Ben İmanın cereyanındayım, karşımda imansızlık cereyanı var. Başka cereyanlarla alâkam yok.” diyen bir Üstadın talebeleri olarak yaşanan hadiselere, bu elim olaylara bakarken nasıl imanın cereyanından çıkmadan bakmak gerekir?
Acaba bunu ne kadar başarabiliyoruz?
Yoksa bize sunulan şeytanî bir pencereden, afakta boğulmak üzere programlanmış, ümitleri yıkan, gafleti kalınlaştıran başka cereyanların saikiyle mi bakıyoruz?
Haber programını izliyorum. Şehitlerimizin, vatan evlâtlarımızın, yürekleri sızlatan hikâyelerini, geride kalan gözü yaşlı ailelerinin hallerini gözyaşlarıyla izliyorum.
Vatanperverlik, hamiyetperverlik duygularım derece derece yükseliyor. Güya bu ulvî duyguların tesiriyle kızıyor, öfkeleniyor ve hatta ağzımdan bedduâlar dökülüyor. İlk bakışta normal gelebilen bu tepkilerin aslında çok da normal olmadığını, haberleri seyrettikten sonraki şiddetli baş ağrım, hırçın ruh halim, ümidi kırılmış ve karamsar bakış açımdan anlayabildim.
Hayırlı hadiselere imanla bakan bir ruh böyle olmaz.
Hadiselerin hikmetlerini okuyabilen bir bakış açısı böyle karamsar olamaz.
Güya o an yaşadığım vatanperverlik, hamiyetperverlik duygularının neticesi de bu olamaz.
O zaman nerede yanlış yapıyorum?
Neden o ulvî duyguların ve imanın neticesi olan sekineti, huzuru, hikmeti yakalayamıyorum.
Kendi yanlış bakış açımla bozduğum duygu dünyamı tamir için, Risale satırların da gezinti yapıyorum. Ve nihayet, hadiselerin nasıl doğru pencereden ve nasıl okunması gerekliliği ile ilgili dersimi alıyorum.
“Arkadaş nefsi tefekkürde tafsilatlı, afakî tefekkürde ise icmali yaparsan, vahdete takarrüp edersin. Aksini yaptığın takdirde, kesret fikrini dağıtır, evham seni havalandırır, enaniyetin kalınlaşır, gafletin kuvvet bulur, tabiata kalbeder. (Mesnevî-i Nuriye s: 125)
İşte bütün mesele burası. Hatta geniş dairedeki bu problemlerin bile çözümü de tam burası.
Soruna odaklanan, ama çözümü bir türlü göremeyen bakış açısı,
Ümitleri kırıp ruhları daraltan bakış açısı,
Kesretin içerisinde kendimizi kaybettiren bakış açısı,
Gafleti ve enaniyeti kalınlaştıran bakış açısı,
Kulluktan uzaklaştıran bakış açısı.
Hepsi afakta boğulmanın birer neticesi.
Zaten en küçük dairedeki en önemli vazifeyi unutanın, vatanperverliği de hamiyetfuruşluğu da sathidir.
Şeytan hadiseleri fânileştirmeye çalışıyor. Cenâb-ı Hak ise olaylarla Rububiyetini konuşturuyor. Zerre tesadüfe ihtimal vermeyen hadiseler, Hikmet, Rahmet ve Adaletle vukua gelirken, bunları seyreden, duyan, yaşayanları da, O’nun, Rububiyetiyle terbiye etmemesi mümkün müdür?
Sadece musîbeti bizzat yaşayanlar mı imtihan olmakta?
Benim imtihanım onları seyredip birkaç bedduâyı sallayıp sonra dönüp uyumak mı olmalı?
Hasılı O, hadiselerle Rab’lığını konuşturuyor, bizim de ubudiyetimizi konuşturmamızı istiyor.