"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

İstanbul’un fethini gören topraklar

Abdullah ERAÇIKBAŞ
17 Mayıs 2013, Cuma
Batı Trakya İstanbul’un fethini görmüş topraklardır. Evlâd-ı fatihan salla geçtikleri Rumeli’ye yalnız kılıçla değil, kalpleri de fethederek sahip oldular. Balkan topraklarında başlayan kutlu fetih önce Edirne’ye ulaştı. Sonra İstanbul’un alınmasıyla noktalandı.

Bu topraklar hem şanlı fetihlerin, hem de hüzünlü savruluşların coğrafyası oldu. Osmanlının sonunu hazırlayan ırkçı-ayrılıkçı fikirler ilk olarak bu topraklar üzerinde zemin buldu. İlk kopuşlar, Osmanlı adına ilk toprak kayıpları burada yaşandı. Din, dil, ırk farkı gözetmeden insanları bir arada yaşatan sır milliyetçi akımların tahrikiyle bozuldu. Kanlar aktı, karşılıklı büyük göçler yaşandı, kardeşlik iklimi yerini gözyaşı coğrafyasına bıraktı. Rumeli’ndeki baba topraklarını bırakıp Anadolu’ya göç etmek zorunda kalan Müslüman Türk de o toprakların hasretiyle yaşadı, İstanbul’dan Balkanlara sürülen Rum da İstanbul’u unutamadı ömür boyu.
Osmanlı’yı yıkan ırkçı zihniyet ne yazık ki yeni devleti de kendi rengine boyadı. Bütün dinî değerlere savaş açan “Selanik hanedanı”nın menhus zihniyeti mevcudu muhafazaya çalışsa da hâlâ devletin derinliklerinde icraatını sürdürüyor.
Bunları bize geçen hafta sonu yaptığımız Batı Trakya seyahati yeniden hatırlattı. Yolculuğumuz, bir otobüs dolusu Yeni Asya okuyucusuyla birlikte, müjdelenmiş fetih için İstanbul önlerine kadar gelen sahabi Eyüp El Ensari Hazretlerinin medfun bulunduğu Eyüp Sultan Camiinde akşam namazı kılınan namaz sonrası başladı. Hıdır Baybara Hocanın yolculuk duâsı, sanki hac ziyaretine çıkıyormuşuz intibaı uyandırdı. Tanışma faslında, yolculuğun herkese farklı bir his ve heyecan yaşattığı görüldü. Özellikle o topraklarda doğmuş, ya da aile büyüklerinin mezarları oralarda olanlar izahı zor duygular içindeydiler. Yatsı namazını kılmak için mola verdiğimiz Tekirdağ’daki dinlenme tesislerinde bizi karşılayıp ikramda bulunan Tekirdağlı ağabey ve kardeşlerimizin gözlerindeki ışıltı da görülmeye değerdi.
Konuşmalar, ders ve ilâhiler, şiirler, marşlar eşliğinde gece yarısına doğru ulaştığımız İpsala sınır kapısında hâlâ bürokratik bazı engellerin aşılamadığını bizzat yaşadık. Gerekçesiz bekletilmeler, pasaportlardaki uzun incelemeler, yeni getirilen engeller, vs.
Eyüp Sultan’da akşam vakti başlayan yolculuğumuz, sabah namazı vakti İskeçe Çınar Camiinde nihayet buldu. Bir otobüs dolusu insanın bir anda camiyi doldurup saf tutması, birkaç kişiden ibaret olan cami cemaatine ayrı bir sevinç kattı. Kucaklaşmalar, konuşmalar, tanışmalar sanki asırlardır birbirlerini tanıyan insanların sıcaklığı içinde gerçekleşti. Namaz sonrası geçtiğimiz Uhuvvet Derneği bünyesinde açılan dershane bize hem maddî, hem de manevî tadlar yaşattı. Uykusuz bir gecenin sabahında dershanenin terasında serilen sofra etrafındaki “uhuvvet” ve kahvaltı sonrası uykusuzluğa direnerek dinlediğimiz sabah dersi her biri ayrı bir lezzette idi.
Asırların tahribatına rağmen Osmanlı’dan epeyce izler taşıyan İskeçe’de gerçekleştirdiğimiz şehir turu sonrası, “hatim törenlerinin” yapılacağı köylere doğru yola çıktık. (Şehir meydanlarındaki yaşlı çınar ağaçlarının da Osmanlının hatırası olduğunu orada öğrendik.)
Yeşil tabiatıyla, ormanlarıyla akarsu ve çaylarıyla Karadeniz kıyılarını hatırlatan köylerden geçtikçe heyecanımız katlanıyordu. Tamamına yakınının Müslüman olduğu bu köyler, herşeye rağmen değerlerini korumayı bilmişti. Hanımlar tesettürlüydü, küçük çocuklar bile örtünmüştü. Okullarda başörtüsü yasağının adı yoktu. Bunları görünce Kemalistlerce çok tekrarlanan bir “şehir efsanesini” hatırladım: “Biz olmasaydık işgal altında yaşardınız. Dininizi yaşayamaz, ezanlar okunmaz, camileriniz kapanırdı.” Bu söylenenleri Türkiye’de işgalciler yapamamıştı belki, ama kendileri tarafından fazlasıyla yapılmıştı.
Bir bayram havası içinde geçen hatim törenleri köylülerin değerlerini yaşatmasına ve dayanışmasına da vesile oluyor. Tam bir Osmanlı geleneği. Camisiyle, mihrabıyla, yardımlaşma duygularıyla dimdik hayatta. Hem yol üzerinde gördüğümüz Dolaphan’da, hem de bizim de katıldığımız Ketenlik’teki törenlerde bütün halk yollardaydı. Genç motosikletli görevliler misafirlere yol gösteriyordu. Onlarca kazanda pişirilen etli pilavlar önce hanımlara, tören bitiminde de erkeklere dağıtıldı. Pilav dağıtımındaki organizasyon bile törenlere yıl boyu hazırlandıklarının bir göstergesi gibiydi.
Ketenlik’ten aslında köy diye söz etsek de bir belde. Belediye başkanı var. Belde, Risale-i Nur hizmetleri açısından buranın Barla’sı olarak biliniyor. Nur hizmetleri oldukça gelişmiş. Bir dersanesi bile var. İstanbul’dan giden Yeni Asya okuyucuları olarak bizler de Risale-i Nurlardan yüzlerce büyük-küçük eser dağıtarak buradaki hizmetlere küçük bir katkıda bulunmaya çalıştık. Tören sonrası uğradığımız  Şahin Köyü ise Tarihçe-i Hayat’ın sonunda yer alan fotoğrafın çekildiği camiyi içinde barındırıyor.
Son durağımız Gümülcine idi. Burada da tarihin izleri var. Camiler, medreseler ayakta, mezar taşları İslâm mühründen haber veriyor. Ziyaret ediyor, namaz kılıyor, duâlar yolluyor, ayrılıyoruz.
Elveda Rumeli, yeniden merhaba Anadolu.  Çünkü Üstad’ın ifadesiyle asıl ve mühim hizmet burada.

Okunma Sayısı: 2003
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı