29 Kasım 2010 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Basından Seçmeler

Askere yeni elbise dikilmeyecekse bu mücadele niye?

TARAF gazetesinden Mehmet Baransu, dün yine çok ilginç bir habere imza attı: “Başbakanın talimatı” üzerine, askeriyenin üst düzey yapılanmasında değişikliğe gitmek üzere çalışmalar başlamıştı...

Genelkurmay Başkanlığı Karargâhı yerine “Savunma Bakanlığı Karargâhı” kurulacaktı...

Tahmin edileceği gibi Başbakanlık hemen bir açıklama yaparak, Başbakan Erdoğan’ın böyle bir emir vermediğini açıkladı.

Haber gerçek mi, değil mi?

Bu ayrı bir konu... (Yalanlanan nice haberin doğruluğu daha sonra ortaya çıkmıştır.)

Beni ilgilendiren nokta şu: Askeriyenin yeni konumu, mutlaka yasalarla sabitlenmelidir. Aksi halde gün gelir, geçmişe dönülür.

Konuyu biraz açalım...

***

Bildiğiniz gibi askerler kendilerini Türkiye’nin sahibi olarak görüyor. Demokrasiden hoşlanmıyor; ülkenin kritik meselelerinde son sözü kendileri söylemek istiyorlar.

1923’ten 1950’ye kadar iktidarda zaten kendi temsilcileri vardı.

1950-1960 arasında ikinci plana düştüler.

1960 darbesinin ardından, Anayasa’yı ve bazı temel yasaları kendi çıkarlarına uygun olarak yaptırdılar.

Hızlı değişen toplum karşısında 1971’de ve 1980’de tekrar müdahale ettiler.

Her seferinde seçilmişler karşısındaki konumlarını tahkim ettiler, güçlendirdiler.

Özetle, vesayet rejimi dediğimiz bu düzen, 10 yıllık kesinti hariç, 1923’ten günümüze kadar sürdü.

Yeni Türkiye’yi temsil eden güçler ise vesayet rejimine karşı mücadelede önemli kazanımlar sağladı.

Ordunun halk gözündeki prestiji azaldı. Yanlış işler yapan askerler yargılanmaya başlandı. Sivillere höt zöt edenlere, hak ettikleri cevaplar verildi.

Evet, böyle oldu ama sivil iktidar ile askeriye arasındaki ilişkileri düzenleyen yasaların neredeyse tamamı olduğu gibi duruyor.

Bunun anlamı şu:

Konjonktür değiştiği takdirde, askeriyeden yine anti-demokratik, nahoş, haddini bilmeyen sesler yükselecektir.

Niye? Çünkü askere sadece “geri adım” attırıldı. Ordunun yeni konumu yasalarla sabitlenmedi ki!

Bugün iktidara CHP ya da MHP gelse, işler eski hamam, eski tas şekline dönüverecek.

Halbuki sivil-asker ilişkilerinin baştan aşağıya yeniden tanımlanması gerekiyor.

Bu tanımlama yapılırken hangi ilkelerin bize yol göstereceği belli: Özetle, Avrupa Birliği standartları...

Emre Aköz,

Sabah, 28 Kasım 2010

29.11.2010


Yeni dünya düzeninde ücretlilik yok

AMWAY Avrupa tarafından araştırma şirketi GfK’ya yaptırılan araştırmanın sonuçları “Girişimcilik ruhu”nun kodlarını çözerken, gelecekte iş dünyasının nasıl olacağının da ipuçlarını vermiş.

Türkiye’nin de içinde bulunduğu 11 Avrupa ülkesinde (Avusturya, Danimarka, Fransa, Almanya, İngiltere, İtalya, Polonya, Rusya, İsviçre, Ukrayna), 14 yaş üzeri kadın-erkek 12.510 kişi üzerinde yapılan araştırmaya göre girişimcilik yükselen bir trend.

Araştırmaya katılanların 2/3’ü girişimciliğe olumlu yaklaştıklarını ifade ederken yüzde 69’u kendi işini kurma konusunda oldukça hevesli.

Bununla birlikte girişimciliğe olumlu bakma ve kendi işini kurma konusunda ise en cesaretli ülkenin yüzde 53’le yine Türkiye olduğu ortaya çıkıyor.

Bu konuda Türkiye’yi İsviçre ve İtalya takip ediyor.(...)

Kapitalizmden sonra ücretliliğin azalacağı, herkesin hem işveren hem de işçi olacağı döneme geçileceğini ifade eden Bediüzzaman’a göre, insan esir (köle) olmak istemediği gibi ecir (ücretli) olmak da istemiyor.

İş dünyası, Bediüzzaman Said Nursî’nin 100 sene önce işaret ettiği noktaya doğru gidiyor.

Yaşar Süngü,

Yeni Şafak, 28 Kasım 2010

29.11.2010


Referandumun üzerinden iki ay ancak geçmişken

“AÇIĞA alınan üç general” mevzuunda birkaç satır da ben yazayım. Bildiğiniz gibi generallerin açığa alınması TSK Personel Kanunu’nun 65. Maddesinin ilgili bakanlara tanıdığı yetki çerçevesinde alındı. 65. maddenin bizi ilgilendiren bölümü şöyle:

“Haklarında ölüm veya ağır hapis cezasını gerektiren veya yüz kızartıcı bir suçtan ya da taksirli suçlar hariç olmak üzere 5 yıl ve daha fazla hapis cezasını gerektiren bir cürümden veya emre itaatsizlikte ısrar, üste veya amire fiilen taarruz, üste veya amire hakaret, mukavemet suçlarından dolayı kamu davası açılanlar mensup oldukları bakanlıklarca açığa çıkarılabilirler.”

Güzel, mesele anlaşıldı. Önümüzdeki madde söz konusu suçları işledikleri için haklarında dava açılanların açığa çıkarılmasını “açığa çıkarılabilirler” (yani: çıkarılamayabilirler de!) diyerek “mensup oldukları bakanlıkların” inisiyatifine bırakıyor olsa da, “üç generalin açığa alınması” yasalar çerçevesinde gerçekleştirilmiştir.

Gazeteci Milli Savunma Bakanı’na soruyor: “Ya diğerleri, bu üç generalle birlikte haklarında aynı suçtan dava açılan diğer askeri personel? Onlarda mı açığa alınacaklar?”

Milli Savunma Bakanı: “Diğer sanık durumundaki askeri personelin terfi veya emeklilik durumu olmadığından açığa alınmaları söz konusu değil.”

Pek tutarlı bir açıklama doğrusu!...

Demek ki açığa alınan “üç general” ile aynı suçtan yargılanmak üzere haklarında iddianame düzenlenen diğer generallerin (20 kadar) ve daha alt rütbedeki subayların görevlerinin başında bulunmalarının nedeni “emeklilik ve terfi” durumlarının henüz gelmemesindendir.

Milli Savunma Bakanı’nın açıklaması sizce de şaşırtıcı değil mi? “Balyoz Davası” adı verilen davanın 196 sanığının bir bölümü 15 ile 20 yıl hapis cezası talebiyle yargılanmayı görevleri başında beklerken, “üç general”, “emeklilik ve terfi” durumları geldiği için ayrı bir muameleye tabi tutularak açığa alınıyor.

Yanlış anlaşılmasın: “Üç general”in açığa alınmalarının “yasal” zemini yoktur demiyorum, çünkü 65. madde açık.

Yanlış anlaşılmasın: “Diğer sanık durumundaki askeri personel de vakit geçirmeden açığa alınsın” da demiyorum..

Ben sadece “tutarlı davranılsın”, aklımızın almadığı işler ve açıklamalar yapılmasın diyorum.

İş “tutarlı olmaya” gelince, “üç general” vakasıyla ilgili çok daha önemli bir başka husus daha var.

Dünkü gazetelerde yer alan iki haberdi.

Bülent Arınç, “üç general”in Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nde (AYİM) dava açmaları durumunda, dosyanın “en yüksek rütbesi albay olan Askeri Yüksek İdare Mahkemesi hâkimleri”nin önüne geleceğinden bahisle şöyle devam ediyor: “Sizce burada bir gariplik yok mu? Tümgeneral emredecek daha düşük rütbedeki askeri hâkim bunun dışında bir karar verebilecek. Mümkündür ama Türkiye’deki yaşadığımız şartlar içerisinde o hâkimlerin işlerinin çok zor olduğunu düşünüyorum.”

Arınç’ın bu sözleri AYİM hâkimlerini son derece “incitici” olsa da, Başbakan Yardımcısı “zordur” derken tamamen haksız da değildir. (Ayrıca, AYİM’de hâkim sınıfından olmayan üyelerin varlığını da hatırlatmak gerekir.)

İkinci haberde ise, Ak Parti Grup Başkanvekili Bekir Bozdağ, “AYİM Anayasayı çiğnedi” dedikten sonra gazetecinin “Demokrasilerdeki gibi yargı birliği adına, örneğin AYİM’in kaldırılması için seçimlerden önce bir yasa teklifiniz alacak mı?” sorusunu şöyle cevaplıyor:

“Resmin bütününe bakmak gerekiyor. Bu konuya genel bir Anayasa değişikliği kapsamında bakmak lazım. (...) Türkiye’de hukuk devleti açısından olmaması gereken ikili yargı sistemi var. AYİM’in varlığı yanlış da, Askeri Yargıtay doğru mu? O da yanlış. Sonuçta yargı, hukuk devletinde tekdir...”

Bu kadar olur yani!

Bozdağ, 12 Eylül referandumunun üzerinden iki ay ancak geçmişken, AYİM ve Askeri Yargıtay’ın hukuk devletinde yeri olmadığını söylüyor.

İyi ama bu durumda sormazlar mı: 12 Eylül’de kabul edilen Anayasa değişikliğine ilişkin kanunun Anayasa Mahkemesi’nin yeni yapısını düzenleyen faslına (madde 146) biri Askeri Yargıtay, diğeri Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nden olmak üzere iki üyeyi biz mi dahil ettik?

“Tutarlı davranılsın” derken buna işaret ediyorum. Bu ülkede Askeri Yargıtay (61 Anayasası’nın ürünü) ve AYİM’in (12 Mart’ın ürünü) yargı sistemi içinde yer almaması yıllardır ısrarla talep edilmişken, bu mahkemelerden iki üyeyi Anayasa Mahkemesi’ne taşımak, sonra da bundan şikâyetçi olmak tutarlı bir tutum ve davranış mıdır?

Hiç değilse Ümit Kardaş’ın bu çerçevede yıllardır yaptığı yayınlar hatırlansın. “Hukukun bu kadar paspas edildiği, hâkim bağımsızlığının olmadığı, askerî yargının bu kadar geniş alanı işgal ettiği, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin Danıştay’ın yanında durduğu bir yerde hukuk mukuk olmaz” demiyor muydu Kardaş.

Yok eğer “Ama biz Danıştay’dan da şikayetçiyiz” diyorsanız o zaman iş başka tabii...

Kürşat Bumin, Yeni Şafak, 28 Kasım 2010

29.11.2010

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Son Dakika Haberleri

Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu
Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.