Görünen o ki bütün anketlerde “cumhur ittifakı”nın yüzde 40’ın altına düştüğü oy erimesinde halkın yüzde 60’a yakınının “tek kişi yönetimi” yerine artık “parlamenter sistemi” istediği süreçte “iktidar cephesi”nin istismar edecek bir şeyi kalmamış.
Zira salgınla mücadeleden ekonomiye, eğitimden tarıma ve dış politikaya bütün alanlarda başarısızlığı açıkça ortaya çıkmış. Bundandır ki siyasi iktidar, her sıkıştığında dini değerleri ve mukaddesleri istismara tevessül ediyor.
İktidar partilerindeki başörtülüleri “makbul”, diğer partilerdekileri “vitrin sürü” olarak gören düşmanlaştırıcı, ötekileştirici, kutuplaştırıcı insafsız ve agresif “siyaset”e devam ediliyor.
SİYASÎ RAKİPLERE “DİN KARŞITI” İTHAMI
Gerçek şu ki, on sekiz yıllık AKP iktidarında dini değerler ve mukaddesler hoyratça istismar ve istimal edildi. Bazı iktidar partisi adayları camide “seçim konuşması” yaptılar ve kendilerine dua ettirdiler. Cami avlularında “Tayyibim” başlıklı ilâhiler broşürü dağıtıldı. Bir vekil, “Tayyip Erdoğan için her gün iki rekât şükür namazı kılmamız gerekir” sözünü sarfetti.
Yine bazı milletvekilleri, “referandumda evet çıkacağına dair hadis-i şerif var” dediler. “Erdoğan’a dokunmak bile ibadettir” garip yakıştırmasında bulunuldu. “AKP’nin seçim kazanması göklerden inen bir karardır” pervâsızlığı sergilendi. “İktidara ilişik” bazı ilâhiyatçılar, “referandumda hayır oyu verenler şeytandır, haçlı zihniyetidir” tahkirini ileri sürdüler.
Bir bakan yardımcısı, bir düğünde evlilik cüzdanını geline verirken “Erdoğan’ın sünnetinin gereğidir” diye konuştu. “İktidara yakın bir tarihçi”, “Erdoğan’a oy vermek İslâm’ın gereğidir” garabetini seslendirdi. Keza AKP’li bir eski bakan, partisine oy isterken, “İnanıyorum ki vereceğiniz destek yarın ruz-i mahşerde (hesap gününde) sizin berat (kurtuluş) belgelerinizden biri olacak” dedi.
Seçim zamanı AKP Genel Başkanı’nın bir ilde Ulucamiye girişinde vaazı kesen vaiz “milletimizin milletini canından çok sevdiği, aziz bildiği Cumhurbaşkanımız camimize teşrif etmiştir; duâ ediyoruz, hürmet ediyoruz” dedi. İktidar cânibince Ramazan faaliyetlerinde, iftarlarda en üst düzeyde siyasî rakipleri hedef alan ağır siyasî salvolar savruldu…
Kısacası, camiler, minberler, mihraplar “siyaset propagandasının aracı” olarak kullanıldı. İslâm tarihinde ilk kez “dinin siyasallaştırıldığı” Emeviler devrinde Hulefa-i Râşidinin tahkir edildiği hutbelere benzer siyasî söylemlerle iktidardakiler övülüp muhalefet suçlandı.
Ne var ki bütün bu garabetlere Diyanet’ten hiçbir düzeltme gelmezken, “siyasî rakiplerini “din dışı” hatta “dinsiz” itham ve tahkirlerine tek bir uyarı yapılmadı…
“İKTİDARIN REKLÂM AYGITINA DÖNÜŞTÜRÜLDÜ”
Bundandır ki bu vetirede, “28 Şubat’tan daha vahim bir baskı olduğunu” ifade eden bir ilâhiyatçı öğretim üyesi, “dinin iktidarı meşrulaştırmak için kullanıldığını ve Diyanet’in iktidarın reklâm propaganda aygıtına dönüştürüldüğünü” belirtti. “Dejenerasyon yaşayan ‘İslâmcılar’ın şartı beşten üçe düştü: Masa, kasa nisa. Yani iktidar, para ve kadın…” eleştirisiyle mitinglerde dinî değerler üzerindeki karalama kampanyalarına dikkat çekti.
Bir Diyanet İşleri eski Başkanı, “Biz din ile siyaseti iç içe kıldık. Din toplayıcı, siyaset ayrıştırıcıdır; siyaset din üzerinden ayrıştırma ve öfke üretmeye başladı” tesbitinde bulundu. Bir diğer eski Başkan, “Dindarlığımız, ahlâkımız gösterişin egemenliğinde zayıfladı maalesef” diye yakındı.
Neticede, dinî - mânevî değerler siyasi ranta fedâ ediliyor. “Siyasî İslâm” kimliğiyle dışındaki herkes “düşman” addedildi, addediliyor. Sakim siyasetle diğer partilerin dini değerlere saygı duyup sahip çıkmasından rahatsız olunuyor. Hatta “din karşıtlığı” yapmaları isteniyor; sırf siyasetine yarasın ve millet nezdinde siyasi maksatlarda kullansın diye.
Bunun en acı neticelerinden biri de, birçok insanın dinden soğutulup uzaklaştırılması oluyor.
İstismarcılar bunun da vebalini taşıyorlar.