|
|
ÂYET-İ KERİME MEÂLİ
Kendilerini çağırana doğu koşarlar. Kâfirler "Bu çok zorlu bir gün" der.
Kamer Sûresi: 8
|
03.03.2007
|
|
HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ
Allah'ın en çok gazap ettiği kimse, düşmanlıkta aşırı gidendir.
Câmiü's-Sağîr, c: 1, no: 32
|
03.03.2007
|
|
Ay tutulmasına dair bir çocukluk hatırası
Teşbih ve temsiller, havastan avâma geçtikçe, yani, ilmin elinden cehlin eline düştükçe, mürur-u zamanla hakikat telâkki edilir. Meselâ, küçüklüğümde kamer tutuldu. Ben valideme dedim:
“Neden ay böyle oldu?”
Dedi: “Yılan yutmuş.”
Dedim: “Daha görünüyor.”
Dedi: “Yukarıda yılanlar cam gibi olup içlerinde bulunan şeyi gösterirler.”
Bu çocukluk hatırasını çok zaman tahattur ediyordum. Ve derdim ki: “Bu kadar hakikatsiz bir hurafe, validem gibi ciddî zatların lisanında nasıl geziyor?” diye düşünürdüm. Tâ, felekiyat fennini mütalâa ettiğim vakit gördüm ki, validem gibi öyle diyenler bir teşbihi hakikat telâkki etmişler. Çünkü, derecât-ı şemsiyenin medârı olan “mıntıkatü’l-burûc” tabir ettikleri daire-i azîme, menâzil-i kameriyenin medârı bulunan mâil-i kamer dairesi birbiri üstüne geçmekle, o iki daire, herbiri iki kavis şeklini vermiş. O iki kavise felekiyun uleması, lâtif bir teşbihle, büyük iki yılan namı olan “tinnîneyn” namını vermişler. İşte, o iki dairenin tekatu’ noktasına, “baş” mânâsına “re’s,” diğerine “kuyruk” mânâsına “zeneb” demişler. Kamer re’se ve şems zenebe geldiği vakit, felekiyun ıstılahınca “haylûlet-i arz” vuku bulur. Yani, küre-i arz, tam ikisinin ortasına düşer. O vakit kamer hasf olur. Sabık teşbihle, “Kamer tinnînin ağzına girdi” denilir. İşte bu ulvî ve ilmî teşbih, avâmın lisanına girdikçe, mürur-u zamanla, kameri yutacak koca bir yılan şeklini almış.
Lem’alar, 14. Lem’a, İkinci Esas
Lügatçe:
teşbih: Benzetme.
havas: İlim ve yaşayışça üstün olan, üst tabaka.
avâm: İlim ve irfanı az, sıradan kimse.
cehl: Cehalet.
mürur-u zaman: Zamanın geçmesi.
kamer: Ay.
tahattur: Hatırlama.
felekiyat: Astronomi.
derecât-ı şemsiye: Güneşe ait dereceler, eski kozmoğrafyaya göre, güneşin döndüğü farz edilen dâirenin on iki burca tekabül eden kısımları.
medâr: Daire, yörünge, mahrek.
mıntıkatü’l-burûc: Oniki burcun bulunduğu tutulma dairesi.
daire-i azîme: Büyük daire.
menâzil-i kameriye: Ay’ın gezdiği menziller.
mâil-i kamer: Ayın, dünyanın etrafında dönerken çizmiş olduğu daire, ayın yörüngesi.
felekiyun: Gök bilgisiyle uğraşan âlimler, astronomlar.
tinnîneyn: İki yılan.
tekatu’: Kesişme.
şems: Güneş
haylûlet-i arz: Ay tutulması, dünyanın güneşle ay arasına girip güneş ışığını engellemesi.
küre-i arz: Dünya.
hasf: Nuru, ışığı sönme; ayın tutulması.
sabık: Geçen, geçmiş.
tinnîn: 1-Büyük yılan, ejderha. 2-ast. Ejderha burcu.
|
03.03.2007
|
|
Bu gece husûf namazı vakti!
Nasıl ki güneş ve ayın tutulması zamanında küsuf ve husûf namazı kılınır ve güneşin gurubuyla akşam namazı kılınır; öyle de, yağmursuzluk, kuraklık, yağmur namazının ve duâsının vaktidir. İbadet ve duânın sebebi ve neticesi emir ve rıza-i İlâhîdir, faydası uhrevîdir. Eğer namazdan, ibadetten dünyevî maksatlar niyet edilse, yalnız onlar için yapılsa, o namaz battal olur. Meselâ, akşam namazı güneşin batmaması için ve husuf namazı ayın açılması için kılınmaz. Öyle de, bu nev'î ibadet, yağmuru getirmek için kılınsa yanlış olur. Yağmuru vermek Cenâb-ı Hakkın vazifesidir. Biz vazifemizi yaptık; Onun vazifesine karışmayız.
Emirdağ Lâhikası, s. 31
Allah kullarını ibadete dâvet ediyor
Hem, duâ bir ubûdiyettir; ubûdiyet ise, semerâtı uhreviyedir. Dünyevî maksadlar ise, o nev'î duâ ve ibâdetin vakitleridir; o maksadlar, gàyeleri değil. (...) Nasıl ki, (...) güneşin ve ayın tutulmaları, küsûf ve husûf namazları denilen iki ibâdet-i mahsusanın vakitleridir. Yani, gece ve gündüzün nurânî âyetlerinin nikaplanmasıyla bir azamet-i İlâhiyeyi ilâna medâr olduğundan, Cenâb-ı Hak, ibâdını, o vakitte bir nev'î ibâdete dâvet eder. Yoksa, o namaz, açılması ve ne kadar devam etmesi, müneccim hesâbiyle muayyen olan ay ve güneşin husûf ve küsûflarının inkişafları için değildir. (...)
Demek duâ, bir sırr-ı ubûdiyettir. Ubûdiyet ise, hâlisen livechillâh olmalı. Yalnız aczini izhâr edip, duâ ile Ona ilticâ etmeli; Rubûbiyetine karışmamalı. Tedbîri Ona bırakmalı, hikmetine itimad etmeli, rahmetini ittiham etmemeli.
Sözler, 23. Söz, 5. Nokta, s. 287
Husûf namazı nasıl kılınır?
Ay tutulmasında iki rekât namaz kılınır. Bu namaz tek başına da, cemaatle de kılınabilir. “Niyet ettim Allah rızası için iki rekât Husûf namazı kılmaya” diyerek niyet edilir.
Peygamber Efendimiz (asm) şöyle buyurmuştur: “Dikkat ediniz, Güneş ve Ay Allah’ın kudret ve azametini gösteren büyük alâmetlerden iki alâmettir. (...) Bu hallerden birini gördüğünüz zaman Allah’a hamd edin, Ona tekbir getirin, Onu tesbih edin ve namaz kılın.”
|
03.03.2007
|
|
ESMA-İ HÜSNA
Mukaddim
Allah (c.c.), Mukaddim’dir. Yani Cenâb-ı Allah bazı kullarını öne alır. Kimi mahlûkatını öne geçirir. Kullarından bazılarına üstün nitelikler verir ve seçkin kılar. Varlıklardan bazısını bazısına takdim eder, üstün kılar. Kullarını âhirete ve Cennete hazırlar. Kâinatta her bir zerreyi milyonlarca ihtimallerden bir ihtimali seçip öne alarak yaratır.
Mukaddim ismi Peygamber Efendimizden (a.s.m.) Ebû Hüreyre (r.a.) yoluyla rivâyet edilen isimler arasında gelmiştir.
Bedîüzzaman’a göre, çekirdek, ağaç olmazdan önce; yumurta, kuş olmazdan önce; tohum, başak vermezden evvel binlerce imkân ve ihtimaller içerisinde ve binlerce şekil ve sûretlere girmek kabiliyetinde iken, o eğri büğrü ihtimallerden ve seçeneklerden birisinin seçilip takaddüm ettirilmesi, öne alınması, doğru bir şekle ve müstakim bir vaziyete sevk edilmesi, o tohumların, yumurtaların ve çekirdeklerin her birinin Allâmû’l-Guyûb olan Cenab-ı Hakkın bizzat terbiye, tedbîr ve yönetimi altında bulunduklarını göstermektedir.
(Risâle-i Nur'da Esma-i Hüsnâ)
|
03.03.2007
|
|
|
|