Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 24 Ağustos 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Dizi Yazı

Necati Akten- Nail Aladağ

Van seyahat notları (3)

Doğu Beyazıt’a yaklaştıkça tepesi karlarla kaplı 5137 m yüksekliğinde Ağrı Dağı bütün haşmetiye önümüze çıkıyor. Cenâb-ı Hakkın Cebbar, Celâl isimlerinin tecellîsini kalplere yansıtan ve azamet-i İlâhiyi gösteren bu muhteşem dağın çevresinden Doğu Beyazıt’a giriyoruz.

İshak Paşa Sarayı ve Ahmed-i Hani Türbesini ziyaret ediyoruz. Bediüzzaman Hazretlerinin kaldığı medrese de, İshak Paşa Sarayının karşısında.

Doğu Beyazıt’tan Diyadin’e geçiyoruz. Fırat Nehrinin çıkış yerine Ilıca tepesinden bakıyoruz.

Yola devam ediyoruz. Bu defa Erciş’e gidiyoruz. Erciş, doğunun güzel ilçelerden biri. Yeni Asya Temsilcisi Ali Beyle görüşüyoruz. Burada hasretler giderilirken sadece Allah rızası için görüşen insanların aldığı kalp sürurunu anlatmak çok zor. İzmir’e gönderilen selâmları alıp, gülen çehreler ve sallanan ellerle Allaha ısmarladık diyerek Van’a doğru yola çıkıyoruz.

Van’da Çorovanis’te bir buluşma ayarlanıyor. Güzel sohbetlerin ardından Risale-i Nur dairesi içerisinde saadet-i dareyni bizlere nasip eden Cenâb-ı Allah’a hadsiz şükürler ediyoruz. Ertesi sabah Diyarbakır’a doğru yola çıkıyoruz.

Yolumuz üstündeki güzellikleri seyrediyoruz. Tatvan’dan sonra Bitlis’e giriyoruz. Nur caddesinde ilerliyoruz. Caddenin ismi ne güzel. Said Nursî Hazretlerinin doğduğu köyün vilâyeti olan Bitlis’te Nur Caddesi olması güzel bir tevafuk.

Otobüsümüz yola devam ediyor. Peygamber aşığı Veysel Karani Hazretleri’nin türbesinin bulunduğu camide kısa bir mola veriyoruz.

Malabadi Köprüsünü seyrederek, Fırat Nehrinin bir zamanlar Mezopotamya ovasını münbit hale getirerek o zamanın insanlarına bereket getirmesi gibi bu günün insanlarına da benzer bir berekete vesile olmasını müşahade ediyoruz.

Diyarbakır’a girdiğimizde sanki batıda bir şehre girmişiz gibi hissettik. Çok kalabalık bir şehir.

Diyarbakır bürosuna gidiyoruz. Berat Camii’nin yanında bizi karşılıyorlar. Diyarbakır’ın emektarları da buraya geliyor. Hasretle kucaklaşılıyor. Hatıralar canlanıyor. Akşam yapılan sohbetlerle gecemiz daha da renkleniyor. Sabah namazında sohbetimiz kaldığı yerden devam ediyor. Risâle-i Nurların gönülleri nasıl fethettiği ve şüphe içindeki kalb ve akılların Risale-i Nur’da anlatılan imanî bahislere nasıl teslim oldukları çeşitli hatıralarla anlatılıyor.

Ertesi gün Cuma namazımızdan önce bazı ziyaretlerde bulunmak istiyoruz. Bizi Hz. Süleyman Camii’ne götürüyorlar. Burada sahabelerden medfun olanlar varmış. Hz. Süleyman, büyük İslâm kumandanı Halid Bin Velid’in oğlu burada şehit düşmüş. Ruhlarına birer Fatiha okuyup, şefaatlerine nâil etmesi için Rabbimize duâ ediyoruz. Ülkemizin manevî direkleri bu toraklarda medfun peygamberler, sahabeler ve şehitlerimizdir. Cenab-ı Allah, onların yüzü suyu hürmetine bu vatanı her türlü iç ve dış tehlikelerden muhafaza eylesin inşaallah.

Cuma namazını Diyarbakır Ulu Camii’nde kılıyoruz. Burası güzel mimarî yapısı ve cemaatin giyim tarzı ile adeta Mekke-Medine’yi andırıyor.

Namazdan önce Diyarbakır’a özel yapılmış Diyarbakır tarzı müze haline getirilmiş evleri geziyoruz. Sıcak olan bu beldede oturulacak şekilde inşâ edilmiş. Bahçe ve odaları havuzlarla bezenmiş serin evler, kış odaları da ayrıca bol ışık alacak şekilde büyük pencereli olarak inşâ edilmiş. Ecdadımıza rahmet okuyoruz. Diyarbakır’da meşhur olan Meyankökü şerbeti içerek Cuma’ya giriyoruz.

Müezzinin ezan-ı Muhammedî’yi okumasının ardından imamın güzel kıraati bizi bir anda Mescid-i Harama götürüyor.

Doğunun hali bir başka. Bediüzzaman Hazretleri doğuda din hâkimdir diye boşuna dememiş.

Namazdan sonra Ayaklı Minarenin yanında Diyarbakır’ın meşhur kebaplarından yiyerek Rezzak-ı Hakikîye şükürler ediyoruz.

Diyarbakır’ın kalesini geziyoruz. Bu muhkem kalenin ancak Cenâb-ı Hakkın yardımı sayesinde tünelden geçen bir köpeğin klavuzluğu ile aşılarak bu beldenin fethedildiği anlatılıyor.

Diyarbakır’dan çok güzel hatıralarla ayrılıyoruz.

Yolumuz Urfa’ya doğru... Bu peygamberler diyarına giderken heyecanımız bir kat daha artıyor. Gerçi Diyarbakır’da da altı peygamberin medfun olduğu söylenmişti. Ancak Urfa’da Halil İbrahim Peygamberin ve sabır kahramanı Eyyûb Peygamberin bulunması buraya ayrı bir önem veriyor.

Malum 1960 Mart’ında Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri de Halîlürrahman Dergâhına defnedilmiştir. Kader-i İlâhînin, sırlarına akıl erdiremediğimiz hikmetine binaen 27 Mayıs İhtilâli sonrasında kabri açılarak buradan Isparta taraflarına götürülmüş.

Balıklı gölü, Hz. İbrahim’in mağarasını ve Eyyûb Peygamberin çile çektiği mağarayı ziyaret ediyoruz.

Öğle namazımızı Halilürrahman Camii’nde kılıyoruz. Namaz sonrasında Urfa’yı geziyoruz. Tarihî yapılar ve Osmanlı zamanını devam ettiren çarşılar gezilerek esnaf ziyaretleri yapılıyor. Daha sonra Yeni Asya Gazetesi Bürosu ziyaret ediliyor. Gazete hakkında bilgi alıyoruz. Hemen yakınındaki Haliliye Medresesini ziyaret ediyoruz. Çok güzel dizayn edilmiş bu mekânı dolduran gençlerimiz Kur’ân tahsili ve Risale-i Nur dersleri ile mücehhez kılınıyor.

Bediüzzaman Hazretlerinin gönüllü açık öğretim olarak tesis ettiği “Risale-i Nur Üniversitesi”nin bütün yurda yayıldığının tezahürlerini görünce, insan takdir duygularını ister istemez ifade etmeden yapamıyor. Ne mutlu bu üniversitede ders alanlara, ne mutlu bu fakültelerde hizmet edenlere...

Urfa’nın manevî havası bizi sımsıkı sarmışken bu peygamberler şehrini bırakıp gitmek çok zor. Ancak günlerimiz sayılı...

Gaziantep’e varıyoruz. Ertesi gün Anteplilerle güzel sohbetlerde bulunuyoruz. Bize hasret çektirmeyen ve bütün yurt sathında manevî bir ağla bizi birbirimize bağlayan Cenab-ı Allah’a şükürler ediyoruz.

Allah evlâtlarımıza da böyle sımsıcak manevî bir atmosfer içinde dünya hayatlarını sürdürmelerini nasip etsin.

“Müminler kardeştir” hakikatini bu ziyaretler sırasında hakkalyakin daha iyi anladık.

Pazartesi sabahı Antep’ten Adana’ya geçiyoruz. Adana’da Sabancı Merkez Camii’ni görüyoruz. Çok görkemli bir cami. Altı adet minaresi ve çevresindeki Seyhan Nehri ve parkları ile o kadar muhteşem olmuş ki hayran olmamak elde değil. Adanalılar bu muhteşem camiyi planlayıp inşaatını yarısına kadar getirmişler. Ancak iş uzayınca Sabancı Ailesinden yardım istemişler. Kalan kısmını da onlar tamamlamış. Emeği geçenlerden Allah razı olsun. Adana’ya muhteşem bir eser kazandırmışlar.

İkindi namazımızı burada kılarken kendimizi İstanbul’da Süleymaniye Camii’nde zannettik.

Seyhan Nehri üzerindeki Baraj Adana’ya bir sayfiye yeri daha kazandırmış. Üzerine Belediyenin yaptırdığı uzun köprülerle iki yaka arasında geçişler yapılıyor. Buranın manzarası da ayrı bir güzel.

Adana’dan İzmir’e uçarken geride kalan 15 gün içinde yaşadıklarımız film şeridi gibi gözlerimizin önünden geçiyor.

Dünyaya misafir olarak gönderilen yolcuların nurlu yolculuğuna bir misâl olarak hafızalarda izlerini bırakıyor.

Bunalan ruhlara bir teneffüs gibi gelen bu yolculuk bize Peygamberimizin şu hadisini hatırlatıyor: “Seyahat edin sıhhat bulun”

SON

Necati Akten- Nail Aladağ

24.08.2006

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Dizi Yazı

  (23.08.2006) - Van seyahat notları (2)

  (22.08.2006) - Van seyahat notları (1)

  (18.08.2006) - Misafirperver Slovenlerin Türkiye'ye ilgisi büyüktü

  (17.08.2006) - Disiplin var; kaynak israfı, trafik derdi yok

  (16.08.2006) - Slovenya’da Anadolu havasını soludum

  (04.08.2006) - Neocon düşüncenin entelektüel kaynakları üzerine (3)

  (03.08.2006) - Doğu Anadolu (2)

  (02.08.2006) - Doğu Anadolu(1)

  (31.07.2006) - Rüya şehri Kahire

  (30.07.2006) - İsrail elinde bir kor tutuyor

 
 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004