Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 11 Eylül 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Görüş

RTÜK göreve

Geçtiğimiz ay, ulusal bir televizyon kanalında yaşanan rezaleti herkes seyretti. Sululukları cümle âlemi tiksindiren, ancak fazla izlenme ve çok kazanma uğruna televizyon yöneticilerinin ekranlara çıkardığı bir “soytarı,” halkın “edep ve hâyâ” duygularını dümdüz etti. Beklenmeyen bir hareketle, “rezillik”teki son numarasını da böylece ekranlara taşımış oldu. Bu kontrolsüz yayınların sonunda, zaten olacağı buydu.

Özel televizyonların yayına geçtiği son 15 yıl içinde bu tür rezillikleri zaman zaman seyretmiştik, ama böylesini doğrusu hiç görmemiştik.

Canlı yayında yaşanan bu rezilliği halkın önüne seren bu televizyon kanalı, şimdi bu sanatçıya(!) tazminat dâvâsı açmış. Televizyon kanalı, uğradığı maddî ve manevî kayıptan dolayı tam 5,5 milyon YTL tazminat istiyormuş. Mahkeme ne karar verir bilemem, ama halkın uğradığı zararı acaba kim tazmin edecek?

İşin ilginç yanı, özellikle bu ahlâk dışı yayınları denetlemek ve önlemek için oluşturulan Radyo Televizyon Üst Kurulu (RTÜK), yıllardan beri acaba neden görevini yapmıyor? Meselâ, bu rezilliğe verdiği ceza, o programın yayınlandığı saatlerde o kanala belgesel yayınlatmakmış. Daha sonra, yine normal yayına devam. Bu kadar ağır bir kusur karşısında, neden bu kanal hiç değilse belli bir süre tamamen kapatılamıyor?

Ben size hemen söyleyeyim. Bir kurum ki, denetlediği başka bir kurumdan menfaat sağlıyorsa, onu denetlemesi zaten mümkün değildir. RTÜK’ün,televizyonların reklâm gelirlerinden pay aldığını acaba biliyor muydunuz?

Kim dur diyecek?

Çok kazanmayı, ama sadece çok kazanmayı düşleyip, halkın edep ve haya duyguları ile oynayan ve daha bir çok rezillikleri ekranlarına taşıyan özel televizyon kanalları, her gün tekrarlanan bu çirkinliklere rağmen hiç de hız kesmemiş görünüyorlar. Özellikle televizyonların çokça seyredildiği sabah ve akşam saatlerinde çeşitli adlar altında yayınlanan “magazin” ve “eğlence” programlarını ailece seyredip de, acaba rahatsız olmayan var mı? Ayrıca, eğitim çağındaki çocuklarımızın, bu yayınlardan nasıl etkilendiğini, acaba hiç düşünen var mı?

Türkiye’de Batılılaşmanın, yani Batının medenî hayattaki ilerlemelerinin, Tanzimat’tan beri peşindeyiz. Ancak kimi güçler, batıyla dini, dili, örf, âdet ve gelenekleri apayrı olan ve bunlara sımsıkı bağlı bulunan halkımızı, bunlardan vazgeçirip, şimdi onlara bağlamak için ellerinden geleni yapıyorlar. Son yıllarda bunların başında, halkı büyük bir “etkileme” gücüne sahip olan özel televizyonlar geliyor.

Batı medeniyetinin, bilim, teknoloji ve güzel san'atlardaki inkişafını takdir etmemek ve onların hayata getirdiği kolaylıklardan faydalanmamak mümkün değil. Ama, bizim hayat tarzımıza ve ahlâk anlayışımıza tam anlamıyla “zıt” olan davranışları, onlardan almak ve onlar gibi olmak zorunda mıyız?

Bütün bunları gördükçe beni esas kaygılandıran durum, bu “aşağılık” yayınların, “muhafazakâr” bir iktidar döneminde çoğalmış olmasıdır. İşte, bunu anlamak mümkün değil.

Anlaşılan ve görünen o ki, bu rezilliklere, esas gücü elinde bulunduran ve bu durumdan en çok rahatsız olan halkımız ancak “dur” diyebilecektir. Onun da, elbet bir zamanı var.

Naci AKAY (E.) İstanbul Millî

11.09.2006


Moda, reklâm, medya üçgeninde kadın

Türkiye’de kadın kıyafetinde “modernleşme süreci” ve medyanın buna etkisini incelemek aslında, pek çok başka faktörün de yer almasını gerektiren bir çalışmayla mümkün görünmektedir.

İncelenen konuyu sadece kadın kıyafetlerindeki değişim ve medyayla sınırlamak pek çok hususun eksik kalması anlamını taşır. Konunun sosyolojik, tarihsel boyutunun yanında, sosyo-psikolojik, siyasî ve teolojik yönleri de incelenmeye muhtaçtır. Modernleşme, cinsellik, reklâm, moda, feminizm, kadın hakları ve iktidar kavramları kadın kıyafeti bağlamında başlı başına incelenmeye değer konulardır.

Yukarıdaki başlıkta kastedileni; kadın kıyafetinde ve kadının toplumsal hayatın her alanında daha çok yer alması yönündeki modernizm eğiliminin günümüzde geldiği nokta ve bunda medyanın etkisi olarak ifadelendirebiliriz.

Modernizmi bir ideoloji ya da tarihi süreç içinde bir vakıa olarak gören çeşitli yaklaşımlar bulunmaktadır. Kavramın bir tanımını yapmak kolay olmamakla birlikte, modernizmin en önemli parametresinin rönesans ve aydınlanma sonrası Avrupa’da başlayan ve Fransız Devrimiyle siyasal alana da yansıyan, dinin etkisinin başta kamusal alan olmak üzere her alanda en aza indirilerek, sonuçta tamamen ortadan kaldırılması ve hayatın her alanındaki sekülerleşme/ dünyevileşme eğilimi olduğu söylenebilir.

Meselenin sosyolojik boyutuna bakıldığında kıyafet sorununun dini yönünün yanında, tarihin her döneminde sınıfsal yönünün de daima var olduğu gerçeği karşımıza çıkmaktadır. Bu anlamda kıyafet ait olunan sınıfın bir statü göstergesi olarak önemini tarihin her döneminde muhafaza etmiştir.

Toplumlarda üst sınıf, alt sınıftan daima farklı kıyafet ve sembollerle kendini ifade etmiş, zaman geçtikçe bir dönem üst sınıfa has kıyafetler bir dönem sonra alt sınıfların kıyafeti haline gelebilmiştir. Ortaçağ’da tenin bronzlaşması güneş altında çalışan köylülerden dolayı alt sınıfa has bir simge olarak görülürdü. Avrupa’da soylular yüzlerini pudralarla beyazlatarak farklılıklarını ortaya koymaya çalışırlardı. Modern dünyada, tenin beyazlığı alt sınıfa mensup olmanın göstergesi haline gelmiş ve bu sebeple insanlar plajlara gidemediklerinde solaryumlarda bronzlaşmak için çabalamışlardır.

İslâm dünyasında, kadınlar tarafından, cariyelere, yani kadın kölelere has olan açıklığa karşı kapanma, dini gerekçelerin yanında, aynı zamanda hür olmanın bir göstergesi olarak görülmüştür. Hatta çarşafın yaygınlaşması, kadınların cariyelerden farkını ortaya koymanın bir göstergesi olarak ortaya çıktığı belirtilmiştir. Modern dönemde ise tam tersi, tarih içinde kölelere ve cariyelere has açık kıyafetler, modernliğin ve çağdaşlığın simgesi haline getirilmiştir. Bu zayıf olanın güçlü olanı taklit etmesi olarak da ifade edilebilir. Meselâ, Osmanlı İmparatorluğu’nun en güçlü olduğu 17. asırda sarık, Fransız sosyetesinde türban olarak moda olurken, 19. asırdan sonra durum tam tersine dönerek Batı kıyafetleri Osmanlı’da moda haline gelmiştir.

20. yüzyılın başına kadar kadınların kıyafetinde eğilim hangi inançtan olursa olsun kapanma, yani tesettür yönünde olmuştur. Kadın kıyafetlerindeki açılma eğilimi, dinin kamusal alanda etkisini yitirmeye başladığı, gelişen teknolojinin de etkisiyle gazete, televizyon ve sinema gibi kitle iletişim araçlarının etkinliğinin daha çok arttığı 20. yüzyıla has bir olgudur; kitle iletişim araçlarının teşviki ve yönlendirmesiyle, yavaş ancak geri dönülemez bir biçimde gerçekleşmiştir. Plaj kıyafetlerinin dünyadaki evrimi incelendiğinde bu çok net olarak görülmektedir.

Ufuk ÖZDEMİR

11.09.2006

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004