Türkiye, kelimenin tam anlamıyla faiz ile dövizin kıskacı içine girmiş durumda. Her ikisi de son 3-4 ay içinde anormal derece yükseldi ve kademeli olarak daha da yükseleceği yönünde mesajlar veriliyor.
Tablo hakikaten vahim görünüyor. Allah, bu gidişatın sonunu hayra tebdil eylesin.
*
Vaktiyle bir maliye bakanı Tv programcısının sorusuna cevap verirken, dövizdeki yükselişi küçümsemek adına şu tuhaf soru cümlesini kullanmıştı: Siz maaşınızı döviz ile mi alıyorsunuz?
Bunu söyleyen toy bakan efendi, “Yap-işlet-devret” modeliyle Türkiye’de yapılan ihâlelerin dövize endeksli olduğunu gayet iyi biliyordu. Aynı şekilde, akar-yakıt fiyatlarının, dış borçların ve yapılan hemen bütün ithalat kalemlerinin yine dövize endeksli olduğunu herkesten çok biliyordu. Ama, buna rağmen sanki dövizle pek bir işimiz yokmuş gibi, sanki bizi pek fazla etkilemiyormuş gibi gayet çiğ bir edâ ile konuşuyordu. Sonuçta, çiğliğini herkes gördü. Muammalı bir şekilde de o makamdan uzaklaştırıldı. Her ne ise.
Meseleye nereden bakılırsa bakılsın, döviz kuru, Türkiye ekonomisini yakından, hem de çok yakından etkiliyor. Dolayısıyla, dövizin artışı nisbetinde milli paramız da, yerli mallarımız da değerini kaybediyor. Yine, söz konusu artış, iç piyasanın da malî dengesini çok fenâ halde bozuyor. Birçok yerli ürünün fiyatı, dövizin artış oranına paralel şekilde arttırılmaya çalışılıyor ki, hayat pahalılığı dediğimiz enflasyon, bu ve benzeri sebeplerle yükseldikçe yükseliyor, ne yazık ki…
Bu arada, başkasına döviz borcu olanlara Allah yardım etsin.
*
Gelelim, ekonomide en büyük fecâat olan faize ve faizde kademeli yükseliş meselesine.
Bir İslâm ülkesi olan Türkiye’de, seçim kampanyasında verilen sözlerin tam aksine, elân “yüksek faiz” politikası uygulanıyor. Üstelik, dünyada belki ikinci örneği gösterilemeyecek derecede bir yüksek faiz politikası…
Bu yüksek faiz politikasının öncelikle “ecnebi sermaye”ye yaradığını, yerli ve milli sermayeye ise hiç yaramadığını da bilvesile hatırlatmış olalım.
*
Aslında, faizin hiçbir çeşidi savunulamaz. Zira, İslâmın mukaddes kitabı Kurân’a göre “faiz haram” kılınmıştır. (Bakara/275)
Bize göre meselenin illiyet bağı da, can damarı da, temel ölçüsü de budur.
Faize dayalı sistem geliştikçe, faiz oranları yükseldikçe, şüphesiz “İslâmın köprüsü” olan zekât müessesesi zayıflamaya başlıyor. Bundan da kargaşa çıkıyor, niza çıkıyor; zulüm ve haksızlık meydan alıyor. Uzak ve yakın tarihten bu hakikatin birçok misâlini zikretmek mümkün.
İşte, Kuran’ın faize dair hüküm ve hikmetine binâen, Üstad Bediüzzaman şu yorum ile meseleyi tefsir eder: “Âyet–i Kurâniye âlem kapısında durup ribaya (faize) ‘Yasaktır!’ der. ‘Kavga kapısını kapamak için banka (faiz) kapısını kapayınız’ diyerek insanlara ferman eder. Şakirtlerine ‘Girmeyiniz! emreder... Beşer, salâh isterse, hayatını severse; zekâtı vaz’ etmeli, ribayı (faizi) kaldırmalı.
“Kurânın adâleti bâb–ı âlemde durup ribâya der: ‘Yasaktır! Hakkın yoktur!’ Dönmeli! Dinlemedi bu emri beşer, yedi bir sille. (2. Dünya Harbi) Müdhişini yemeden bu emri dinlemeli. (Lemâat)
*
Ne hikmettir bilinmez, faize temelden karşı olması ve indire indire sıfırlaması beklenen bizimle aynı inançtaki mevcut hükûmet erkânı, şimdilerde hiç, ama hiç oralı görünmüyor.
Kimi dindar gazeteler ise, uyarı vazifesini yapmak yerine, hükümetin lider kadrosunu âdeta teşvik edercesine ve “Yaşa! Bravo! İyi gidiyorsunuz. Devam edin” dercesine, onlara arka çıkıyor. Bu ise, gittikçe ağırlaşan günahların, kolektif bir şekilde işlendiğini gösteriyor.
Ne diyelim? Zarara rızasıyla girene ve zararda gitmeye ısrar edene merhamet edilmez ve lehinde bakılmaz. Allah, faiz ile dövizin kıskacında kıvranan milletimizin istikbâlini hayra çevirsin.