"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

İstanbul biterken...

Abdullah ERAÇIKBAŞ
19 Nisan 2013, Cuma
İstanbul’un ana arterlerindeki üst geçitleri bir süredir Büyükşehir Belediyesi’nin astığı “dikkat çekici” afişler süslüyor. “Beşiktaş’ta bir akşamüstü,” “Üsküdar’da bir sabah,” “Eyüp’te bir öğle,” “Emirgân’da bir gün,” “Hisar’da akşam,” “Kızkulesi’nde sabah” gibi spotlarla İstanbullulara, İstanbul’u keşfet çağrısı yapılıyor.
 Bu çağrıları bütün tarihî mekân ve yapılar adedince uzatmak mümkün. Şöyle kısa bir “beyin fırtınası” ile biz de bu çağrıya bir katkıda bulunalım: “Çırağan’da gün batımı,” “Sultanahmet’te bir Cuma,” “Süleymaniye’de bayram sabahı,” “Ayasofya’da hüzün zamanı,” “Çamlıca’da ufuk derinliği,” “Beylerbeyi’nde sahil gezisi,” “Yıldız Parkı’nda yürüyüş,” “Sarıyer’de börek tadımı,” “Beykoz’da balık,” “Kanlıca”da yoğurt,” v.s. gibi tanıtım cümleleri ile bu silsile uzar gider.
İstanbul’un bir bakıma PR’ı (tanıtımı) amacıyla yapılan bu çalışmayı, belediyelerin her fırsatta yaptığı “icraatın içinden” bir ajans faaliyeti olarak da görebiliriz. Burada, seyrine çağırılan, dünya gözüyle gezilip görülmesi istenen yerlerin pek çoğu tarihî yarımadada ve çevresinde yer alıyor. Bir kısmı da Osmanlı devrinde yazlık mekân veya seyrangâh olarak kullanılmış yerler. Tarihe şahitlik etmiş kasırlar, köşkler, saraylar... Hepsinde damıtılmış bir incelik, zevk ve estetik var. Yani en kârlı “pazarlama” unsurumuz yine her daim tartıştığımız tarih. Acı olan ise Cumhuriyet dönemine ait gezilip görülmeye lâyık bir eserimizin olmaması. Olanlar da ruh ve mimarî derinliğinden yoksun, çoğu hantal yapılar.
İstanbul son yıllarda aynı yöneticiler marifetiyle son sür’at yapılaşırken, her karış toprağa beton dökülürken, yapılan bu çağrıyı nasıl okumak gerekiyor? Bu yapılaşmanın şehrin üstüne bir karabasan gibi çöküp tarihî silüetleri bile yok etmeye yüz tuttuğu bir zamanda İstanbul’u kime, nasıl sevdirebiliriz?
Şehir, öyle bir beton istilâsına maruz kaldı ki, “rant orduları” her yere saldırıyor. Bazen bir orman, bazen bir sahil, bazen bir park bu işgalden nasibini alıyor. “Nuh tufanı” gibi dalgalar halinde üzerimize çöken bu istilâ, park, bahçe, yol kenarı, kıyı şeridi tanımayarak son yeşili de hayatımızdan söküp alıncaya kadar sürecek gibi gözüküyor. Bu istilâyı heryerde görmek mümkün. Erguvanlar ve manolyalar da bundan nasibini alıyor. Sözgelimi Boğaziçi Köprüsü’nden Anadolu’ya geçerken başınızı kaldırıp şöyle bir karşıya bakarsanız, Bediüzzaman’ın “İstanbul’un mevkice en güzel yeri” iltifatına mazhar olmuş Çamlıca’nın yıllar içinde nasıl betonlaştığını görürsünüz. Bazılarında cami düşmanlığını körüklemesi muhtemel Çamlıca Camii inatlaşmasının da bölgedeki son yeşilliği tehdit edeceği kesin. Bir süre önce “Yaşanabilir kentler” ödülü alan Üsküdar Belediyesi’nin bir yandan yeşilliğe önem verir gibi gözükürken, diğer yandan da mevcut parkları dahi betonlaştırmaya dönük gayretleri acı bir çelişkidir. Semt konakları, spor merkezleri, bilgi evleri gibi adlarla kurulan sosyal yapılarla yeşil doku tahrip edilmektedir.
Yapılaşmayı birinci elden teşvik ettiğini düşündüğümüz Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, şimdilerde şehrin silüetini bozan gökdelenlerden şikâyet etmektedir. (Sabah, 18 Nisan) Erdoğan’ın B.M. Orman Forumu 10. Konferansı’nda dünyada yok olan kaynaklara dikkat çeken konuşması ise hayli manidardır. Erdoğan tahrip olan eko sisteme dikkat çektiği konuşmasında, “Birileri bir yerlerde refah ve huzur içinde yaşarken başka yerlerde ormanlar yok ediliyor. İnsanlar güzel kokular sürünme yarışına girerken atmosfer deliniyor, insanlar hırsla hız yapma peşinde koşarken buzullar eriyor. Şunu hepimiz görmek ve anlamak zorundayız; büyüme ve kalkınma dediğimiz süreç böyle devam ederse ortada yaşanabilir bir dünya kalmayacaktır” diyor.
“Bütün ağaçlar kesildiğinde, bütün hayvanlar avlandığında, bütün sular kirlendiğinde, hava solunamaz hale geldiğinde işte o zaman paranın yenilebilir bir şey olmadığını anlayacaksınız” şeklindeki Kızılderili sözüne dikkat çeken Erdoğan, adım adım bunlardan kaçınılacak tedbirlerin mutlaka geliştirilmesi gerektiğini kaydediyor.
Sabitfikir adlı dergiye konuşan akademisyen-yazar Gündüz Vassaf da, bu gelişmelere “eliyle, diliyle” tepki göstermeyen herkesi suçlu ilân ediyor ve şöyle diyor: “İstanbul’u sevsek bu denli sessiz kalınır mıydı? Sessizliğimizle, pısırıklığımızla plansız proje mağduru İstanbul’un tüketicileriyiz.” Vassaf sözlerini şöyle noktalıyor: “Şehrin ruhunu idrak edemeyenler, şehrin siluetinde kendi çılgın projelerinin yansımasını görüyor.”
Son söz: Böyle giderse İstanbul, sadece “İstanbul’u sevmezse gönül aşkı ne anlar?” diye soran, “Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul/Ömrüm oldukça gönül tahtıma keyfince kurul” diyen İstanbul şairi Yahya Kemâl’ın şiirlerinde, ya da “Adım Adım İstanbul” adlı eseriyle eski İstanbul’u yaşayarak anlatan şehrin âşığı İslâm Yaşar gibi yazarların satırlarında bir tatlı hatıra olarak kalacak.
Okunma Sayısı: 1643
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı