Sorumlu olmak, ama inisiyatif almamak” acaba yaşanabilir bir durum mudur? Yani daha özet bir ifadeyle inisiyatif almadan sorumluluk alınır mı?
İnisiyatif kavramı aslında sorumluluktan daha farklı ve daha geniş bir anlamı ifade eder. İnisiyatifte, kişinin kendi iradesi, tercihi, yaptırımı vurgusu vardır ki bu risk almayı da beraberinde getirir.
İnisiyatif kullanabilmek aslında bir kişilik özelliğidir. Daha küçük yaşlarda anlayışlı ve otoriter olmayan ailelerde büyüyen kişilerin kendilerine güven duyan, inisiyatif alabilen, sonuç odaklı, sorumlu ve girişimde bulunmaya yatkın oldukları görülmektedir.
Kişinin inisiyatif almaması, kendi kişilik problemi, yetiştirilme tarzı, bakış açısıyla alâkalı olabildiği gibi, bazen de baskıcı, otoriter, istibdatçı yönetimler, oluşumlar içerisinde de inisiyatif kullanamaz. Bu durum özellikle siyaset arenasında “iktidarsın, ama muktedir değilsin” şeklinde ifade edilir.
Aslında insan, inisiyatif alamadığı, yani karar verme sürecine dahil olmadığı bir meselenin, konunun, sorumluluğunu gerçekten alabilir mi? Düşünmek gerekir. Alıyorsa temelde yatan düşünce nedir?
İşte, istibdat ve otoritenin hakim olduğu her türlü yönetim, oluşum, idare biçiminde, baştaki kimse veya kimseler, raiyeti altındakilere ‘sorumluluk al, ama inisiyatif alma’ derler. Fakat sorun çıkarsa da sorumluluğu sen alacaksın mantığı ile baskı uygularlar.
İşte bu düşünce tarzı gerek devlet yönetiminde gerek sivil toplum teşekküllerinde gerek cemaatlerde gerekse aile içerisinde pek çok ahlâkî bozulmanın sebebi olacaktır. Çünkü kendi inisiyatifini kullanmayan, karar sürecinin içine dahil olmayan kimse sorun çıktığında yalan söyleyecek, örtbas edecek, saklama eğilimine girecektir. Bu da, insanın ahlâkında bozulmalara, riyakâr, dalkavuk, münafıkane yapıların ortaya çıkmasına zemin hazırlayacaktır.
İşte bu durum, otorite ve istibdatçı bir idarenin, yönetimin, yapının hakim olduğunun göstergesidir.
Peki insan bunu neden kabul eder?
Yani, “Sorumluluğunu alırım, ama inisiyatif kullanmam” tavrı veya böyle bir yapı, böyle bir kişilik ve psikoloji, aslında hastalıklı bir yapıdır. Temelinde ahlâkî zaaflar yatar. Zira bir devlet dairesinde üst bir makama gelmiş bir kimse farz edelim. Başkasının inisiyatifi ve minnetiyle gelmiş o makamın basamaklarını hak ederek, çalışarak, bedel ödeyerek gelmemiş ise bu kimse onu oraya getirene minnet duyacak, hatta dalkavukluk ve riyakâr davranışlarda bulunacaktır. Ne kadar insan onuruna ve haysiyetine yakışmayan bir durumdur.
Böyle bir kimsede, kendinden daha alt tabakadaki kimseye aynı şeyi uygulayıp, zaaflarının esiri haline getirecek ve bu zincirleme ta en küçük müessese olan aileye kadar bulaşan bir ahlâkî hastalık olacaktır.
İşte böyle bir bozulmanın önünü, ancak serbesti fikir ve kelâm ortamı sağlamak, karar alma sürecine dahil etmek, inisiyatif alma alanları açıp cesaretlendirecek bir sistem alacaktır.
Bu sağlıklı sistemin adı da istidat ve kabiliyetlerin gelişimine zemin hazırlayan, sorumlulukla beraber inisiyatif almayı da sağlayan, meşveret sistemi, daha büyük dairede demokratik parlamenter sistemdir.
En küçük daire olan aile hayatından tutun, toplumun bütün katmanlarında uygulanacak en sağlıklı ve insan onur ve haysiyetine en yakışan bir sistemdir.