Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 11 Eylül 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Sivil Toplum

Sivil irade beyanları ile harmanlanmış toplumsal kanaatler

Bir televizyon programında konuklarından biri, devletin legal olan ancak bazı yöneticilerin hadlerini aşarak legal olmayan uygulamalarına rastlanabileceğine değindikten sonra, bunun nasıl fark edileceği konusunda basit bir ayrımdan bahsetmişti; “Konuğa göre yapılan iş veya eylemi yazılı belge haline getiriyorsa devlet legal işlem yapıyordur, belgesiz ve kapalı bırakıyorsa haddini aşan bir yöneticinin legal olmayan uygulamaları söz konusudur.” Diğer taraftan hangi yetki ve güçte olursanız olun, yaptığınız işin bir gün sizden sorulabileceğini ve söz konusu eylemin norm dışı olduğunu görüyorsanız, belgelendirmekten, yazılı hale getirmekten kaçınıyorsunuz. Bunun devamı olarak da yazılı ve belgeli bir kültür oluşumundan uzak düşüyorsunuz. Bizde birçok önemli olaya şahitlik etmiş, rol almış veya yön vermiş kişilerin otobiyografi veya kendi bakış açılarından, birinci ağızdan değerlendirmelerini bilmek mümkün değildir.

Bu ayrıma atıf yaparak yazıya başlamamın sebebi sivil inisiyatif ve sivil iradenin oluşması için bana göre her zaman değil ama öncelikle ve çoğunlukla yazılı bir irade beyanı gerekiyor. Özellikle geniş kitlelere ulaşmak ve kalıcı inisiyatifler oluşturmak için, yazılı irade beyanları gerekiyor. Buna en güzel örnek çok klasik olacak ama, Uluslararası Af Örgütü’nün çağrısı üzerine üyeleri tarafından milyonlara ulaşan mektupların bir çok ülkede idam cezasının kaldırılmasını gündeme getirmesi olmuştur.

Bir çok dernek ve vakıf karar defterini yasal zorunluluktan doldurmaktadır. İyi ki yasal zorunluluk var. Aksi halde kurumsal hafıza oluşmadığı gibi, sözler de suya yazılmış gibi olmaktadır. Bunun iki istisnası vardır. Basın toplantıları veya toplu açık gösteriler.

Geçtiğimiz günlerde TBMM olağan üstü toplanarak doğru-yanlış, yerinde veya değil Lübnan’a asker gönderilmesi konusunda hükümet tezkeresine onay verdi. Ben sivil irade ve sivil toplum açısından olaya baktığımda STK olarak adlandırdığımız inisiyatif gruplarının kararın oluşumundan uzak kalmalarını, demokrasimiz açısından hem düşündürücü hem de “bizim millet söylemez, söylenir”in tezahürü gibi gördüm.

Diğer yandan, Ankara ve İstanbul’da kimliklerini gizlemek ihtiyacı içerisinde, polise taş atma hazırlığında ve asıl gayeleri başka olup, bunu vesile eden gruplar dışında ciddiye alınacak, protesto ve mitingler olmadı. Buna ek olarak, karar verici durumunda olan milletvekillerini etkilemeye yönelik yine sivil toplum kuruluşlarının üyelerine mektup yazma çağrısı olmadığı gibi mektup yazanların sayısı da bir elin parmaklarını geçmedi. Genel olarak milletin vicdanî kanaati asker gönderilmemesi yönünde olmasına rağmen, gönderilmesini destekleyen bir STK’nın da kampanyası olmalıydı, fakat olmadı. Tabiatıyla olumlu veya olumsuz olsun sivil irade beyanları, demokratik ve yüksek bir bilinç içinde, büyük bir olgunlukla toplumun gözü önünde sergilenmeli dolayısıyla, tam ve işleyen demokratik rejimde, sivil irade beyanları ile harmanlanmış toplumsal kanaat, doğrudan siyasî karara tesir edecektir. Artık bu karar, yanlış (!) bile olsa herkesin kararı ve sorumluluğunu paylaştığı bir sonuç haline gelmiştir.

Yukarıda verdiğimiz örnekte parti disiplininin ve teskerenin reddedilmesinin yol açacağı sıkıntılar dikkate alınarak kabul oyları ağır basarken, hükümet tezkerenin gerekçelerini millete daha iyi anlatmak için var olan imkânlarını iyi kullanamamıştır. Muhalefet ise, “iktidar yapıyorsa kötüdür, biz tersini söyleyelim” deyip, sivil iradenin oluşumuna alternatif katkı sağlamaktan uzak kalmıştır.

Tezkerede yazılı bir karar olup, temenni etmeyiz ama vatan evlâtlarının Lübnan’dan cenazelerinin dönüp gelmesi durumu da, herkesin kolay sırtına alabileceği bir sorumluluk değildir. Bu kararın alınması (belki de işin tabiatı gereği) süreci ne yazık ki sivil inisiyatif ve iradeye en uygun şekli ile olgunlaştırılamadığı ve bazı polemiklere bulaştırıldığı için daha çok tartışılacağa benziyor.

Emin Talha KARAMUSA

11.09.2006


Vicdanı çürümemiş ABD’li askerin itirafları

ABD ve müttefiklerinin Irak ve Afganistan’da yaptığı katliâm ve zulümler vicdanı çürümemiş Amerikalı askerleri de çileden çıkarıyor. Amerikan ordusunda askerden kaçanların sayısı 5 yılda 40 bini geçti.

ABD, 11 Eylül saldırıları sonrasında “terörle savaş” kapsamında Afganistan ve Irak’a “özgürleştirme harekatları” düzenledi. Ancak her iki ülke de 5 yıl içinde tam bir terör yuvası haline geldi. ABD ordusu ise askerî operasyonlardan çok Ebu Garip’teki işkencelerle, Irak’taki sivil katliâmlarıyla konuşuldu. Irak savaşının üzerinden 3 yılı aşkın bir süre geçmesine rağmen bu ülkede halen günde 100 kişi hayatını kaybediyor. Sayısı 150 bine yakın olan ABD askerlerinin Irak’tan ne zaman çekileceği ise halen tam olarak açıklanmış değil.

Durum böyle olunca Irak savaşının temelsiz olduğunu düşünen askerler de çareyi ortadan kaybolmakta buluyor. Bir kısmı cepheye gitmeden önce, bir kısmı ise Irak’ı gördükten sonra kaçan askerlerin sayısı yılda 8 bini buluyor. Askerler, ABD sınırını geçip Kanada’dan sığınma talep ediyor. Vietnam Savaşı sonrası bu ülkeye sığınan 55 bin askerin ardından şimdi de ‘Irak mağdurları’nın ikinci vatanı Kanada oldu. İşte kaçakların Times gazetesine anlattıkları:

*Irak’a giderken kahraman olmak istiyorduk. Ülkemizi savunacaktık. Ama durumun öyle olmadığını gördük. Bazı askerler durup dururken sivilleri dövüp öldürüyordu. Hatta kafalarıyla futbol oynadıklarını gördüm.

*Birçok asker her fırsatta “Iraklılardan ve Müslümanlardan nefret ediyorum” diyordu.

*Bir gün kontrol noktasında nöbetteydim. Iraklı bir aileyi taşıyan bir araç fren yapıp durmaya çalıştı. Ama çizgiyi biraz geçtikten sonra ancak durabildi. Komutanım gelip “neden hepsini öldürmedin” diye sorunca, “arabada çocuklar var, zaten durmaya çalışıyorlardı” diye cevap verdim. Bana, “Prosedür böyle, çizgiyi geçen herkesi öldüreceksin” dedi. Ben de “çocukları öldüremem” diyerek kaçmaya karar verdim.

*14 yaşındaki çocukları öldürdük, insanları gereksiz yere dövdük, işkence ettik, ülkelerini yakıp yıktık. Ben de onların yerinde olsam elime silâh alır Amerikan askerine karşı direnirdim.

*Evlere yapılan baskınlarda askerler evden ne istiyorlarsa alıyorlar. Kimse onlara ‘dur’ demiyor.

*Bazı askerler nöbetten dönünce, “Bugün birkaç çocuk öldürdüm” diyorlardı.. Bunu söyleyenlerin arkadaşlarım olduğuna inanamıyordum.

(ABD ordusunun Irak halkına yaptığı zulme dayanamayıp ordudan kaçan asker.)

11.09.2006


Sivil kontrol

Sayısız ihtiyaç alanlarında ortaya çıkan sivil toplum örgütlenmelerinin bir fonksiyonu da duygularının esiri olarak kontrolsüz güç kullanan insanlara karşı toplumsal kontrol sağlamalarıdır.

Geçenlerde izlediğim bir televizyon haberi dikkatimi bu konuya çekti. Haberde, hızla gelen bir otomobilin motosikletli bir gence çarparak yaraladığı, fakat yardım etmeden kaza yerinden uzaklaştığı; orada bulunanlarca plakası alınan aracın polise bildirilmesine rağmen bir türlü bulunamadığı söyleniyordu.

Söz konusu habere göre, yaralı gencin son çare olarak, üyesi bulunduğu derneğin 30 bin üyesine internet ortamında e-mail çekerek durumu bildirdiği ve yardımlarını rica ettiği; bunun üzerine dernek üyelerinin hızla harekete geçerek kısa sürede otomobil ve sahibini buldukları ve polise bildirdikleri belirtiliyordu.

Böylesi örneklere gelişmiş Batı ülkelerinde sık sık rastlamak mümkün. Bizde de gönüllü faaliyetlere paralel olarak artacağını söyleyebiliriz.

Gerçekten de bireyin mutluluğu, güvenli bir sosyal hayat ve hayatın kolaylaşması için gönüllü örgütler ilaç gibidirler. Alınan bir ilâç nasıl vücut içinde yayılarak hastalıklı alanda veya tüm vücutta etkili oluyorsa, aynen onun gibi yukarıda bahsettiğimiz gibi 30 bin gönüllü de 60 bin gözle çalışmışlar ve belki yakınlarının da yardımlarıyla 100 bini bulan bir sayıyla topluma yayılmışlar ve suçlunun bulunmasını sağlamışlardır.

Gönüllü örgütlerin bu kontrol fonksiyonu kontrolsüz güç kullanan insanlarca fark edildikçe caydırıcılık etkisi de artacaktır.

İnsanlara verilen duyguların ve akıl kuvvetinin başka insanların zararına sınırsız şekilde kullanılmasını önlemenin; böylece menfi insanlık bloğunun zararlarını azaltmanın bir yolu da toplumsal kontroldür. Bunu da bir nevi katılımcı demokrasi örneği sayabiliriz.

Prof. Dr. Gürbüz AKSOY

11.09.2006


Elektriği kesen tazminat da ödeyecek

Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu (EPDK), 2007’den itibaren, 48 saat öncesinden haber vermeksizin meskende yıllık toplam 14 saatten fazla kesinti yapan elektrik dağıtımcısının tazminat ödemesini kararlaştırdı. Kesinti sınırı sanayide 8 saat olacak. Tazminat, yeni faturadan düşülecek. Ayrıca, elektrik kesintisinden dolayı arızalanan elektronik eşyanın bedelini de dağıtım şirketi ödeyecek. EPDK, “Elektrik Piyasası’nda Dağıtım Sisteminde Sunulan Elektrik Enerjisinin Tedarik Sürekliliği, Ticari ve Teknik Kalitesi Hakkında Yönetmeliği”ni onayladı.

Yönetmelik, 2007’den itibaren geçerli olacağı için, kamunun elindeki mevcut şirketler de bu şartlara uyacak. Sınır miktar kademeli olarak düşecek. Mesken için 2007’de 14 saatle başlayıp 2010’da 11 saate düşecek sürenin üzerinde elektrik kesintisi yapan şirket tazminat ödeyecek. Sanayi için bu sınırlar 2007’de 8 saat ve 2010’da 5 saat olacak.

Yıllık tedarik sürekliliği hedef değerlerinin beş kattan fazla aşılması durumunda önceden uyarı olmaksızın, lisans iptaline varan işlem yapılacak. Beş kat aşım, 2007 için; meskende 70, sanayide 40 saate karşılık geliyor. Ayrıca bütün yıl boyunca imarlı alanlarda 6 saati aşan dördüncü kesintiden sonra ceza ödenmeye başlanacak. Bu hedef değerlerin aşılması durumunda, süre açısından verilen sınırları aşan her bir kesinti için, dağıtım şirketleri mesken abonelerine 20 YTL, diğer abonelere ise 80 YTL ödemek zorunda olacak. Bu süreler 2009 ve 2010 için 5 saati aşan üç kesinti olacak.

11.09.2006


Filistin’de insanlık da ölüyor

Aralarında AKP Sakarya Milletvekili Süleyman Gündüz’ün de bulunduğu Yeryüzü Doktorları Derneği (Doctors World Wide) isimli sivil toplum kuruluşu, Filistin’deki incelemelerini rapor haline getirerek Başbakan Erdoğan’a sundu. 11 sayfalık raporda, Filistin’deki son durum ve halkın yaşadığı trajedi en çarpıcı biçimde gözler önüne serildi.

Raporda, Filistin direnişini sembolize eden Hamas’ın hükümet olmasının İsrail işgaline karşı Filistin menfaatlerini koruyan bir siyaset izlenileceği umudunu yeşerttiğine işaret edilerek, “Ancak Hamas’ın iktidarını, yani Filistin halkının idaresini onaylamayan ABD ve AB’nin Filistin’e yapılan yardımları durdurması, çoğu doğduğu topraklardan farklı yerlerde yaşamak zorunda kalan Filistin halkının geleceğini tehdit etmektedir. AB ve ABD’nin Hamas’ın Ocak ayındaki seçimlerde galip gelerek iktidara gelmesinden itibaren yardımlarını askıya alması sebebiyle İsrail işgali ve ablukasından dolayı zaten dış yardımlara bağımlı olan Filistin ekonomisi büyük krize girmiştir. Bu durum halka doğrudan yansıyarak insanların hayatlarını tehdit etmektedir” denildi. İsrail, ABD ve AB’nin uygulamalarında bir değişiklik olmadığı takdirde Filistin’de yoksulluğun artacağı, sağlık, eğitim, su ve elektrik kaynakları gibi kamu hizmetlerinin yanı sıra güvenlik konularında da durumun daha kötüye gideceğine vurgu yapılan raporda, Batı Şeria’da ve özellikle Gazze’de insanî durumun son derece kötü olduğu kaydedildi. Raporda, insanî yardım dağıtımı, ekonomik hayat, toplumsal uyum ve Filistinli kurumlar konusunda sıkıntı yaşandığı belirtildi.

Filistin halkının içinde bulunduğu durum raporda şu ifadelerle anlatıldı:

-İlâç ve sağlık malzemesi yokluğu, gıda yokluğu, finansal yokluk ve maaş krizi ve güvenlik duvarı sorunu yaşanmaktadır.

-Fon yokluğu sebebiyle belli bazı ilâçların yenileri temin edilememektedir. İlâç konusunda en büyük sıkıntıyı yaşlılar, çocuklar, diyaliz ve astım hastaları yaşamaktadır. 15 bin kan hastası açıkta beklemektedir.

-Filistin içerisinde ve dışında yaşayan mültecilerin birçoğu oldukça zor hayat şartlarıyla karşı karşıyadır. Filistinlilerin derme çatma ve tek gözlü barakalarda başlayan mülteci hayatı 1948’lerden bu yana bir değişim göstermemiş, nüfusun artmasıyla hayat şartları daha da güçleşmiştir.

-Fakirlik oranındaki artış ve İsrail’in getirdiği engellemeler sebebiyle halk, ekmek yapacak un dahi bulamamaktadır.

11.09.2006


Devletin elinde 300 yıllık proje var

Türkiye’de hemen her kesimin bir şekilde şikâyet ettiği ağır bürokrasi ve popülist siyasetin bir yüzü daha ortaya çıktı. Devlet Planlama Teşkilâtı’nın tozlu rafları arasında yapılmayı bekleyen tam 4 bin 500 projenin olduğu bildirildi. Bu projelerin hayata geçirilmesinin 300 yıl süreceği belirtildi.

Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım, proje yapıp daha sonra çekip gitmenin ülkeye yapılan en büyük kötülük olduğunu belirterek, “Milyar dolarlar vererek barajlar yapıyorsunuz. Barajı bitiriyorsunuz, su tutuyorsunuz. Ama barajı kullanamıyorsunuz. Çünkü yolları yapılmamış. Bugün ülkemizde 30 - 40 yıldan beri devam eden bitirilemeyen yatırımlar, yollar var” diye konuştu.

Proje noktasında sıkıntılarının olmadığını kaydeden bakan Yıldırım, Devlet Planlama Teşkilâtı (DPT) stoğunda 4 bin 500 tane proje bulunduğunu bu projelerin hayata geçmesi için ise 300 yıl gerektiğini söyledi.

11.09.2006

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004