"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Korkunun kol gezdiği seçimler (4)

M. Latif SALİHOĞLU
10 Kasım 2015, Salı
Soldan bir, sağdan iki parti.

Cuntacılar, 12 Eylül Darbesiyle, aslında demokrasiyi hançerledi. İnsan haklarını, gaddarca çiğnedi. Sağlam zemine oturmaya çalışan siyaseti de dinamitleyip paramparça etti.

Darbe Konseyi, etrafa korku ve dehşet saçtı. “Bir sağdan, bir soldan asarak” güya denge kurmaya çalıştı.

Siyasette ise, “sağdan iki, soldan bir parti”ye seçimlere katılma izni vererek kendince bir “demokrartik denge” kurmayı sağlamış oldu: Şayet, sağ oylar parçalara bölünmese imiş, sol bir parti asla iktidar yüzü göremezmiş...

“Demokrasi” deyince, adamların bundan ne anladığına bakın siz.

Gerekçe “anarşi” iken...

12 Eylül Cuntasının darbe gerekçesi “anarşi” idi. Sözde “Anarşiyi durdurmak ve demokrasiyi yeniden rayına oturtmak için” darbe yapmışlardı.

Oysa, anarşiyi bile “el altında” aynı cuntacıların desteklediği türlü delillerle ve dahi itiraflarla ortaya çıktı.

Esasen en ağır faturayı anarşiye hiç bulaşmayan siyasilere ve müsbet hareket eden fikir sahiplerine çıkarmaları bile, cuntacıların nasıl da yalancı ve münafıkane bir maske ile hareket ettiklerini ispat etmeye kâfi gelir.

Meselâ, en ağır siyasî faturayı Adalet Partisine ve en yüklü fikrî faturayı Yeni Asya’ya kesmeleri gibi...

İşte, 1982 Kasım’ında referanduma götürdükleri Darbe Anayasasıyla, en büyük siyasî kitle partisi olan Adalet Partisi başta olmak üzere, diğer siyasî parti yöneticilerinin tamamına 5’er -10’ar yıllık “siyasî yasak” getirildi.

Üstelik, bunu gibi daha birçok anti-demokratik maddeleri barındıran bu anayasaya seçmenin “evet” demesi için, devletin bütün imkânları seferber edildi. Bunun yanı sıra, muhalif basın cebren kapatılarak susturuldu ve “Anayasaya hayır” diyecekler hakkında söylenmedik lâf, yapılmadık tahkir-tezyif bırakılmadı. Öyle ki, posta kutularına atılan şüpheli zarflar bile açılıp kontrol edildi; “Hayır”cı diye tesbit edilen insanlar derdest edilerek götürüldü.

Bütün bunların yanı sıra, daha başka insanlık dışı muamelelerin de muhaliflere revâ görüldüğü o günlerin şartlarında, Darbe Anayasası yüzde 90’ın üzerinde kabul görmüş oldu, yahut öyleymiş gibi gösterildi. Zira, kimsenin itiraz, ya da kontrol etme/ettirme imkânı yoktu.

Baskı ve zorbalığın had safhada olduğu bu tür seçimlerde, vatandaşın hür ve serbest iradesiyle hareket etmesinin imkân ve ihtimali var mı?

Böylesi durumlar karşısında çıkıp “Yok canım, herkes hür ve serbest şekilde seçimini yaptı” demenin, saçmalıktan öte bir değeri olur mu?

İster o gün, ister bugün için...

İşin içine kan ve şiddet eylemleri, kanlı terör saldırıları girdi mi, seçmen de, ister korku, ister kutuplaşma saikiyle olsun, reyini hür ve serbest şekilde kullanamaz bir hale gelir. 

Netice itibariyle, korku, baskı, kutuplaşma ve gerilimin şiddet derecesi, oy tablosunun nihaî şeklini tayin eder. Özellikle de, hemen her seçim öncesi tesbit edilen yüzde 8-10 civarındaki “kararsızlar”ın oylarını kolayca etkileyip yönlendirir.

İşte, bu etkileme ve yönlendirme ameliyesinden, tıpkı 7 Kasım 1982 referandumu gibi aşağıdaki dönemlerde yapılan sair seçimler ve referandumlar da nasibini aldı:  

6 Kasım 1983 genel seçimleri;

6 Eylül 1987 referandumu; 

29 Kasım 1987 genel seçimleri;

18 Nisan 1999 genel seçimleri;

12 Eylül 2010 referandumu;

10 Ağustos 2014 referandumu;

1 Kasım 2015 genel seçimleri.

Bunların da hangi şartlar dahilinde ve ne tür bir korku, baskı, tehditler altında yapıldığını sırasıyla anlatmaya çalışırız.

Anarşi biterken, terör başladı

Anarşiyi bitirmek ve akan kardeş kanını durdurmak için darbe yaptıklarını söyleyen cuntacılar, daha evvel ifade ettiğimiz gibi, en ağır faturayı “Tencereyi pislettiler” diye sorumlu tuttukları “Demokrat misyon” siyasetine kestiler.

Peki, 1984 Ağustos’unda patlak veren “PKK terörü”nü kime fatura ettiler? Anarşiden de beter olan bu terör cinayeti hakkında ne dediler ve ne yaptılar?

Madem ki, anarşinin asıl suçlusu partiler ve o partilerin başında bulunan siyasetçiler idi, aynı suçlamayı niçin terör saldırıları yapmadılar?

Çünkü, bizzat kendileri (CB Evren) ve yaptıkları darbeyi “tartışmasız şekilde” kabul eden parti (ANAP) iktidardaydı.

Evet, sadece ve sadece cuntacıların vizesiyle siyasetin başına geçebilen T. Özal, aynen şunları söyledi: “12 Eylül Harekâtı, bizim açımızdan tartışmasız şekilde haklı ve gerekliydi.”

Terör örgütü için “Üç-beş çapulcu” tabirini de kullanan aynı Özal, 1987 referandumunda ise, vargücüyle 12 Eylül Cuntasının Anayasaya koydurmuş olduğu “siyasî yasaklar”ın devam etmesi yönünde çalıştı.

Özal, gerek bu referandum kampanyası ve gerekse “baskın karar” sonucu üç ay sonra yapılan genel seçim kampanyası boyunca hep şu tehditkâr argümanı kullandı: “Ey vatandaş! Bak, iyi düşün. Biz gidersek, yeniden anarşi gelir. Eski partilere/siyasetçilere oy verirseniz, 12 Eylül öncesine dönülecek, ona göre ha!..”

Şimdi, bütün bu hususları yok sayarak “Efendim, sandığa giden vatandaş, elinde mühür ile istediği partiyi tercih ediyor” demenin, demokrasinin ruhuyla uyumlu bir alâkası olabilir mi?

Yani, demokrasinin vazgeçilmezlerinden olan parti tercihi yapmanın yegâne belirleyicisi “eldeki mühür” müdür? Bunu gerisinde kalan her şey boş mu, hiç mi yani?

Öyle ise eğer, o takdirde hiç kampanya yapmaya, miting düzenlemeye, tv’de propaganda konuşması, hatta aday tanıtımı yapmaya bile gerek yok demektir.

Ama, kim ne derse desin, seçim kampanyasında en çok etkileyici olup seçmenin tercihini yönlendiren, atta değiştirebilen unsurarın başında, şu veya bu şekilde uygulanan korku, baskı, kan ve şiddete dayalı politikalardır. Bütün bunları hiçe saymak, hür iradenin tecelli zemini olan demokrasiyi anlamamak, kavrayamamak demektir.

 (Devamı var)

@salihoglulatif: Yıldız Sarayı’nı kullanmaya karar vererek, bir yönüyle S. Abdülhamid’e benzemeye çalışan CB Erdoğan'a Üstad Bediüzzaman’ın Padişaha söylediklerini hatırlatmalı: Yıldız’ı Dârül-fünûn yap!

https://www.facebook.com/m.latif.salihoglu/

Okunma Sayısı: 3456
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • HÜSEYİN İLHAN

    10.11.2015 08:44:44

    Akılları iğfale uğramış,kalpleri taşlaşmış olanlara,iz'an,insaf ve vicdandan yoksun kalanlara HAK-HUKUK-ADALET hikaye dinler gibi geliyor.Amma iman ile dolan kalpler,imanın parlattığı merhamet,adalet,hak ve hukuka riayet düsturları ise kişiyi mahkemeler,hapisler,tarizler olsada HAK'KI HAYKIRMAYA,ADALETin tesisi için yek kalsada çalışmaktan alıkoyamıyor.

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı