Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 22 Aralık 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

ÂYET-İ KERİME MEÂLİ

Muhakkak ki bu ap açık bir imtihandı. Ona (İbrahime), oğlu yerine büyük bir kurbanlık koç gönderdik.

Sâffât Sûresi: 106-107

22.12.2006


HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ

Müslümana zulmedip de hakkını gasbedene yazıklar olsun!

Câmi'ü's-Sağîr, c: 3, 3839

22.12.2006


Muhâlefet, meşrû ve samîmi bir muvâzene-i adâlet unsurudur

Muhterem hâkimler, yirmi sekiz sene emsâlsiz ihânetlere, işkencelere, tarassud ve hapislere mâruz kaldım. Bütün bu iftira ve isnadların esâsı birkaç noktaya dayanır:

1. En birinci ithamları, beni rejim aleyhtarı olarak telâkkî etmeleridir. Malûmdur ki, her hükûmette muhâlifler bulunur. Âsâyişe, emniyete dokunmamak şartıyla, hiç kimse vicdânıyla, kalbiyle kabul ettiği bir fikirden, bir metoddan dolayı mes’ul olmaz. Bu hukûkî bir müteârifedir.

Dîninde çok mutaassıb ve cebbâr bir hükûmet olan İngilizlerin yüz sene hâkimiyetleri altında bulunan yüz milyondan ziyâde Müslümanlar, İngilizlerin küfür rejimlerini kabul etmeyip Kur’ân ile reddettikleri halde, İngiliz mahkemeleri şimdiye kadar onlara o cihetten ilişmedi.

Burada ve bütün İslâm hükûmetlerinde eskiden beri Yahudîler, Nasrânîler tâbî oldukları memleketin dînine, kudsî rejimine muhâlif, zıt ve mûteriz bulundukları halde, o hükûmetler hiçbir zaman kanunlarla onlara o cihetten ilişmediler.

Hazret-i Ömer, hilâfeti zamanında, âdi bir Hıristiyan ile mahkemede birlikte muhâkeme olundular. Halbuki, o Hıristiyan İslâm hükûmetinin mukaddes rejimlerine, dinlerine, kanunlara muhâlif iken, mahkemede onun o hali nazara alınmaması açıkça gösterir ki; adâlet müessesesi hiçbir cereyâna kapılmaz, hiçbir tarafgirliğe kaymaz. Bu, din ve vicdan hürriyetinin bir ana umdesidir ki, komünist olmayan Şarkta, Garbda, bütün dünya adâlet müesseselerinde cârî ve hâkimdir.

Ben de, din ve vicdan hürriyetinin bu ana umdesine güvenerek, yüzlerce âyât-ı Kur’âniyeye istinâden, medeniyetin bozuk kısmına, hürriyet perdesi altında yürüyen mutlak bir istibdâda, lâiklik maskesi altında dîne ve dindarlara karşı tatbik edilen en ağır bir baskıya muhâlefet etmiş isem, kanunlar haricine mi çıkmış oldum? Yoksa, Anayasanın hakîki ve samîmi müdâfaasını mı yapmış bulundum? Haksızlığa karşı, zulme karşı, kanunsuzluğa karşı muhâlefet, hiçbir hükûmette suç sayılmaz; bilâkis, muhâlefet meşrû ve samîmi bir muvâzene-i adâlet unsurudur.

Tarihçe-i Hayat, s. 564

Lügatçe:

müteârife: Bilinen.

Nasrânî: Hıristiyan.

mûteriz: İtiraz eden.

cârî: Geçerli, işleyen.

âyât-ı Kur’âniye: Kur’ân âyetleri.

istibdâd: Baskı.

muvâzene-i adâlet: Adaletin ölçüsü, adaletin dengesi.

Bediüzzaman Said NURSÎ

22.12.2006


Maksada uygun hareket: İktisat

İktisadın hikmet-i İlâhiyeye uygun hareket etmek olduğunu söyler Bediüzzaman.1

Her şeyin bir yaratılış hikmeti vardır. Bu anlamda iktisat, eşya üzerinde hikmetine uygun bir şekilde tasarruf etmektir. Eşyadan maksat, yaratılan her şey.

Sözgelimi, kazancını helâl dairede gerektiğince ve yerinde harcamak, zamanını verimli kullanmaktan tut, yerli yerinde konuşmaya, aklını hikmet ölçüsünde kullanmaya kadar pek çok alanda iktisat örneği mevcuttur.

Bediüzzaman’ın “İktisat cömertliktir”2 sözü çok dikkatimi çeker bu anlamda. Çoğu kez ‘tutumluluk ve tasarruf etmek’ gibi anlamlarda düşündüğümüz iktisat anlayışımızı sarsan bir ifadedir bu. Yeri geldiğinde cömertliğin de iktisatın gereği olduğu dersini verir bize. Verdiği bir diğer mesaj ise, ‘iktisatlı cömertlik’ olsa gerek. Bu aynı zamanda cömertliği israftan ayıran ince çizginin de ifadesidir. İnsan cömert olmalıdır, ama israf da etmemelidir.

İktisat kelimesi kök olarak ‘kast’ masdarından türeme olup, aynı kökten gelen ‘maksat’ kelimesiyle de komşudur. Bu yönüyle iktisadı, ‘eşyayı yaratılış maksadına uygun kullanmak’ şeklinde de tarif edebiliriz. Dolayısıyla, hikmet-i İlâhiyenin varlıklara yüklediği mânâya ve vazifeye uygun olarak amel etmek, iktisatlı olmak anlamındadır.

Bediüzzaman, bütün kâinatta geçerli İlâhî bir kanun olarak ifade ettiği iktisadın, Allah’ın Hakîm isminin bir gereği olduğuna da dikkat çeker. Hakîm isminin büyük bir yansıması olan kâinattaki genel hikmetin, iktisat ve israfsızlık üzere işlediğini ve insana mânen iktisatı emrettiğini söyler.3 İktisadın, kâinatın ezelî bir tercümesi olan Kur’ân’da da bir hakikat olarak yer aldığını ve İslâmiyetin düsturları arasına girdiğini ifade eder.4 Öte yandan iktisadın, Kur’ân ahlâkıyla ahlâklanmış olan Hz. Peygamber Efendimizin (asm) de yüksek ahlâkından biri olduğunu zikreder.5

Görülmektedir ki, iktisat; Kâinat-Kur’ân-Peygamber üçlüsünde yer tutan önemli bir hakikattir. İlâhî hikmet gereği kâinatta geçerli olan bu kanun, aynı zamanda Kur’ân lisanında ve Hz. Peygamber’in şahsında mânen bizlere emredilmiştir.

Bediüzzaman, adına risâle yazdığı iktisada 19. Lem’a’da geniş bir tarif getirir. Bunu maddeler halinde zikr edelim:

1. Manevî bir şükür.

2.Nimetlerdeki İlâhî rahmete karşı hürmet etmek.

3. Bereket vesilesi.

4. Bedene perhiz gibi sağlık vesilesi olması.

5. Manevî dilencilik zilletinden kurtararak, izzet sahibi kılması.

6. Nimetlerdeki ve hatta görünüşte lezzetsiz gibi görünen nimetlerdeki lezzetin tadılmasına kuvvetli bir sebep.6

Yukarıda, iktisadın pekçok alanda kullanılması gereken bir düstur olduğuna dikkat çekmiştik. Hz. İsa’nın (as) “Konuşman zikir, nazarın ibret, sükûtun tefekkür olsun” sözü, buna güzel bir örnektir. ‘Eşyayı maksadına uygun kullanmak’ tanımını da bu çerçevede değerlendirmek uygun olacaktır. Buna; Bediüzzaman’ın 6. Söz’de; Allah’ın insanlara bir emanet olarak verdiği âzâ ve duyguların nasıl kullanılacağına dair yaptığı açıklamalar da örnek olarak verilebilir. Sözgelimi aklın iktisatlı kullanımı onu “kâinatın anahtarı” yapmaktır. Yine aynı şekilde gözü “kâinat kitabının dikkatli bir okuyucusu” ve tat alma duyusunu “rahmet hazinelerinin şükreden bir müfettişi” olarak kullanmak, onları iktisatlı, yani yaratılış maksadlarına uygun olarak kullanmak anlamına gelecektir.

Son söz yine Bediüzzaman’ın: “İktisat öyle bir hazine ve bir servettir ki, hiçbir şeyle değişilmez.”7

Dipnotlar:

1- Lem'alar, s. 144

2- A.g.e., s. 205

3- A.g.e., s. 491

4- A.g.e., s. 492

5- A.g.e., s. 112

6- A.g.e., s. 201

7- Mektubat, s. 19

İsmail TEZER

22.12.2006


Mürîd

Allah (c.c.), Mürîd’dir. Yani, irâde eden, dileyen, irâdesini bütün kâinata hâkim kılan, dilediği gibi hükmeden, hükmünde muhtâr olan, irâde ve ihtiyâr sahibi olandır. Kımıldanan yapraktan sarsılan toprağa, yerin atlı karıncalarından dev cüsseli fillere ve göklerin vahşî kartallarına, yer kürenin hızlı sâkinleri cinlerden kâinatın meyvesi insanlara, hareket sahibi zerrelerden dehşetle rakseden yoğun alev fırtınaları içindeki dev yıldızlara kadar bütün kâinatta, bütün zamanlarda, bütün hareketlerde ve bütün tavırlarda Cenab-ı Hakkın meşîeti, dileği, isteği, tercîhi, emri ve irâdesi esastır ve hâkimdir.

Mürîd ismi Kur’ân’da muhtelif fiil sîgaları halinde vârittir. “‘Allah, Meryem oğlu Mesih’tir’ diyenler, and oldun ki, küfre girmişlerdir. De ki, ‘Allah, Meryem oğlu Mesih’i, anasını ve yeryüzünde olanların hepsini yok etmeyi irâde ederse kim Ona karşı koyabilir?’ Göklerin, yerin ve arasındakilerin hükümrânlığı Allah’ındır, dilediğini yaratır! Allah her şeye kadirdir”1 buyuran Cenab-ı Hak, bir diğer âyette, “Bir millet kendini bozmadıkça, Allah onların durumunu değiştirmez. Allah bir milletin fenâlığını irâde edince artık onun önüne geçilmez. Onlar için Allah’tan başka hâmî de bulunmaz”2 buyurmuş, bir başka âyette de, “De ki: ‘Allah size bir kötülük dilese veya bir rahmet irâde etse, Ona karşı sizi kim koruyabilir? Allah’tan başka dost ve yardımcı da bulamazsınız!’”3 buyurmuştur.

Bedîüzzaman’a göre, bütün mevcûdât, varlığının öncesine bakarsak, sonsuz bir ilmin târifenâmesi, sonundaki tohumuna bakarsak, Sâniin plânı ve beyannâmesi, yüzeyine bakarsak, bir Fâil-i Muhtar ve Mürîdin gayet san’atlı ve uyumlu bir san’at elbîsesi, iç yüzüne bakarsak, bir Kadîrin gayet muntazam bir makinesi hükmündedir. Bu hal ve keyfiyet îlân etmektedir ki, hiçbir şey, hiçbir zaman ve hiçbir mekân Sâni-i Zülcelâlin tasarrufunun hâricinde değildir. Her bir şey ve her bir eşya, bütün halleri ve tavırlarıyla bir Kadîr-i Mürîd tasarrufunda tedbîr edilmekte, bir Rahmân-ı Rahîmin tanzimiyle ve lütfûyla güzelleştirilmekte ve bir Hannân-ı Mennânın tezyîniyle süslendirilmektedir. Başında şuur ve yüzünde gözü bulunan insana, şu kâinat ve şu mevcûdâttaki sistem, denge, âhenk ve ölçü birtek, yektâ, Vâhid, Ehad, Kadîr, Mürîd, Alîm, Hakîm bir Zâtı vahdâniyet mertebesinde göstermektedir.

Bediüzzaman Saîd Nursî’ye göre, muhît bir ilme işâret eden bütün varlıklar, aynı zamanda o muhît ilim sahibinin küllî irâdesine de delâlet etmektedirler. Nitekim her bir şeye, hususan her bir hayat sahibine pek çok karışık ihtimaller içinde muayyen bir ihtimal ile, pek çok çıkmaz yollar içinde neticeli bir yol ile, pek çok faydasız imkânlar içinde gayet muntazam bir şahsiyet verilmesi, hadsiz cihetlerle küllî bir irâdenin her şeye hâkimiyetini göstermektedir. Çünkü, varlıkları saran hadsiz ihtimaller ve çıkmaz yollarda, karışık ve monoton sel gibi ölçüsüz akan cansız unsurlardan, gayet hassas birer ölçü ile, gayet nâzik birer tartı ile, gayet ince birer intizam ile ve gayet nâzenin birer nizam ile her şeye verilen ölçülü şekiller ve muntazam şahsiyetler, her şeyin sonsuz bir irâdenin eseri olduğuna şehâdet etmektedir. Çünkü, hadsiz vaziyetler içinde bir vaziyeti seçmek, bir tahsis, bir tercih, bir kast, bir arzû ve bir irâde ile mümkündür. Elbette tahsis, bir tahsis ediciyi; tercih bir tercih ediciyi göstermektedir. Tercih edici ve tahsis edici ise “irâde sıfatı”dır.

Bedîüzzaman’a göre, Cenab-ı Hak husûsî Rahmânî imdatlar ile musîbete düşen fertlerin feryatlarına ve husûsî Rabbânî ihsanlar ile belâlara giren şahısların yardım çağrılarına yetişmek sûretiyle Fâil-i Muhtar olduğunu, her şeyin her bir işinin Kendi meşîetine ve dileğine bağlı bulunduğunu ve bütün fıtrat kanunlarının dâimâ Kendi irâde ve ihtiyârına tâbi olduğunu göstermektedir. Yeryüzü hazinesi âhirete gitmek üzere gelen ve geçici olarak kalan insanlara İlâhî ve Rahmânî bir sofra olarak yaratılmıştır. Allah’ın gayb hazinesinde eşyanın îcâdı “Kün!” emrine bağlıdır. Bütün eşyanın iç yüzü, santral gibi, Hakîm, Kadîr, Mürîd ve Alîm olan Allah’ın kudret elindedir.

Bediüzzaman Saîd Nursî’ye göre güneş, Ezelî İrâdenin izniyle bir gün dürülecek ve toplanacak, “Güneş dürülüp toplandığı zaman, yıldızlar döküldüğü zaman, dağlar yürüdüğü zaman”4 İlâhî fermanlarının ve “Gök yarıldığı zaman, yıldızlar saçıldığı zaman, denizler kaynayıp bir birine karıştığı zaman...”5 âyetlerinin mânâları ve sırları Kadîr-i Ezelînin izni ile tezâhür edecek; dünya denen büyük insan sekerâta başlayacak, acîp bir hırıltı ile ve müthiş bir ses ile fezâyı çınlatıp dolduracak, bağırıp inleyerek ölecek. Sonra Allah’ın emri, izni ve irâdesi ile her şey yeniden dirilecektir.

(Risale-i Nur’da Esma-i Hüsna)

Dipnotlar:

1- Bakara Sûresi: 17; 2- Ra’d Sûresi: 11; 3- Ahzab Sûresi: 17; 4- Tekvîr Sûresi: 1-3; 5- İnfitar Sûresi: 1-3

22.12.2006


Nur’un dilinde Risale-i Nur

Mesnevî-i Nuriye

“Risâle-i Nur’un bir nevi çekirdeği ve fidanlığı hükmündedir. Bu mecmuanın yalnız dahilî nefis ve şeytanla mücadelesi, nefs-i emmarenin ve şeytan-ı cinnî ve insînin şübehatından tamamıyla kurtarıyor. Ve o malûmat ise, meşhûdat hükmünde ve ilmelyakîn ise, aynelyakîn derecesinde bir itminan ve bir kanaat veriyor. (...)

“Demek o fidanlık Mesnevî, turuk-u hafiye gibi enfüsî ve dahilî cihetinde çalışmış, kalb ve ruh içinde yol açmaya muvaffak olmuş. Bahçesi olan Risale-i Nur, hem enfüsî, hem ekseri cihetinde turuk-u cehriye gibi âfâkî ve haricî daireye bakıp marifetullaha geniş ve her yerde yol açmış. Adeta Mûsâ Aleyhisselâmın asâsı gibi nereye vurmuş ise su çıkarmış. (...)

“Eski Said’in Yeni Said’e inkılâp etmesi zamanında, yüzer ilimlerle alâkadar binler hakikatler, ayrı ayrı birer risaleye mevzu olacak kıymette iken, o Said telif ederken, meselelerin başında ‘i’lem, i’lem, i’lem’lerle, herbir hakikatı—ki, bir risâle olacak derecede ehemmiyetli iken—birkaç satırda, bazan bir sayfada, bazan bir iki satırda zikrediyorlar. Adeta herbir ‘i’lem’ bir risâlenin şifresidir.

“Hem ‘i’lem’ler, birbirine bakmayarak muhtelif ilimlerin ve hakikatlerin fihristleri hükmünde yazıldığından, o mecmuayı okuyanlar, bu noktaları nazara alıp itiraz etmesinler.” (Mesnevî-i Nuriye, s. 11)

Kızıl İ’câz

“Hem Eski Said’in ilm-i mantık noktasında bir şaheser hükmünde bulunan gayr-ı matbu Ta’likat’tan süzülen i’câzlı bir îcâz-ı harikada müdakkik ulemaları hayret ve tahsinle dikkate sevk eden matbu Kızıl İcaz nâmındaki risâle-i mantıkiye Risâle-i Nur’la bağlanmasına ve şakirtlerinin, âlimler kısmının nazarına göstermek lâyık gördüm; fakat çok derindir.” (Kastamonu Lâhikası, s. 103)

Bediüzzaman'ın, talebelerine özellikle

okumalarını tavsiye ettiği eserleri

* Yirmi Birinci Lem’a’nın lâakal (en azından) on beş günde bir okunması. (Lem'alar, s. 163)

* “Sizler, ara sıra, İhlâs ve İktisat Lem'alarını ve bazan Hücumat-ı Sitte risâlesini mâbeyninizde (aranızda) beraber okumalısınız. Sizin şimdiye kadar fevkalâde sebat ve metanet ve tesanüt ve ittifakınız, bu memlekete medâr-ı iftihar olacak ve istikbalini kurtaracak derecededir. Dikkat ediniz, bu yeni fırtına sizin tesanüdünüzü bozmasın” (Kastamonu Lâhikası, s. 172)

Hazırlayan: Fatma ÖZER

22.12.2006

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri

Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004