Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 11 Kasım 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Görüş

“Bu hanıma haddini bildirin” demişti

—Dünden devam— Apo’nun Amerikalılar tarafından yakalanıp Nairobi Havaalanında Türk yetkililere teslim edilmesi, Ecevit için büyük bir moral olmuştu. Acaba perde gerisini araştırmak gereğini duymuş muydu? Yıllardır böyle bir irade ortaya koyamayan ABD’li yetkililer niye birden bire Türkiye’nin hayırhahı kesilmişlerdi? Bugün bile bu konuda çok kesin bir yargıya varmak, en azından belgeli olarak, mümkün değildir. O zamanlar, şartlarını “İdam etmeyeceksiniz, sağ salim Türkiye’ye götüreceksiniz ve adil olarak yargılayacaksınız’’ diye belirtmişlerdi. Acaba şartları yalnız bunlardan mı ibaretti? Bunu Sayın Ecevit de bilmiyordu ve muhtemelen hayatının sonuna kadar da öğrenemedi. Bir gazeteye verdiği demeçte bunu itiraf ediyordu. “Bize niye Apo’yu verdiler, onu hâlâ bilmiyorum... Ama sonunda hayırlısı oldu. Apo konusunda hiçbir şart getirmediler bize.’’14

ANASOL-M KURULDU

Bu seçimde DSP’nin kazandığı milletvekili sayısı 136 idi. Seçim sonrasında bir koalisyon hükümeti kurulacaktı. DSP ve ANAP, seçim öncesi bir blok oluşturduklarını kamuoyuna deklare etmişlerdi. Ortaya çıkan tablo seçimden 2. parti olarak çıkan MHP ile bir koalisyon hükümeti kurmayı zorunlu kılıyordu. Bu hükümet kurma çalışmalarında Ecevit’in en yakın adamı, Hüsamettin Özkan’ın büyük gayretlerini görüyoruz.

Koalisyon görüşmeleri olumlu bir mecrada devam ederken, hiç beklenmeyen bir gelişme oldu. DSP Genel Başkan Yardımcısı Rahşan Ecevit, MHP’yi suçlayan çok sert bir açıklama yapıyor ve MHP’li gençlerin 12 Eylül öncesinde çok kan döktüklerini belirtiyordu. Bu demeç MHP çevrelerinde büyük bir tepki ile karşılandı. Koalisyon görüşmeleri bu noktadan sonra kesildi. Rahşan Hanım özür dilemediği sürece, görüşmelere tekrar başlamayacaklarını bizzat Genel Başkan Devlet Bahçeli açıkladı. Bu sırada Hüsamettin Özkan yeniden devreye girdi. Defalarca MHP Genel Merkezine gitti. Bahçeli ve diğer yetkililerle görüştü. Bahçeli’yi ve MHP’li yetkilileri ikna etti. Rahşan Ecevit özür dilemedi, ama MHP koalisyon ortağı olarak hükümete katılmayı kabul etti. Mesut Yılmaz da MHP’nin ikna edilmesinde büyük gayret gösterdi. Bu seçim sonunda kurulan Ana-Sol-M hükümetinde, Bülent Ecevit bir kez daha başbakan olarak üç buçuk yıl boyunca ülkeyi idare etme şansını yakaladı.

Bu hükümeti döneminde, imam hatiplere ve Kur’ân kurslarına yapılan engellemelerle büyük bir misyon ifa etmiş, başörtüsü yasağı adım adım yaygınlaştırılmış ve tahkim edilmişti.

Bu dönemde esas hafızalara kazınan olay ise, Meclis’teki yemin töreninde milletin seçtiği bir milletvekili olarak Meclise gelen Merve Kavakçı’yı hedef alarak, Meclis Başkanından da izin almadan kürsüye gelip, hiç de nazik olmayan bir üslûpla, çok asabî bir yüz ifadesi ve ses tonu ile söylemiş olduğu “Burası cumhuriyete meydan okunacak bir yer değildir. Lütfen bu hanıma haddini bildirin’’ sözleri idi.

Yakın destekçisi MHP’nin, başörtülü olarak seçilen milletvekili Nesrin Ünal’a başını açtırması sonucu, Merve Kavakçı yalnız kalmış, yemin ettirilmemiş, milletle devletin kaynaşmasına vesile olabilecek büyük bir şans heba edilmiş, militarist düşüncede olanların ekmeğine bir kez daha yağ sürülmüştü. Bu Merve Kavakçı hadisesinde “Sonuç: Ecevit’in maskesi düştü. El çırparak ‘Dışarı’ diye yırtınan DSP’liler istihza konusu oldu. Kavakçı’ya sahip çıkamayan FP çatladı. Kendi milletvekilinin başını açtıran MHP buna rağmen yaranamadı. İkili oynayan ANAP tiynetini gösterdi. DYP’de kendisiyle çelişti.’’15

Yine bu dönemde Anayasa Mahkemesi tarafından Refah Partisinin devamı olarak kurulan Fazilet Partisi kapatılıyor, İstanbul Milletvekili Nazlı Ilıcak ise, Merve Kavakçı’ya verdiği desteğin bedelini, milletvekilliği düşürülerek ödüyordu.

Bu sürecin dikkat çeken hususlarından birisi de, bütün siyasî hayatı boyunca din ve vicdan hürriyetinin savunuculuğunu yapan 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in, başörtüsü konusunda takındığı ve ısrarcısı olduğu garib yasakçı tavırdı. Demirel, bu süreçte “başını açmanın dinle bir alâkası olmadığını, öğrencileri ikna etmek lâzım’’ söylüyordu.16 Demirel bu düşüncelerini daha sonraki yıllarda da devam ettirecek, bu konuda kabul edilmesi mümkün olmayan yanlış bir düşünceyi ısrarla sürdürecekti.

SEZER’İN CUMHURBAŞKANI SEÇİLMESİ

Bülent Ecevit tarafından ortaya atılan Cumhurbaşkanı Demirel’in görev süresinin uzatılması teklifi, ANAP ve MHP’nin isteksizliği ve Fazilet Partisi’nin şiddetli muhalefeti ile engellenmiş, böylece Anayasa Mahkemesi Başkanı Ahmet Necdet Sezer’e Cumhurbaşkanlığı yolu açılmıştı. Bu duruma en çok Fazilet Partisi sevinmiş, hatta o zamanlar bu partinin önde gelen iki yöneticisi olan Bülent Arınç ve Abdullah Gül, seçimin sonunda Meclis’te birbirlerini büyük bir sevinçle kutlamışlardı. Kaderin garib bir tecellisi olarak, Sezer’in Cumhurbaşkanı seçilip Demirel’in yeniden seçilmemesi için büyük gayret gösteren Bülent Arınç, Abdullah Gül ve arkadaşları daha sonraları Fazilet Partisinden ayrılacak, Recep Tayyip Erdoğan başkanlığında AKP’yi kuracaklar, Anayasa’yı değiştirebilecek bir çoğunlukla seçimleri kazanıp iktidara gelecekler, fakat en büyük muhalefeti ve engellemeyi, büyük gayret göstererek seçtikleri Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’den göreceklerdi.

SEZER İLE KAVGA: KRİZ

Daha sonraları yapılan bir Millî Güvenlik Kurulu toplantısında Başbakan Ecevit’le Cumhurbaşkanı Sezer arasında büyük bir tartışma çıkmış, Sezer anayasa kitapçığını Ecevit’e doğru fırlatmış ve bu toplantıdan büyük bir üzüntüyle ayrılan Ecevit’in kamuoyuna yaptığı açıklamalar sonucu, ülkemizde büyük bir ekonomik kriz patlamıştı. O zamanlar Ecevit’in çok yakın dostu olan, fakat sonraları yolları ayrılan Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Hüsamettin Özkan’ın, Başbakanı ve Genel Başkanı Ecevit’i koruma saikiyle Cumhurbaşkanı Sezer’e “nankör kedi’’ dediği gazetelerde hep yazılmıştı. Bu büyük krizin yaralarının bugün bile tam olarak sarıldığını söylemek herhalde kolay olmasa gerektir. Bu durum, duygusallığın devlet yönetiminde hiç yerinin olmadığını ve bunun devlete ve millete büyük zarar verebileceğinin çok canlı bir örneği olarak, uzun yıllar hafızalardan silinmeyecektir.

Yine bu dönemin hafızalardan silinmeyen bir başka önemli olayı ise, Devlet Memurları Disiplin Yönetmeliğinde bazı değişiklikleri öngören teklifin Çankaya Köşkü’ne iki sefer gönderildiği halde, Cumhurbaşkanı Sezer tarafından onaylanmayıp iade edilmesiydi. O zamanlar basına yansıdığı kadarıyla, memurlar için de Yüksek Askerî Şûrâ benzeri bir yapılanmaya gidilecek ve 28 Şubat sürecinde Batı Çalışma Grubu tarafından fişlenen 20 bin dindar memur, ilk etapta kamu kuruluşlarında ihraç edilecek ve böylece 28 Şubat sürecinin önemli bir başka hedefi gerçekleşmiş olacaktı. Sonraki zamanlarda da, bu yönetmelik hükümlerine dayanılarak bütün dindar devlet memurlarının kamu kuruluşları ile ilişkileri kesilecekti. Başbakan Ecevit bu yönetmeliğin onaylanması için büyük gayret göstermiş, ancak Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in Cumhurbaşkanlığı süresince yaptığı en hayırlı icraatlardan birisi olarak, belki de kaderin sevki ve inayet-i İlahiye sonucu, bu yönetmeliği onaylamamış, Ecevit çok istediği halde bu yönetmeliğin yürürlüğe girmesini gerçekleştirememişti.

29 Eylül 1999 günü ABD Hükümetinin resmî dâvetlisi olarak bu ülkeye yapacağı gezi için Esenboğa Havaalanına gelen Başbakan Ecevit, gelenek olduğu üzere bir basın toplantısı yapıyor ve gezisi hakkında bilgi vermek üzere basının karşısına geçiyordu. Eylül ayıdır ve Ecevit bir ara “30 Ağustos Zafer Bayramında yurt dışında olacağımdan TSK ve aziz milletimin Zafer Bayramını şimdiden kutluyorum” diyerek herkesi şaşırtıyordu. Herkes “Zafer Bayramı bir ay önce kutlanmıştı, bu sözler ne anlama geliyor’’ diye birbirine bakarken, Ecevit eşi Rahşan Hanımın uyarmasıyla yanlışı düzeltmeye çalışıyordu. Öteden beri hastalığıyla ilgili bazı dedikodular dolaşmaktaydı, ancak bu durum kamuoyuna yansıyan ilk ciddî belirti oluyordu.

Bu olaydan sonra Ecevit’in yolu sık sık hastahaneye düşecek, günlerce hastahanede yatacak, durumu bir türlü düzelmeyecekti. Bakanlar Kurulu bazen aylarca toplanamıyordu. 2 Temmuz 2001’de Başkent Üniversitesi Hastahanesi’nde bir kontrolden geçiyor ve hastahane çıkışı basamaklara oturarak gazetecilere poz veriyordu. 5 Temmuz 2001’de öldüğüne dair bir dedikodu yayılıyor, bunun üzerine borsa hızla düşüyor, arkasından da bir televizyonun canlı yayınına katılarak iddiaları yalanlıyordu. 4 Mayıs 2002 tarihinde Bülent Ecevit bir ambulans çağrılarak Başkent Üniversitesi Hastahanesine kaldırılıyordu. Ertesi gün taburcu edilen Ecevit, evinde dinlenmeye çekilmişti. Evindeki bu dinlenme süresi uzadıkça kamuoyunun da ilgisi artmaya başladı. Rahşan Hanım’ın Ecevit’in hastahaneye yatmasını engellediği dedikoduları yayılmaya başladı. Bu duruma çok üzülen Ecevit, bir basın açıklaması yaparak bu durumu yalanlıyordu.

Doktorlarla da sadece telefonla görüşüldüğü ve evlerine gelmelerine müsaade edilmediği dedikoduları yayılıyordu. Kaburga kırıklarıyla hastahanede yatması gerekirken günlerce evinden dışarı çıkmıyor, Prof. Mehmet Haberal, Ecevit’i evinde ziyaret ederek onu ikna ediyor ve tekrar hastahaneye kaldırılıyordu.

Hastahanedeki tedavisi tamamlanan Ecevit, 27 Mayıs 2002’de taburcu oluyor, ancak 30 Mayıs’ta yapılan Millî Güvenlik Kurulu Toplantısına katılamıyordu. Böyle zamanlarda işleri genellikle yardımcısı Hüsamettin Özkan yapıyordu. Ancak Rahşan Hanımla Özkan arasındaki soğukluk, her vesileyle kendini belli ediyordu. Özkan bu soğukluğa rağmen çalışmalarına devam ediyor “Ben Ecevit’le geldim, Ecevit’le giderim’’ diyordu.

Bakanlar Kurulu uzun süre toplanamayınca, üç Başbakan Yardımcısı, bundan böyle Başbakan gelmezse bile Bakanlar Kurulunun toplantılarının yapılmasına karar veriyorlardı. Bu karar Rahşan Hanımı daha da kızdıracaktı. Ecevit’e yönelik eleştirilere Özkan’ın sessiz kalması, diğer DSP’lileri de kızdırıyordu. 2004’e kadar hükümetin devam edeceği ifade edilmesine rağmen, Devlet Bahçeli 7 Temmuz’da Bursa’da yaptığı konuşmada, 3 Kasım’da seçim teklif ediyordu. Bu günlerde ekonomi pamuk ipliğine bağlanmış gibiydi. Borsa ve döviz Ecevit’in hastalığına uygun şekilde inip çıkıyordu. İşte bu sırada önemli bir olay daha yaşanıyordu. Ecevit’in sağ kolu ve en yakın adamı Hüsamettin Özkan önce Başbakan Yardımcılığından, arkasından da DSP’den istifa ediyordu. Arkasından İstemihan Talay, Recep Önal, Ali Ilıksoy ve birçok DSP’li partilerinden istifa ediyor ve yeni bir partinin ayak sesleri duyuluyordu. Bu gelişmelerden sonra artık seçim kaçınılmaz olmuştu.

— Devam Edecek —

Dipnotlar:

14- Sabah. 13.04.2005

15- Kâzım Güleçyüz, Postmodern Darbe,Yeni Asya Neşriyat. İstanbul. Nisan.2002. Sayfa.234

16- Kâzım Güleçyüz, Zulüm Devam Etmez,Yeni Asya Neşriyat. Eylül 2001. İstanbul.Sayfa.29

Abdülkadir MENEK

11.11.2006


Kafesteki güvercin

Ecevit’in ölümü kimilerini üzdü, kimilerini sevindirdi, kimilerini düşündürdü, kimilerini ise ilgilendirmedi bile… Türkiye’nin gündemini teşkil eden bu hadise karşısında kâinattaki fıtrat adedince çeşitli his duyumlarının olduğunu söylesek, kimse aksini ispata güç yetiremez her halde… Sağ, sol, ön, arka demeden konuşuyordu dudaklar… Azrail’in (as) bir ruh kabzetmesi bütün kusurların hükmünü boşa çıkarmıştı adeta… Şerrin esamesi okunmuyordu artık siyasî hayırlar yâd edilirken! Bediüzzaman Hazretlerinin buyurduğu gibi; bildiğimiz, bilmediğimiz sayısız hikmetlere binaen büyük bir nimetti ölüm… Ve şimdi âlem-i ukbânın sadâlarına isteyerek veya istemeyerek kulak tıkayan siyasîler, ölümün nimetliğini tasdik edercesine, seçim vakti düşman kesildikleri bu siyaset adamını bitiremiyordu anlata anlata... Her şey hayır olarak anlatılıyordu adeta… Dünyanın siyasî telâşeleri mi göstermemişti onlara bu hayırları, yoksa ölüm hayra mı büründürür oldu eşyayı yine bilinmez! Ecevit’in bu vatana hizmetlerinden (!) bahsetmeyi sağlığında bir kenara bırakın, yaklaşık altı aylık GATA tedavisince bile dem vuran olmadı bunca fayda ve büyüklükten birine… Adı bile anılmazken aylardır şifaya muhtaç solukların, sanki bir Karaoğlan hikâyesi varmış da herkes ölüm zilini bekliyormuş gibi bastı kahramanlık (!) figanlarını…

Medya derseniz, hergün gündem diye tekrarlanan bunca önemli önemsiz haberden sonra haliyle en çok onu meşgul etmişti bu ölüm ve bir gündem daha bulmuştu dilden düşürmeyecek. Ama en büyük gerçek şuydu ki, aradan bir yıl geçecekti ve nice âdemoğluna hatırlatıldığında bu vefat, takvimler tarafından, “vay be”ler dökülecekti ağızlardan… “Demek bir sene bitti ha”lar… Bu unutulmuşluğu, ister Sultan Süleyman’a kalmayan bu dünyanın fenaya yüz tutmuşluğuna yorun, ister nefsin unutmuşluğuna… Ne kelâmlar edilse de bugünlerde “elele büyütülen sevgiler”e dair, dünyanın bir turundan sonra bir törendi bu tahatturun kıymet-i harbiyesi en fazla… Törene merak salmışlığımız…

Daha şimdiden göklere vurmuyor muydu bu meraklı tarafımız? Törene müptelâ siyasî havamız?

“Ölüm ölene bayram bayrama sevinmek var. / Oh ne güzel bayramda tahta ata binmek var!” diyen şaire inat, dünyaya veda eden bu siyaset adamını altı gün rehin alışımız, attan mahrum bırakışımız; at yerine beyaz güvercini şiâr edinmesinden midir, yoksa siyasîlerce çok sevilmesinden mi bilinmez! Varın ötesini siz düşünün…

Keşke at yerine “bayramda güvercine binmek var” denilseydi de, kurtulsaydı beyaz güvercin bu esaretten…(!)

Yasin TOPAL

11.11.2006


ABD seçimleri ve Irak!

Perşembe günü yapılan kongre seçimleri bir çok ilke imza atmış oldu.

İlk defa bir kadın adayın Temsilciler Meclisi başkanı olmasını sağlayacak sonucu doğurdu.

İlk kez 19 yaşındayken Hıristiyanlığı (Katolik) bırakıp Müslüman olan hem de siyahî bir adayın Temsilciler Meclisi’ne girmeyi başarmasını sağladı.

Yine iki bağımsız sosyalist adaydan biri olan Bernie Sanders, Amerikan tarihinde Senato’ya girmeyi başaran ilk sosyalist aday oldu.

12 yıl sonra ilk kez Temsilciler Meclisinde çoğunluğu demokratlar elde etti.

Yine 12 yıl sonra ilk kez valiliklerde de çoğunluğu (50 eyalette 28 eyaletin valiliğini) elde eden demokratlar oldu.

Genel anlamda bu seçimin Demokratlara zafer kazandırması ve Irak savaşını yönetenleri cezalandırması gibi sonuçları doğurması feleğin çarkının tersine dönmeye başladığının işaretini veriyor.

Demokratların; Temsilciler Meclisi Yönetimini ele geçirmelerinin dışında Kongrenin yönetimini de 49’a karşı 51 sandalyeyle ele geçirdiler.

Yani, kelimenin gerçek anlamıyla Bush, bu seçimlerden hezimetle çıkan taraf oldu.

Irak’a girmeye karar veren ve destekleyenler içinde İtalyan’ın eski Başbakan’ı Berlusconi’nin kaybetmesi ile, İngiltere Başbakanı Tony Blair’in ara seçimleri kaybetmesine benzer bir sonucu Bush’un da elde etmiş olması ibretli bir gelişmedir. Bu sonuçlarla Kader-i Ezeli’nin de bir uyarısı var. O da bu savaşın zalimlerine şiddetli ceza verileceğidir. Bunu seçimleri kaybettirmek suretiyle ikaz etmiştir.

Seçim sonuçları; ilk meyvesini altı yıldır Irak politikalarını yöneten Savunma Bakanı Rumsfeld’in görevden alınması ile verdi. Yani, Kötü Irak politikasının faturasını 6 yıldır görevde olan Rumsfeld’e kesen Bush, ‘Irak politikası yeteri kadar iyi değil’ demiş. Ayrıca, Bush’un Irak ile ilgili politikalarda değişikliğe gidileceğinin sinyallerini vermesi ve demokratlara zeytin dalı uzatması bu seçimin müsbet sonuçlarından görülebilir.

Temsilciler Meclisini Yönetmesi beklenen demokrat aday Bayan Pelosi, “Bugün Amerikan halkı değişim için oy kullandı. Irak’taki savaşta yeni bir yöne ihtiyacımız var. Bu felâketli yola devam edemeyiz. Başkana şunu söylüyoruz: Sayın Başkan, Irak’ta yeni bir yöne ihtiyacımız var. Bir çözüm bulmak için birlikte çalışmamıza izin ver” demesi ve seçim propagandasında Irak’tan bir sistem dahilinde çekilmek gerektiğini savunmuş olması, bundan sonra ABD’ nin Irak’tan daha hızlı bir şekilde çekileceğinin işareti olabilir.

ABD’nin Irak’tan çekilmesi Irak’ın problemlerinin biteceği anlamına gelmemektedir. Irak’ı öyle kötü bir hale soktular ki, bütün dünya Irak halkı ile birlikte kırk sene uğraşsa düzeltemez. Şu önemli bir gerçektir ki, Irak, bundan sonra dönüşü olmayan bir yola girmiştir, Irak bölünecektir hem de üçe bölünecektir. Üçe bölünmüş bir Irak’ın da hiçbir zaman huzura kavuşamayacağı unutulmamalıdır.

Sonuç olarak diyebiliriz ki, Bush’un Irak politikasına seçmen tokadı şiddetli oldu. Halbuki iki gün önce Saddam’ın idam kararı çıkmıştı. Bu kararla seçmenin tercihinin kendilerinden yana olacağını sananlar yanıldılar. İdam kararı ve diğer girişimler hiçbir şekilde halkın tercihini değiştirmeye yetmedi.

Nurettin HAYAT

11.11.2006

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004