıldı. Hatta Osmanlı döneminde yaşamış Said Molla’yı da aynı şekilde Bediüzzaman Said Nursî ile aynı kişi imiş gibi göstererek insanların kafası karıştırıldı.

Hâlbuki Bediüzzaman Said Nursî, bambaşka bir insandı ve şimdiye kadar görülmemiş hizmet tarzı ve yöntemleri ile ortaya çıkmıştı. Kendisine tarikat şeyhi veya bir siyasetçi gibi muâmele yapılarak onun eşsiz ve orijinal düşüncelerine engel olmaya çalışıldı.

Eskişehir, Denizli, Afyon ve İstanbul Mahkemelerinde bütün mahrem mektupları da dâhil olmak üzere her şeyi didik didik edildiği ve akla gelmeyecek suçlamalar yapıldığı halde Eskişehir hariç bütün mahkemelerden beraat etti. Kaldı ki Eskişehir Mahkemesi’nde yapılan suçlamaların hepsinden beraat etmiş, fakat kanaat-i vicdaniye adı verilerek 11 ay hapse mahkûm edilmiştir.

Dine düşman derin güçler, sanki bütün bu mahkemeler hiç olmamış ve yazmış olduğu eserlerden beraat etmemiş gibi onu bir suçlu olarak göstermeye çalışmışlar hatta eserlerini resmi yerlere sokmamaya çalışmışlardır.

Bediüzzaman’ın eserlerini okuyarak Kur’ân’a ve imana hizmet etmek isteyen talebeleri ne kadar bu hakikatleri anlatmaya çalışmış olsalar da, yeteri kadar olamamıştır. Zira Osmanlı ve Cumhuriyet döneminde daima ön saflarda bulunmasına ve tanınmasına rağmen şimdi gençlerimizin birçoğu onu tanıyamamaktadır.

Bu acı gerçeği idrak eden Nur gönüllüleri, gazete ve dergiler yayınlamış, seminerler vermiş, sempozyumlar düzenlemiş, hatta Bediüzzaman mevlidleri ile halkımızın aydınlatılmasına çalışmışlardır.

Şimdi ise hiç denenmemiş bir başka bir yöntem ile Bediüzzaman’ı Anadolu’nun en uç noktalarına giderek onu anlamaya ve eserlerini tanıtmaya çalışmışlardır. Kısaca ifade etmek gerekirse insanların gelmesi beklenmemiş onların ayağına kadar gidilmiştir.

Böylesine büyük bir organizasyonu ancak Yeni Asya gerçekleştirebilirdi ve Maşâallah başarı ile gerçekleştirmiştir. Zira Türkiye’nin her yerine yayılmış hizmet erenleri ve okuyucuları ile en büyük Nur cemaati olma özelliğini taşıyordu. Elhamdülillah çok başarılı bir şekilde bu tanıtım kampanyasını tamamlamaya muvaffak oldular. Hatta bazı şehirlerde mehter takımları ile karşılanıp geniş katılımlı programların yapılmasına vesile oldular. Türkiye, bugüne kadar böylesine güzel bir çalışmaya şahit olmadı. Öyle ki seneye yapılması planlanan Şam Emeviye Camii’ndeki 100. yıl buluşması için büyük şevk ve gayret uyandı.

Hizmet TIR’ı, son olarak, 17 Ekim Pazar günü saat 14.00’te Bediüzzaman Hazretlerinin hayatında önemli bir mekân olan Beyazıt Meydanı’nda konaklayacak ve dolu bir programla misafirlerini ağırlayacaktır.

Bediüzzaman Tanıtım ve Hizmet TIR’ı, Bediüzzaman Hazretlerinin hayatında önemli bir mekân olan Beyazıt Meydanı’nda konaklayacaktır. Dolu bir programla misafirlerini ağırlayacak Hizmet TIR’ına, insanların geniş bir katılımla eşlik etmesi beklenmektedir.

Bayezıt Meydanı’nda yapılacak program, Pazar günü saat 14.00’te başlayıp 18.00’da sona erecektir. Yeni Asya Medya Grup Genel Müdürü Recep Taşcı’nın konuşmasıyla açılacak programda, İslâm Yaşar da bir konuşma yapacak, ardından Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Kutlular, projenin değerlendirmesi ile bir teşekkür konuşması yapacak, program sonunda emeği geçenlere plaketler verilecektir.

Sinevizyon gösterisi, kitap dağıtımı, ikram ve müzik yayınları ile program akşam saatlerine kadar devam edecek, bu programda ben de diğer Yeni Asya Neşriyat yazarları ile birlikte kitaplarımı imzalayacağım. Beyazıt’taki programda ayrıca Yeni Asya hanım okuyucularının hazırlayacağı kermes standı da yer alacaktır.

Beyazıt Meydanı’nda yapılacak programa, Yeni Asya Medya Grubun bütün birimleri katılacak. TIR’ın çevresinde kitap stantları, Bizim Aile, Genç Yaklaşım, Can Kardeş ve Köprü dergilerinin tanıtımı; takvim, gazete tanıtım stantları kurulacak. Ayrıca Bizim Radyo 104.4 frekansından canlı olarak programı dinleyicilerine aktaracaktır.

Bediüzzaman Tanıtım ve Hizmet TIR’ı 16 Ekim Cumartesi günü Sakarya’dan İstanbul’a ulaşacak. İstanbullu Yeni Asya okuyucularının oluşturduğu araç konvoyu, saat 11.00’de TIR’ı otoyol üzerindeki Kurtköy OPET benzin istasyonunda karşılayacaklar ve birlikte İstanbul’a girecekler. TIR buradan konvoy eşliğinde Güneşli’deki Yeni Asya tesislerine getirilecek. Akşam, tesislerde yapılacak sohbetten sonra Bediüzzaman Tanıtım ve Hizmet TIR’ı, 17 Ekim Pazar günü akşama kadar konaklayacağı Bayezıt Meydanı’ndaki yerine çekilecektir.

Rabbime bu mutlu günü bize yaşattığı için sonsuz şükürler olsun…

16.10.2010

E-Posta: [email protected]



Mehmet KARA

Ötekileştirme…


A+ | A-

Başörtüsü yasağının konuşulduğu şu günlerde ilk ve orta öğretimde zorunlu din dersinin de tartışılmaya başlanması dikkat çekici.

Öte yandan, “mahalle baskısı,” “Türkiye Malezya olacak” gibi geçtiğimiz senelerdeki tartışmalar şimdilerde “ötekileşme" gibi bir kavramla yeniden gündeme taşındı.

YÖK’ün İstanbul Üniversitesinde şapkayla derse giren bir öğrencinin sınıftan çıkarılmasından sonra rektörlüğe gönderdiği “Dersten çıkartmayın, tutanak düzenleyip, idareye verin” yazısının ardından yapılan “ötekileştirme” yorumları üzerine YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan’ın “Güvence veriyorum, nasıl başörtülü öğrencilerimizin derse girmesini sağlıyorsak, başörtüsüz öğrenciler de baskı görmeyecek” demesinin altında yatan saik nedir? Özcan neden “Ben kefilim, başı açık öğrenci asla baskı görmeyecek” deme ihtiyacı hissetti?

İşte ötekileşme kavramı içerisinde tartışılan bu konu geçtiğimiz aylarda Eğitim-Bir-Sen Stratejik Araştırmalar Merkezinin (EBSAM) yaptığı bir araştırmayı hatırlattı.

“Türkiye’de insanların kültürel ve siyasal kimlik ile ötekiliğe ilişkin algılarının genel bir tesbiti ve tasviri”nin yapıldığı araştırmanın adı da çarpıcı: “Türkiye’de Ortak Bir Kimlik Olarak Ötekilik…”

Öncelikle Eğitim-Bir-Sen için araştırmayı yapan Stratejik Düşünce Enstitüsü Başkanı Prof. Yasin Aktay çalışmayı değerlendirirken, “Ulaştığımız temel sonuç şu: Türkiye’de insanların büyük kısmı kendini öteki olarak görüyor. Bir şekilde ötekileştirildiğini hissediyor. Herkes devletin öteki olduğunu ve ötekilerin devletin yaptığı yanlışlardan sorumlu olduğunu düşünüyor. Bu o kadar farklı biçimlerde tekrarlanıyor ki, ötekilik bir ortak kimlik olarak çıkıyor karşımıza” demesi ile “Kimliğinden dolayı en yoğun dışlanma hisseden siyasal kesimler sırasıyla solcular, demokratlar ve İslâmcılarken, Atatürkçüler, milliyetçiler ve sağcılarda bu his çok düşük. Türkiye’de en fazla baskı ve ayrımcılığa uğrayan kesimlerin sırasıyla başörtülüler ve Kürtler olduğu düşünülüyor” cümlesini yan yana getirdiğimizde Türkiye’nin ötekileştirme politikalarının etkisi ortaya çıkıyor.

14 ilden “amaçlı örneklem yolu”yla seçilen isimlerle yapılan 78 derinlemesine görüşme ile 16 ilden 2 bin 190 kişi ile yüz yüze anket uygulaması yapılan araştırmada ortaya çıkan sonuçlar ülkeyi idare edenlerin üzerinde kafa yormasını gerektiren bir durumu ortaya çıkarıyor.

Dokuz bölümden oluşan araştırmanın “Mahalle Baskısı, Ötekileşme ve Ayrımcılığa Bakış” konusundaki bölüm bugüne ışık tutması açısından önemli.

“Kendinizi tanımlama biçiminiz dolayısıyla diğer toplumsal kesimlerden dışlanma veya baskı görüyor musunuz?” şeklindeki ilk temel soruya cevap verenlerin yüzde 80’i “Hayır, kesinlikle dışlanma ve baskı görmüyorum” derken, ankete katılanların ötekileşme ve dışlanmaya kendi pencerelerinden baktıkları ortaya çıkmış. “Sizce Türkiye’de en fazla baskı ve ayrımcılığa tabi olan kesim hangisidir?” sorusu, insanların başkalarının sorunlarını ne ölçüde görebildiklerini görmek açısından bir hayli anlamlı sonuçlar ortaya koymuş. Kürtlere sorunca cevap kendileri, Alevilere sorunca yine kendileri olurken, “Müslüman kimliğini birincil düzeyde ifade edenler” ise ayrımcılığa başörtülülerin maruz kaldığını söylemiş.

Araştırma çok geniş çaplı olduğu için sadece konumuzla ilgili bölümü değerlendirdik. Sırası geldikçe bu araştırmadan sonuçlar vereceğiz.

Şimdi bütün bunlardan sonra başa dönecek olursak, başörtüsü yasağı kalktıktan sonra başı açıklara bir baskı ve ötekileştirme yapılır mı? İnançlı insanların böyle bir baskıyı göstermeleri mümkün değildir. Çünkü, Kur’ân-ı Kerim’de “Dinde zorlama yoktur” (Bakara, 256) denilmiştir. Başörtüsü dinimizin emridir. Bu emir herkes tarafından bilinmektedir. Kişi bu emre uyup uymamakta serbesttir. Uymuyor diye de inanan insanların, başı açık olanlara zorla başını örttüreceğini söylemek gerçekçi değildir, niyet okumadır.

Bu sözleri ortaya atanlara şunu söylemek lâzım. Kişi kendisi neyse, karşısındakini de öyle görürmüş. Yıllardır yasaklardan mağdur olanların böyle bir “ötekileştirme” çabası içine gireceğini sanmasınlar. Çünkü geçmişte de görüldü ki, başı açıkla, başı kapalı hiçbir sorun olmadan bir ve beraber yaşayabiliyorlar. Aralarında hiçbir sorun olmuyor. Yeter ki, kimse fitne sokmasın, ayrımcılık, yasakçılık yapmasın. İnsanlar özgür olursa bu tip sorunlar hiçbir zaman olmaz. Merak etmesinler…

İşin özetini de araştırmanın girişindeki şu değerlendirme ortaya koyuyor:

“Türkiye, artık çağdaş dünyadaki yönelimlere paralel olarak, çok kültürlülük ekseninde ve herhangi bir kültür, etnik ya da inanç grubuna karşı bir “ötekilik” oluşturmadan ve üniter yapıyı da muhafaza edecek bir biçimde, bütün gruplar arasında hem ortak bir hayat alanı oluşturacak, hem de her grubun kendi varlığını koruyabileceği politikalar üretmelidir...”

Yani herkesin birbirinin görüşüne saygı duyduğu, kavga etmeden tartışma kültürünün geliştiği bir ülke olursak, kimse kimseyi ötekileştiremez ya da her bir fert kendisinin ötekileştirildiği duygusuna kapılmaz

16.10.2010

E-Posta: [email protected]



Faruk ÇAKIR

Yasak var, sahibi yok


A+ | A-

Başörtüsü yasağıyla ilgili konular tartışılınca herkesin aklına gelen şey üniversitelerde uygulanan ‘kanunsuz yasak’ olur. Dünyanın rağmına olarak yıllardan beri uygulanan bu yasağın kanuna dayanmadığını artık sağır sultanlar da duydu. Buna rağmen hâlâ yasağı sürdürmek isteyen ‘yetkililer’ var.

YÖK’ün İstanbul Üniversitesi’ne yazdığı bir yazısıyla uygulama kısmen değişti. YÖK, İÜ’ye yazdığı yazıda; “Ne olursa olsun, öğrenciyi sınıftan atma” diyor. Buna göre başörtülü öğrenciyi sınıfa almak istemeyen öğretim üyesi bunu yapamayacak, ama sınıfa giren öğrenci hakkında ‘tutanak’ tutup bir anlamda yönetime şikâyet edebilecek. Uygulamada bu ‘tutanakların’ nasıl bir netice vereceği şimdilik meçhul.

Bu basit adım bile uygulanan yasağın hem kanunsuz, hem de temelsiz olduğunu dünya âleme gösterdi. Ancak şaşılacak bir durum var: Düne kadar başörtüsü denince en son sözü en önce söyleyen ‘çevre’ler, bu gelişme karşısında nasıl oluyor da bu kadar sessiz kalabiliyor? Yanlış anlaşılmasın, bahsettiğimiz o ‘çevre’lerin bu uygulamaya itiraz etmesini istemiyoruz. Fakat, “Bu sessizliğin ardında başka bir niyet ve plan olmasın” diye hem kuşku duyuyor, hem de ihtiyatlı olmak lâzım diye düşünüyoruz.

Aynı zamanda şu soru da akla geliyor: Başörtüsü yasağını kısmen de olsa sona erdiren ya da yumuşatan YÖK yazısı, geçen yıl yazılamaz mıydı? Bugün için ‘kanunsuz olan yasak’ geçen yıl da kanunsuz değil miydi? Yıllardan beri “Siyasî irade kararlılık göstersin, kanunsuz yasak hemen sona ersin” diyenler haksız mıydı?

Başörtüsü yasağı kısmen sona erdi diyoruz, çünkü problem sadece üniversitelerde yaşanmıyor. Hâlâ inatla kanunsuz yasağı sürdürmek isteyen bazı üniversiteler var ve bunlarla ilgili haberler de duyuluyor. Türkiye’yi idare edenler bu keyfî uygulamalara da izin vermemeli. Kanunsuz uygulamalar yapanlar adalet önünde hesap vermeli...

Başörtüsü konusunda uygulanan keyfî yasak hakikaten bir ölçü oldu. Kimileri üniversitede uygulanan yasağın sona ermesiyle bu konunun kapanacağını düşünüyor. Her zaman ifade etmeye çalışıyoruz, tekrarlayalım: Bu mesele sadece üniversitelerin meselesi değildir. Başörtüsü yasağı bütün kademelerde sona ermelidir. Kimse, ‘kamusal alan’ deyip yasağı sürdürmeyi düşünmesin. Bu yasak bütün neticeleriyle birlikte ‘çöp’e atılmadan yasak tam anlamıyla sona ermiş kabul edilemez. Hür dünyada nasıl uygulanıyorsa, ‘Hür, demokrat ve Müslüman Türkiye’de de aynı şekilde uygulanmalı. “Gurbet”te başörtüsü ile istediği okulda okuyan ve istediği görevi yapabilen vatandaşlarımız öz vatanlarında niçin bu haklardan mahrum kalsın?

İnşâallah; kanunsuz ve sahipsiz bu yasak tamamen sona erecek, bu yasak dolayısıyla mağdur olanların hakları da tazmin edilecek. Bir inat uğruna kanunsuz yasağı savunanlar buna hazırlansın...

16.10.2010

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri




Son Dakika Haberleri

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdullah ERAÇIKBAŞ

  Abdullah ŞAHİN

  Ahmet ARICAN

  Ahmet BATTAL

  Ahmet DURSUN

  Ahmet ÖZDEMİR

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Ali Rıza AYDIN

  Atike ÖZER

  Baki ÇİMİÇ

  Banu YAŞAR

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Elmira AKHMETOVA

  Fahri UTKAN

  Faruk ÇAKIR

  Fatma Nur ZENGİN

  Gökçe OK

  Gültekin AVCI

  H. Hüseyin KEMAL

  H.İbrahim CAN

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Hakan YILMAZ

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Kadir AKBAŞ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mehmet C. GÖKÇE

  Mehmet KAPLAN

  Mehmet KARA

  Mehmet YAŞAR

  Mehtap YILDIRIM

  Meryem TORTUK

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Muzaffer KARAHİSAR

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Osman GÖKMEN

  Osman ZENGİN

  Raşit YÜCEL

  Recep TAŞCI

  Rifat OKYAY

  Robert MİRANDA

  Ruhan ASYA

  S. Bahattin YAŞAR

  Saadet BAYRİ

  Saadet TOPUZ

  Said HAFIZOĞLU

  Saliha FERŞADOĞLU

  Sami CEBECİ

  Selim GÜNDÜZALP

  Semra ULAŞ

  Suna DURMAZ

  Süleyman KÖSMENE

  Umut YAVUZ

  Vehbi HORASANLI

  YENİ ASYA NEŞRİYAT

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yasemin YAŞAR

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Ümit KIZILTEPE

  İbrahim KAYGUSUZ

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  İsmail TEZER

  Şaban DÖĞEN

  Şükrü BULUT

Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu
Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.