09 Kasım 2010 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Görüş

Ahlâk-ı âliye-i İslâmiye

Güzel ahlâk, insanın yaratılışından gelen özellikleri, insanın iyiliğini ve mutluluğunu hedef alan kuralların hayata geçirilmesiyle kazanılan güzel ve iyi davranışlardır. Sevgili Peygamberimiz (asm) “Ben güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim” buyurmuştur.

Üstad Bediüzzaman, değişmeye maruz ve muhtaç insan bedeninde yerleşmiş olan ruhun yaşayabilmesi için ona üç kuvvet verildiğini; ancak insandaki bu kuvvetlere şeriatça bir sınır ve bir netice tayin edilmişse de, yaratılışta bir sınır tayin edilmediğini; bu kuvvetlerin her birisinin tefrit, vasat, ifrat namıyla üç mertebeye ayrıldığını ifade eder. (İşârâtü’l-İ’câz, s. 29)

İnsandaki bu üç duygu şunlardır. 1-Şehvet, 2-Gazap, 3-Akıl. Bu duyguların ifrat, tefrit ve vasat mertebeleri vardır. İnsan bu duyguları vasat mertebesinde muhafaza ederse, güzel ahlâka sahip olabilir.

Birincisi, Kuvve-i Şeheviye: Bu duygu menfaatleri celbetmek için verilmiştir. Şehvet; aşırı istek, sevgi, kişinin ulaşmak istediği şeylere karşı duymuş olduğu sınırsız arzulardır. Kişi bu duygusunu kontrolsüz kullanırsa, birçok yanlışa düşebilir. Fakat helâl dairede vasat bir şekilde kullandığında kendisini tehlikelerden uzak tutmuş olur. Hem de hayatını huzurlu bir şekilde devam ettirir. Şehvetin tefrit mertebesi humuddur. Yani ne helâl, ne de harama şehvet ve iştihası yoktur. Şehvetin ifrat mertebesi fücurdur. Namusları ve ırzları payimâl etmek iştahında olur. Fücur; isyan, günahı açıktan işlemek, dince çirkin sayılan fiiller, ahlâksızlık, edepsizlik, insanı zinaya götüren söz ve davranışlardır. Şehvetin vasat mertebesi iffettir. Helâle şehveti var, harama yoktur. İffet; haramlardan uzak durmaktır. Kötü söz ve işlerden kaçınmaktır. Yeme içme ve bedenî arzular konusunda ölçülü olmaktır. Aşırı isteklerini bastırıp onları dinin ve aklın emrine vermektir. Namusunu, haysiyetini ve şerefini korumaktır. Göz ve gönlünü tok tutmaktır. Peygamberimiz’in (asm) bu konuda şöyle bir duâsını zikredelim: “Ey Allah’ım senden beni dosdoğru yola iletmeni, bana kulluk bilinci vermeni ve iffetli davranmam için yardım etmeni dilerim.”

İkincisi, Kuvve-i Gazabiye: Zararlı şeyleri def etmek için insana verilmiştir. Gazap; öfke, kızgınlık, hiddet, intikam duygusuyla heyecanlanmaktır. Kişi öfkesini iyiye kullanırsa faydasını görür. Gazabın tefrit mertebesi cebanettir. Korkulmayan şeylerden bile korkmaktır. Korkudan dolayı hakkını ve hukukunu korumada aciz kalmaktır.

Gazabın ifrat mertebesi ise, tehevvürdür. Ne maddî, ne de mânevî hiç bir şeyden korkmamaktır. Bütün istibdatlar, tahakkümler ve zulümler bu mertebenin mahsulüdür. Her şeye kızma, korkusuz olma ve karşıdaki insana haksız yere acımasızca zulüm yapmaktır. Gazabın vasat mertebesi şecaattir. Dinî ve dünyevî hukukunu korumak için canını feda eder. Meşru olmayan şeylere karışmaz. Şecaat; yiğitlik, kahramanlık ve cesaretli olmaktır. Hakkını almak ve haksızlığa boyun eğmemektir. Yersiz ve kontrolsüz öfke ise kişiyi telâfisi mümkün olmayan hatalara sevk edebilir. Öfke tatlıdır ama sonu acıdır. O açıdan öfkenin vasat mertebesinde tutulması gerekmektedir. Kişi bu güzel duygu ile ne başkasına zulmeder, ne de kendisine zulmedilmesine müsaade eder. Kendi hukukunu korur. İşte bu güzel ahlâktır.

Üçüncüsü, Kuvve-i Akliye: Menfaat ve zararı, iyiyi ve kötüyü birbirinden ayıt etmek için insana verilmiştir. Akıl; düşünme, kavrama gücüdür. Sadece insanda olan bu duygu faydalı ile zararlıyı, iyi ile kötüyü, birbirinden ayırma yeteneğidir. Ancak akıl, kişiyi tehlikeye düşmekten alıkoyduğu gibi yanlış kullandığında onu zor durumda da bırakabilir. Başkasına faydalı olabildiği gibi aklını yanlış kullanmasıyla karşıdaki kimselere zarar da verebilir, onları kötü yönde etkileyebilir. Aklın tefrit mertebesi gabavettir. Hiçbir şeyden haberi olmamaktır. Gabavet; aklı çalıştırmamak, hakkını korumaktan aciz olmaktır. Aklın ifrat mertebesi ise, cerbezedir. Hakkı batıl, batılı hak sûretinde gösterecek kadar aldatıcı bir zekâya sahip olmaktır. Cerbeze; iyiyi kötü, kötüyü iyi tanıtmak, haklıyı haksız, haksızı haklı göstermektir. Böylece her şeyi zıt göstermekle karşıdaki insanları kandırmaktır. Aklın vasat mertebesi hikmettir. Hakkı hak bilip ona uymak, batılı batıl bilip ondan kaçmaktır. Hikmet, aklı hayra çalıştırmaktır. Kötü ve zararlı şeylerden uzak durmaktır. Cehaletten kurtulmaya çalışmaktır. Doğru karar vermek ve doğruluktan yana olmaktır. Kişinin davranışlarını Allah’ın emrine uygun hâle getirmesidir. Nitekim Kur’ân-ı Kerim’de hikmetle ilgili şu âyetleri görmek mümkündür. “Kime hikmet verilmişse ona pek çok hayır verilmiş demektir.” (Bakara Suresi: 269) “Allah, Davut’a (as) mülk ve hikmeti verdi ve daha başka dilediklerini ona öğretti.” (Bakara Suresi: 251) “Şüphesiz biz Lokman’a ‘Şükret!’ diyerek hikmet verdik.” (Lokman Suresi: 12) “Ey Muhammed (asm)! İnsanları Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et.” (Nahl Suresi: 125)

Kısaca, insanın İslâm’ın yüksek ahlâkını kazanabilmesi yukarıda saydığımız bu duygularını vasat mertebede tutması ile mümkündür. Esmâ-i Hüsna dediğimiz Allah’ın güzel isimlerinin insanda tezahür etmesi aklın hikmette, gazabın şecaatte, şehvetin iffette olması ile gerçekleşebilir.

MEHMET ERBAŞ

[email protected]

09.11.2010


Millî Güvenlik dersleri

Geçen yıl gündeme gelen ve uzun süre tartışılan Millî Güvenlik dersleri 18. Millî Eğitim Şûrasında yeniden tartışıldı. Yine geçtiğimiz aylarda Kâzım Güleçyüz de köşesinde bu konu ile ilgili birkaç yazı da yazmıştı.

O günlerde, yani Nisan 2010’daki Yeni Asya’nın manşetleri isabetli olmuştu.

22 Nisan’da “Kaldırın bu dersi,” 23 Nisan’da “Militarist egitime hayır,” 24 Nisan’da “Bu ders darbe dönemi kalıntısı,” 25 Nisan’da “Askerin ders vermesi sakıncalı” şeklindeydi.

Millî Eğitim Şûrasındaki tartışma ile ilgili son olarak 4 Kasım 2010’da, “Okullar kışla değil, bu ders kalksın” şeklinde manşet haberi vardı.

Evet Yeni Asya haklı olarak “Okul kışla değil“ diyor, ama kimi okullar halen kışla gibi yönetiliyor. Kıravatın ve çorabının rengi, okulun istediği renkte olmadığı için kapıdan geri çevrilen öğrenciler var. Gömleği dışarıda olduğu için sınıftan dışarı atılanlar da var.

Başbakanlığın ‘yaz kıyafet genelgesi’ne rağmen kıravatsız kabul etmeyenler de oluyordu. Öğretmenler kuruluna kıravatsız ve kendisinden sonra girilmesini kabul etmeyen müdürler var.

Şûradaki konuşmalara dönersek, Eğitim Bir Sen Genel Sekreteri Halil Etyemez, Millî Güvenlik dersinin ya kaldırılmasını ya da bu dersin sosyal bilgiler veya inkılap tarihi dersinde verilmesini teklif etmiş. “Kışladan subaylarımızı işini gücünü bırakıp eğitim ortamına çağırmanın bir anlamı yok” demiş.

Karaman Millî Eğitim Müdürü de, “Hakikaten insanların resmî kıyafetleriyle şu çağda artık okullarda ders vermeye gelmeleri uygun bir şey değildir” demiş.

Evet resmî kıyafet öğrencileri tedirgin etmekte, hatta bazı subaylar öğrencilerin kendilerine ‘Komutanım’ demelerini istemekte ve sınıfa girerken “dikkat” komutu verdirmektedir.

Yetmişli yıllarda bu dersleri normal öğretmenler verebilirken 1980’den sonra emekli veya muvazzaf albayların vermesi yadırgatıcıdır.

Ayrıca bu ders, örgenciler için sosyal bir ders olmasına rağmen bazı okullarda çok ağır bir derse dönüşmektedir. Mesela, bazı subaylar hacmi beş yüz sayfa tutan üç dört tane kitabı okutmakta, ders kitabından sınav yapmaları gerekirken o kitaplardan (“Çılgın Türkler” gibi kitaplar) sınav yapabilmektedirler. Bu durum öğrencilere çok ciddî bir yük getirmektedir. Bu yanlışlara son verilmesi hem velilerin, hem de eğitimcilerin talebidir.

LATİF İMAMOĞLU

09.11.2010

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Son Dakika Haberleri

Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu
Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.