Ellerimiz kelepçeli halde Adliye binasına götürülüyoruz. Hepimiz metânetliyiz Rabbimize şükür:
Halittin Başaran Ağabey; Çanakkale’deki Risale-i Nur hizmetlerinin âdeta “uçbeyi” ve çok vakur. Evinde o akşam ders yaparken göz hapsine alındığımız Çanakkale kahramanı Osman Damnalı Ağabey her zamanki gibi mütevekkil..
Nuri Kutlu Hocam alabildiğine naif...
Ve en küçük kardeşleri saydıkları için şeref duyan şahsım; “Devletim bunu bize nasıl revâ görmekte” diyerekten kırılgan....
Sene: 8 Ocak 1982.
***
Devlet bizim devletimiz.
Lâkin sistem çok ceberrut idi...
Şimdilerde herkesin değiştirmeye çalıştığı 1982 Anayasası hazırlığı vardı ve Yeni Asya Ekolünün o anayasaya “Hayır” diyeceği aşikârdı.
Kenan Evren ve akildâneleri nereden ve kimlerden işe başlayacaklarına karar vermişler ve gözdağı olsun diye işe de koyulmuşlardı..!
“Menhus Ruh” iş başındaydı ve Anadolu’daki Nur Talebelerine göz açtırmıyorlardı.
Soruşturma. Kovuşturmalar..
Askerî Mahkemeler ardarda gelecek hür ve demokrat misyonun fedakâr temsilcileri ağabey ve kardeşlerimiz inanılmaz sıkıntılar çekeceklerdi...
***
Nuri Kutlu Ağabey ile aynı okulda öğretmendik; Bakan, hukukçu, rektör, yılın doktoru seçilecek ve profesör olacak öğrencilerimiz vardı ve bu okuldan mezun olacaklardı seneler sonra.
Büyük idealler taşır ve Nesl-i Cedid yetişsin diye gayretten geri asla durmazdı.
Ancak: Vakit; 8 Ocak 1982 idi...
Ve, çok farklı bir Türkiye vardı: Göz hapsi, tutuklamalar, askerî cezaevinde yatmamız.
Birbirimizi -güya- tanıyalım diye “Halkın Kurtuluşu Örgütü” ile zoraki aynı daracık hapishane koğuşunda onlarca kişi bir arada tutulmamız.
Asla; ama asla: Kaleme almayı düşünmediğim acılar...
***
Bediüzzaman Hazretleri, Hizmet Rehberi’nin ilk mektuplarından birinde “hapis hayatı istenilmez” buyuruyorlar. Lâkin; hizmetler de her dönem ayrı fedakârlıklar istiyor.
Nuri Kutlu; “Medrese-i Yusufiye’de her fâniye nasip olmaz...” diyen o fedâkârlardandı.
24 Haziran 1982 tarihinde 163. Maddeden bizi tam 163 gün yatırdıktan sonra serbest bırakmışlardı.
Oysa: Bir hafta öncesinden tahliye kararımız gelmişken yattığımız hapishanenin bağlı olduğu Kolordu Komutanı
“Bir hafta daha içerde tutun, yargılandıkları 163. Madde kadar içerde kalsınlar” demiş ona bile kem bir lâf eylemeyen bir insandı.
Tanıdığım en artniyetsiz kişi idi.
Kâmil bir mü’min. Tam bir “Muhabbet Fedaisi idi”
***
Askerî cemsenin içindeyiz... Ellerimiz kelepçeli halde adliye binasına götürülüyoruz..
Nuri Kutlu Ağabeyin hanımı Rahmiye Abla, boy boy üç oğlunu almış kahraman bir şekilde o günkü nişanlım, şimdiki refikam Hürmet Hanımla aracın arkasından gelip Adliye binasında bir parçacık olsun ahvalimizi görmeye çabalıyorlar.
Halittin Ağabey moral olsun diye kelepçeleri onlara göstererek vakur bir şekilde öpüp; “Bunlar şeref madalyalarımızdır, moralinizi sakın bozmayın” diyor...
Dengemi toparlamaya çalışan ben, Nuri Kutlu Ağabey ile göz göze geliyorum: Boy boy üç evlâdı, hanımı ile bu diyar-ı gurbette maaşı da kesilince nasıl geçinecekler diye tasalanırken Nur Kahramanı şöyle dedi:
“Ya rab, hakikî sahibimiz sensin evlâd-ı iyalimi koru.”
Ey Rabbim (cc); Nuri Kutlu Ağabeyimin Nesl-i Cedid’in temsilcisi o üç nurlu oğulları Numan, Mehmet, Said ile gözyaşları içinde sana emanet ettiğimiz ahiret âleminin kapısı kabrini, onun narin benliğine Cennet bahçelerinden bir bahçe eyle.. Amin... Amin...