Yaşadığı hayat safhalarında eserler ile hem dönemlerine hem de hali hazırdaki zamana derin izler bırakan Bediüzzaman, kendi hayatını Eski ve Yeni Said olarak ikiye ayırmıştır. Her iki dönemde de eserler vermiştir.
Bediüzzaman’ın hayatı ve bütün eserleri bir bütündür. Birbiriyle çelişen hiçbir taraf yoktur, her yazdığı eserin kendi makamında bir riyaseti, üstülüğü vardır. Eski Said döneminde yazılmış eserlerin özellikle içtimai ve siyasi alanlarda önceliği varken; Yeni Said döneminde yazılmış olanlarının ise, iman merkezli olması sebebiyle bu makamda önceliği vardır.
Risale-i Nur’a muhatap olanlardan bir kısmı imani bahislerin yanında, insan hak ve özgürlükleriyle, adalet, meşveret, yönetim biçimleri gibi daha ziyade içtimai hayatı ilgilendiren Eski Said dönemi eserlerini okurken; bazıları da, adeta Eski Said’i görmezlikten gelirler, pek okumazlar. Ne dünya hadiseleri, ne de yaşadıkları ortamda yapılan insan hakları ihlalleri, gelir dağılımındaki adaletsizlik (Eski Said’de, “maişetteki müsavatsızlık yılanın yuvası” olarak tehlikeli görülmesine rağmen) ilgilenilen bir alan olmaktan çıkmıştır. Bu alanlara karışmak vazifemiz değildir derler çıkıveririler.
Bu nokta hakikaten ilginçtir. Tarafgirlik marazlarına Eski Said dönemi eserlerini bahane olarak sunup, bu eserlerin okunmasına yasak getirdiklerini ifade edenler de vardır. Bu yaklaşım Bediüzzaman’a yapılan en büyük ihanet olduğu gibi onun ‘içtimai müceddit’liğini kabul etmemek gibi bir sonuca götürür. Asıl mesele uhuvveti bozmanın müsebbibi olarak gösterilen içtimai, siyasi dersler değil, tarafgirlik marazlarıdır.
Tarafgirlik öylece yerinde duran bir maraz da değildir. İnat ve haset ile beslenir. Neticesi, kin ve düşmanlıktır. Tarafgirlik insanın ufkunu köreltir ve adalet duygusunu zedeler. Ferdin gelişmesine engeldir ve üstelik, insana kibir ve tefahhuru ilka eder.
Risale-i Nur’un her parçası ve cüzleri kıymetlidir. İçtimai dersler belki de imana dair meseleler kadar önemlidir. Zira imanın amele dönüşmesinin, inancın pratikte yaşanmasının, eylemin vizyona ve dâvâya dönüşmesinin nasıl olacağını anlatan kısımlar olması hasebiyle oldukça mühimdir.
Bu anlayış, ‘Sadece imana dair dersleri anlat, ama sakın dünya hayatıma yük bindirecek, taraftarlığımı zedeleyecek, dünyalıklara olan muhabbetimi sarsacak, tabiri caizse birilerinin yuvasına çomak sokacak, duruş sergiletecek, bedel ödemeyi göze aldıracak, hayır dedirtecek… hiçbir şeyi anlatma, okuma, bahsetme’ demektir.
Hasılı, bu yüzden, ‘Biz sadece Risale-i Nur’un imani bahislerini okuyoruz, okumak istiyoruz.’ diyen kişilere, gruplara şunu söylemek lâzımdır; şeytanın sağdan yaklaşması anlamına gelen bu isteğin arkasında nefis ve enaniyet kaynaklı tarafgirlik vardır. Zira, Risale-i Nur bir bütündür. Hiçbir eseri diğerine üstün tutamazsınız. Bu söylemleri kullananların aslında en önemli sıkıntısı Üstad’ın gösterdiği ve tespit ettiği hakikatler ile kendi kafa fenerleri hükmündeki fikriyatları, taraftarlıkları ve muhabbetlerinin uyuşmamasıdır.
Zaten şu da var ki, bu içtimaî meselelerdeki istikametsizlikler, aslında imanın kalpte kökleşmesinin zeminini bozmaktadır. Çünkü imanın sıhhat bulması için, teşhisin sahih olması gerekir. Üstad’ın imanın özüne, rükünlerine, esaslarına ilişen fikriyat, kişi ve düşünceleri tespit edip, okuyup kabul etmeyenler imanda da istikameti yakalayamayanlardır.
Risale-i Nur gibi devasa bir eseri yani fikrî, ilmî, içtimaî, siyasi, imanî bir eseri; cüce fikirlerle, dar görüşlerle sınırlamaya kalkmak Risale-i Nur’a bir haksızlıktır vesselam.