"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

İstanbul’a ”ağlıyorum” gözlerim kapalı

Aslınur NEZİROĞLU
19 Temmuz 2015, Pazar
Peygamberimin senası... Fatih’in emaneti... Ecdadımın hatırası... Gönüllerin sevdası aziz İstanbul...

Dünyada bir eşi daha olmayan, tarihi dokusu ve doğal güzellikleriyle insanı büyüleyen İstanbul’u bu hususiyetleriyle ve güzellikleriyle yazık ki koruyamadık. İstanbul, lisan-ı haliyle haykırıyor, ağlıyor, acı çekiyor. Osmanlı’nın ruhunu taşıyan İstanbul sessiz sessiz hazin hazin göz yaşı döküyor. Aziz şehrin ağlamalarını demdemelerini kim ne kadar duyuyor bilemiyorum ama ben de ağlıyorum içli içli yanık bağırlı İstanbul ile.

Ben de görmeden sevdalananlardandım İstanbul’a. Peygamber Efendimizin (asm) ‘’Konstantiniyye muhakkak bir gün fetholunacaktır. Onu fetheden komutan ne güzel komutan, onu fetheden ordu ne güzel ordudur’’ müjdesine mazhar olan bu şehre sevdalanmamak ne mümkün! Şairlerin sözlerini güzelleştiren, yürekleri titreten güzel İstanbul’a iştiyak duymamak mümkün mü? Ben de İstanbul denince yüreği titreyen heyecanlanan nice insandan sadece biriydim. Her fırsatta geldim. Karış karış gezdim. Allah’a şükrettim bu güzel şehri bize bahşettiği için. Dua ettim bu nimetleri bizden almasın diye. Fakat her gelişimde biraz daha hüzne gark oldum. İçim burkuldu... Çünkü her seferinde İstanbul’u biraz daha betonlaşmış buldum. Kibir timsali gökdelenlerin İstanbul’un manevi ruhuna zarar verdiğini hissettim. İstanbul’da sürekli yaşayanlar hayat meşguliyetiyle ya farkında değil, ya ünsiyet olmuş diye düşünürdüm. Oysa ne zaman ben de sürekli yaşamaya başladım İstanbul’da. Gördüm ki, farkında olsan da çaresizsin, hiç bir şey yapamıyorsun. Sadece gökdelenlerin gölgesinde kalan tarihi, yerini beton yığınlarına bırakan ormanları acıyarak seyredip ızdırap duyuyorsun, duaya sığınıyorsun.

Bediüzzaman Hazretleri İstanbul’un tepelerini sever ve sık sık çıktığı Yuşa ve Çamlıca tepelerinden İstanbul’u temaşa edermiş. Ben de üstad gibi bir çok defa Çamlıca’ya çıktım temaşa ettim bu güzel şehri.

Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul

Görmedim gezmediğim, sevmediğim hiçbir yer

Ömrüm oldukça gönül tahtına keyfince kurul

Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer..

Diyen Yahya Kemal gibi seyrettim ve sevdim aziz İstanbul’u... Tepeden her bakışımda başka bir İstanbul gördüm. Yüreğim titredi her defasında ama artık İstanbul aşkıyla değil, İstanbul’a yapılanlarla. Fatih Sultan Mehmed Han ‘’Ormanlarımdan bir dal kesenin başını keserim’’ demiş ve bunu kanunlaştırarak ünlü kanunnamesine yazmıştır. Gelse de görse İstanbul’un başına gelenleri... Ne derdi acaba? Ben bugün İstanbul’a bakıyorum... Ama gözlerim kapalı... Çamlıca’ya çıkmak istemiyorum artık! Çünkü Çamlıca’dan Anadolu yakasına bakınca, ormanların yerini alan ‘’beton yığınları’’, boğaza bakınca ‘’gökdelenleri’’ görüyorum. Her gün ruh-u maneviyesinden biraz daha uzaklaşarak hüzünlenen İstanbul’u görüyorum. Hazin iniltilerini duyuyorum.

Acaba diyorum, benim gördüklerimi başkaları görmüyor mu? Benim ve nice merhametli insanların içlerinin yandığı gibi yanmıyor mu gönülleri? İstanbul’un tarihi dokusu, doğal güzellikleri gereken ehemmiyeti görmüyor. Her geçen gün İstanbul biraz daha yok oluyor! İstanbul bitiyor!

İstanbul haykıra haykıra ağlıyor! Yürekleri sızlatan hazin yakarışlarını neden duymuyorlar? Ben İstanbul’un ruhunu sevdim, tarih kokan sokaklarını, camilerini sevdim, yeşilini sevdim, her gün farklı çiçeklerle kokan kokusunu sevdim. Ne oluyor tarihi dokusuna, yeşiline, ağacına, ormanına? Neden kıyıyorlar aziz İstanbul’a? Neyin rantı? Neyin hırsı? Kiminle yarışıyoruz? “Gecekondu hâli bile daha iyiydi” dedirten gökdelenlerin daha şaşalısını daha yükseğini inşa etmek için mi yarışıyoruz? Nesl-i atiye bıraktığımız bu eserlerimizle mi gururlanacağız?... Torunlarımız onlara bıraktığımız bu binalarla mı övünecekler? Şunu bilmeliyiz ki, çocuklarımızın gökdelenlere değil, betonlaşan şehirlere değil ormana, yeşile, kuşa, börtü böceğe ihtiyacı var. Lütfen, gelin hep birlikte İstanbul’a hak ettiği saygıyı gösterelim ve atalarımızın bizleri düşünerek muhafaza ettiği bu cennet misal şehri, bizler de torunlarımızı düşünerek gerektiği gibi koruyalım. Çünkü yarınlar bizim değil onların...

Medeniyet nedir? Medeniyet değerlere sahip çıkmaktır, tarihe sahip çıkmaktır. Medeniyet ormanlar yok edilerek şehirler kurmak değil, medeniyet tarihe, ormanlara zarar vermeden şehirler kurmak, yollar yapmaktır. Çevreye zarar vermeden, yarınlarımızı küstürmeden şehirleşmektir. Elbette yol, köprü, baraj, havaalanı hepsi medeniyettir. Olması gerekenlerdir. Yapılması şiddetle elzemdir. Bugün İstanbul’a 3. havaalanı, 3. köprü ve hatta 4. köprü dahi şarttır. Bizi korkutan ise bu hizmetler yapılırken orman arazilerinin imara açılmasıdır. Çünkü örnekleri yıllardan beri gözümüzün önündedir. Bugün dünyanın pek çok ülkesine baktığımız zaman tarihlerine, tarihi eserlerine Allah’ın lütfettiği tabii güzelliklere ne kadar sahip çıktıklarını görüyoruz. Tarihlerinin yoğun olarak yaşandığı yerler ve ormanlar koruma altına alınıyor. Şehirleşme, tarihi dokularına zarar verilmeden yapılıyor. Sahiller dahi ormansa orman olarak kalıyor. Ağaçlar kesilip oteller yapılmıyor. Şehrin içinde ormanlar sıralanıyor. Rusya’dan Japonya’ya, Avrupa’dan Amerika’ya her tarafta aynı... Bugün bizim ecdadımızın tarihe, yeşile, ormana verdiği önemi onlar verirken, ecdadımızı taklit ederken biz kimi taklit ediyoruz bilemiyorum.

Biz, Hazret-i Muhammed’in (asm) ümmeti kimi taklit ediyoruz? ‘’Kıyamet kopmaya başladığında birinizin elinde bir fidan bulunursa, kıyamet kopmadan önce gücü yetiyorsa onu diksin’’ buyuran Peygamber Efendimizi (asm) mi? ‘’Yaş kesen baş keser’’ diyen atalarımızı mı? ‘’Ormanlarımdan bir dal kesenin başını keserim’’ diyen Fatih’i mi? Sahi kimi taklit ediyoruz?

Bir meclisteydim... Bir grup aralarında hararetli hararetli konuşuyordu. Beykoz sırtlarındaki ormana sınır villalarını anlatıyorlardı birbirlerine. Komşularının her gün bir tane daha ağaç keserek arazilerini nasıl genişlettiklerinden bahsediyorlardı. Dayanamadım ve neden şikâyet etmediklerini, buna seyirci kaldıklarını sordum. Hiç tanımadığım bu insanlar beklemedikleri bu suale cevap veremediler. Sonra kendi kendime ‘’Kendileri de benzer işi yapıyorlar. Neden şikâyet edecekler ki?’’ diye hayıflandım. Ya da kime şikâyet edecekler? İnsandaki en değerli hissiyatlardan olan şefkatin merhametin yerini acımasızlık ve hırs nasıl da almış. Kuşlara börtü böceğe rızık olan yuva olan, her bir zerresiyle Saniini tespih eden Rabbine şükreden canlıyı acımasızca kesmek hangi merhamete sığar? Hangi kanuna uyar? Hangi kitapta yeri var? Ne yazık ki yıllardır değişmeyen alışkanlıklar dün de aynıydı bugün de aynı. Dün de bugün de İstanbul’un en güzel yerlerine gökdelenleri inşa edenlere, ağaçları ortadan kaldırıp mantar gibi villalar türetenlere izin verilmemeliydi ve de verilmemeli. Orman arazilerine zarar verenlere, ağaçları kesenlere verilecek cezalar caydırıcı nitelikte olmalı. Kanunlar denetimler artırılmalı. Orman vasfını kaybetmiş denilip imara açılmamalı. Biliyoruz ki hiç bir orman, orman vasfını kaybetmez. Yıllar içinde tekrar yeni filizler sürgüler vererek tabi haline döner.

Fatih Sultan Mehmed Han, ağaçlara zarar verenleri şiddetli bir şekilde cezalandırmış ve elbisesi ağaca takılan kimselere ağacı kesmemesi ve elbise bedelinin ödenmesi için vakfiye bile kurdurmuştur. Ağaç dikilmesini ısrarla teşvik etmiş kendiside bizzat ağaç dikmiştir. Bilse ki diktikleri ağaçlar, ormanlar bugün torunları tarafından hırsları uğruna kesiliyor yerlerine villalar, oteller, gökdelenler yapılıyor, ne derdi acaba. Doğrusu, ben öyle utanıyorum ki Fatih’ten, Yavuz’dan, Sultan Süleyman’dan, bizlere miras bırakılan bu cennet vatana, İstanbul’a yapılanlardan...

Benim gibi İstanbul sevdalısı, henüz 9 yaşında bir çocukla sohbet ederken ümitvar oldum. Üsküdar sahilinde boğaza doğru bakarken, sinirlerimi alt üst eden, İstanbul’un silüetini bozan gökdelenleri görmemek için ellerimle üzerlerini kapatarak seyrediyordum. Benim gibi davranan bir çocuk gördüm. Yaşı küçük ama yüreği çok büyük çocuk; ‘’Ben büyüyünce İstanbul’un belediye başkanı olacağım ve bu gökdelenlerin hepsini yıkacağım. Ormanların içinde ki villaları yıkacağım. Onların yerlerine ağaçlar dikeceğim. İstanbul’u eski haline, kitaplardan okuduğum haline tekrar getireceğim’’ diyordu küçük Abdullah. Küçük kalbiyle masumane bu sözler dudaklarından dökülürken... Üsküdar sahilinde ailesiyle oturuyor, eliyle karşıdaki gökdelenleri engelleyerek onları görmeden boğazı seyretmeye gayret ediyordu. Bu çocuğu görünce yalnız olmadığımı bilmek beni hem sevindirdi hem duygulandırdı ve istikbale umutla bakmamı sağladı. Küçük Abdullah’ların büyük yüreklerinin, Allah’ın bize bahşettiği tabii güzelliklerle dolu İstanbul’un ve Anadolu’nun muhafazasında hepimize ibret olması duasıyla...

Okunma Sayısı: 3953
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • nur

    20.7.2015 17:41:27

    Ne de guzel ifade etmissiniz. Tebrik ederim. Kaleminizi hep gormek isteriz.

  • Ömer bahadır

    19.7.2015 19:53:57

    Bu konuyu ele aldığınız için sizi tebrik ederim. Elinize sağlık, kaleminize kuvvet. Ben de bir İstanbul sevdalısıyım. Aynı ızdırabı en derin şekilde yaşayanlardanım. Gerek İstanbul gerekse memleketimizin bir çok yerinde doğal güzellikler yazık ki dediğiniz gibi korunamıyor. Oysa Allah'ın nimetlerine şükür önce fiili olarak gösterilmeli. Sadece sözde kalmayıp hakikatte de gerçekleşmeli. İnşaallah, hem İstanbul bundan sonra daha fazla tahrip edilmez, hem de özellikle Karadeniz'in yaylaları da ''yol'' diyerek beton yığınlarına dönüşmez duasıyla...

  • HÜSEYİN İLHAN

    19.7.2015 09:58:05

    Muhterem bacım,bayramınızı tebrik ederim.Önceki yazınızıda bugün okumak nasip oldu.Maşaallah,barekallah,kaleminiz kuvvetli,hissiyatınız ile bizleride hislendirdiniz.Maalesef bu güzel şehir İSTANBUL ve kardeşlerinin çektiği acıyı ondanmış gibi gözüküp DÜNYEVİ MAL,HIRSLA gözleri körelmiş,kalpleri iflas etmiş,vicdan,iz'an,insafları yokolmuşların verdiği zararı işgal kuvvetleri vermedi.Bu kasdettiğim alçaklar gövdeyi saran habis kurtlardır.Bunlar önce insanımızın maneviyatını tarumar ettiler.İnsanımızın manevi zenginliğini perişan eden bu alçaklar güya maddeten ferahlık veriyoruz diyerek TARIM,ORMAN alanlarını ranta kurban ettiler.Yandaşa,yoldaşı oldukları hırsıza memleketi soyup-soydurtup yağmalayıp talan ettiler.Asıl yağma ve talan başta RİSALEİ NURLAR olmak üzere milletimizin ve İSLAM aleminin içine fitneyi yerleştirdiler.

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı