Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 24 Mart 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

ÂYET-İ KERİME MEÂLİ

And olsun ki Lût, onları şiddetli bir azapla yakalayacağımızı kendilerine haber vermiş, fakat onlar bu ikazı şüphe ile karşılamışlardı.

Kamer Sûresi: 36

24.03.2007


HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ

Evlerinizde haram taş kullanmaktan sakının. Çünkü bu yıkılışın temelidir.

Câmiü's-Sağîr, c: 1, no: 77

24.03.2007


Nur Talebeleri feragat mesleğimden ayrılmayacaklar

Risâle-i Nur’un bahsettiği hakikatlerin aynını binlerce âlimler, yüz binlerce kitaplar daha belîğane neşrettikleri halde yine küfr-ü mutlakı durduramıyorlar. Küfr-ü mutlakla mücadelede bu kadar ağır şerâit altında Risâle-i Nur bir derece muvaffak oluyorsa, bunun sırrı işte budur. Said yoktur. Said’in kudret ve ehliyeti de yoktur. Konuşan yalnız hakikattir, hakikat-i imaniyedir.

Madem ki nur-u hakikat, imana muhtaç gönüllerde tesirini yapıyor; bir Said değil, bin Said fedâ olsun. Yirmi sekiz sene çektiğim ezâ ve cefalar ve mâruz kaldığım işkenceler ve katlandığım musibetler hep helâl olsun. Bana zulmedenlere, beni kasaba kasaba dolaştıranlara, hakaret edenlere, türlü türlü ithamlarla mahkûm etmek isteyenlere, zindanlarda bana yer hazırlayanlara, hepsine hakkımı helâl ettim.

Âdil kadere de derim ki: Ben senin bu şefkatli tokatlarına müstahak idim. Yoksa herkes gibi gayet meşrû ve zararsız olan bir yol tutarak şahsımı düşünseydim, maddî-mânevî füyûzât hislerimi feda etmeseydim, iman hizmetinde bu büyük mânevî kuvveti kaybedecektim. Ben maddî ve mânevî herşeyimi feda ettim, her musibete katlandım, her işkenceye sabrettim. Bu sayede hakikat-i imaniye her tarafa yayıldı. Bu sayede Nur mekteb-i irfanının yüz binlerce, belki de milyonlarca talebeleri yetişti. Artık bu yolda, hizmet-i imaniyede onlar devam edeceklerdir. Ve benim maddî ve mânevî herşeyden feragat mesleğimden ayrılmayacaklardır. Yalnız ve yalnız Allah rızası için çalışacaklardır.

Benimle beraber çok talebelerim de türlü türlü musibetlere, ezâ ve cefâlara mâruz kaldılar, ağır imtihanlar geçirdiler. Benim gibi onlar da bütün haksızlıklara ve haksız hareket edenlere karşı bütün haklarını helâl etmelerini isterim. Çünkü onlar bilmeyerek kader-i İlâhînin sırlarına, derin tecellîlerine akıl erdiremeyerek bizim dâvâmıza, hakikat-i imaniyenin inkişafına hizmet ettiler. Bizim vazifemiz onlar için yalnız hidayet temennisinden ibarettir. Bize ezâ ve cefâ edenlere karşı hiçbir talebemin kalbinde zerre kadar intikam emeli beslememesini ve onlara mukabil Risâle-i Nur’a sadakat ve sebatla çalışmalarını tavsiye ederim.

Ben çok hastayım. Ne yazmaya, ne söylemeye tâkatim kalmadı. Belki de bunlar son sözlerim olur. Medresetü’z-Zehrâ’nın Risâle-i Nur talebeleri bu vasiyetimi unutmasınlar.

Târihçe-i Hayat, s. 594

Lügatçe:

belîğane: Maksadı tam olarak ve mükemmel bir üslûpla ifade ederek.

küfr-ü mutlak: Tam bir inkâr.

şerâit: Şartlar.

füyûzât: Feyizler.

feragat: Hakkından vazgeçmek, birşey istememek, şahsî haklarda fedakârlık.

24.03.2007


Muhabbete fedaî olmak

Fedaî kelimesinin sözlük anlamına baktığımız zaman “koruyan, muhafız” gibi ifadelerle karşılaşırız. Korumalar özellikle heybetli ve sert mizaçlı insanlar arasından seçilirler. Bu insanlar, birilerinin malını ve canını korumakla görevlidirler. Yeri gelir, gece boyu korumakla yükümlü olduğu kişinin kapısının önünde nöbet tutar, uykusundan feragat eder. Yeri gelir koruduğu insanın yanından hiç ayrılmamak suretiyle belki o kişiye hedef olacak kurşuna siper olur, canını tehlikeye atar. Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin fedaî kelimesine yüklediği anlam ise sözlük anlamının çok çok ötesindedir. O “Bizler muhabbet fedaileriyiz, husûmete vaktimiz yok” derken zihinlerimizde canlanan iri yarı, asık suratlı korumaları, yüzünden tebessümü eksik etmeyen, yumuşak huylu, halim selim insanlara çevirmiştir. Buradaki fedailik çok daha yüksek bir gaye içindir. Karşılığında maddî-manevî, dünyevî-uhrevî hiçbir menfaat beklenmediği için de bu fedailikte tam bir fedakârlık vardır. Muhabbet fedaileri, yaratılanı Yaratandan ötürü sevdikleri için kâinattaki hiçbir şeyi, hiç kimseyi incitemezler. Üstatlarından aldıkları dersle nur talebeleri de bir sineği, bir karıncayı dahi sevgi ile korurlar, zarar veremezler. Bir otu, bir çiçeği dahi koparamazlar. Zirâ kâinata dâhil olan her şey Allahın bir san'at eseri olduğundan değerlidir, sevilmeye lâyıktır, yaşamaya hakkı vardır. Nur talebelerinin her biri etrafındaki insanları kendine çeken bir cazibe merkezidirler. Onlar bütün insanlara kardeş nazarıyla bakarlar. Kardeşlerine duydukları muhabbet öyle güçlüdür ki, bu uğurda canlarını vermekten çekinmezler. Muhabbet fedailerinin bütün çabası insanlara Allah’ı tanıtmak, Allah sevgisini kalplere yerleştirmek ve cennete adam yetiştirmektir. Onlar bu uğurda işkenceye de uğrasalar, ceza da alsalar dâvâlarından vazgeçmezler. Onlar hapishaneleri de, muhabbethanelere çevirirler. Onlar kardeşleri için kendi haklarından vazgeçerler, kendi rahatlarını terk ederler.

“Peki bu zamanda öyle muhabbet fedaileri kaldı mı?” demeyin. İçerisinde bulunduğumuz “Bediüzzaman Haftası” münasebetiyle birçok ilimizde muhabbet, sevgi, kardeşlik temalarını konu alan faaliyetler yapılıyor. Muhabbet fedailerinin desteği ve yoğun ilgisiyle bütün yurtta muhabbet rüzgârları esiyor. Geçtiğimiz Pazar günü, İstanbul’da düzenlenen panele, Eskişehir’den birbirinden değerli muhabbet fedaisi abla, ağabey ve kardeşlerimizle birlikte biz de iştirak ettik. Onları bu zamanın muhabbet fedaileri olarak görüyorum, çünkü o gün orada bulunmak için işi olan ağabeylerimiz işlerini bırakmış, dükkânı olanlar dükkânını kapatmış, fedâkâr annelerimiz o gün evlerini bırakmış, öğrenci olan kardeşlerimiz bir gün ders çalışmaya ara vermişlerdi. Maddî-manevî fedakârlıklarla yola çıkan ekibimizi 6-7 saatlik uykusuz meşakkatli bir yolculuğa tahammül ettiren güç, nur hizmetine, birlik beraberlik ve kardeşliğe olan muhabbetten başka bir şey değildi. Oraya vardığımızda aynı şekilde, aynı amaç için yurdun dört bir yanından gelen kardeşlerimizle kucaklaşmak, hasret gidermek, tüm yol yorgunluğumuzu bir çırpıda silmişti. Artık bir değil yüzlerce muhabbet fedaisi ile bir aradaydık. Bediüzzaman’ın vefatını anmıyorduk da, aramızda oluşunu kutluyorduk sanki. Kendi ifadesiyle, ölümü, hayatından ziyade hizmet ettiği için o zaten aramızdaydı. Lütfi Kırdar’daki panelde de biliyoruz ki oradaydı. O tabloyu “Nurun bayramı” olarak nitelendirip sevinçle alkışlıyordu. İlgi ile binlerce kişinin izlediği konuşmacılar ve program sonundaki slayt gösterisi salonda sık sık alkışlarla kesildi. Muhabbet fedailerinin gücü, birlik ve beraberliği bir kez daha hissedildi. O coşkuyu anlatmaya kelimeler kifayetsiz kalacağından, bu tür faaliyetlere katılmayan ya da katılamayanların bir daha bu tür faaliyetleri kaçırmayıp yaşayarak görmelerini çok isteriz.

Muhabbet fedaileri ile muhabbet için çıktığımız İstanbul yolculuğumuzda panelden arta kalan zamanımızı en güzel şekilde değerlendirme fırsatımız oldu. İstanbul’a ve denize duyduğumuz muhabbet ile kendimizi bir teknede boğazın sularında bulduk. Tefekkür deryasından kana kana içtik. Dalga sesleri, martı sesleri, camilerin, sarayların muhteşem yapısı kısacası bütün güzellikleri içinde barındıran İstanbul, bizi muhabbetle kucaklamıştı. Teknemizin yanından üçer beşer atlayarak bizi bir süre takip eden yunusların bizi muhabbetle selâmlayarak bu şekilde sevgi gösterisinde bulunmaları hepimizi hayret ve sevinç içinde bırakmıştı. Teknemizin bir grup muhabbet fedaisi taşıdığını hissedip muhabbet ile mukabele eden sadece balıklar değildi. Yer yer yanımızdan geçen teknelerde bulunan çocuklar ve bazı hanımlar bizlere gülümseyerek el sallıyorlardı.

Geriye dönüş yolculuğumuz başladığında geride bıraktıklarımız için bir hüzün duysak da mutlu ve huzurluyduk. Zira geride muhabbete adanmış dolu dolu yaşanan uzun bir gün bırakmıştık. İnşallah ömrümüzün de sonuna geldiğimizde geriye dönüp baktığımız zaman muhabbete adanmış bir ömür bırakmış oluruz. Bu düşünce ve duâlarla muhabbet fedaileri ekibi dönüş yolculuklarına devam ettiler.

Mehtap YILDIRIM

24.03.2007


Ey Üstadım, nerdesin!

Yürüseydim tabutunun ardından

Gönlüm kırık boynum bükük

Fakat taşımak nasip olmadı

0 nurdan tabutu ve

Bir ağaç dikemedim

Kabrinin başına

Nurdan bir ibare yazamadım

Mezar taşına

Engel olamadım

Gönül ikliminden

Gelen gözyaşıma

Ey İmâmüzzaman nerdesin

Ne bahtiyardır Güneş

Her gün ışığıyla okşar

Nurlanan kabrini

Kamer her gece

Gelen uluları seyreder

Bülbül her seher

En güzel nağmelerini

Senin için söyler

Ve rüzgâr müjdeler fısıldar

Nur fetihlerinden

Ey Feridüzzaman nerdesin

Ne olurdu kabrinin toprağını

Islatsaydı gözyaşlarım

Fakat izin vermedi

Rahmet bulutları

Şimdi gözyaşlarımı

Senin bastığın topraklara

Sarıldığın mübarek Çınara

Barla’da nurlu medresene

Urfa’da boş kabrine döküyorum

Ey Üstâdım nerdesin

Hasret, elem ve ümit

Her gün tozar içimde

Erek Dağının erimez karları gibi

Işık ve renkler kaybolur

Gören, duyan, hisseden ve

Yaşayan anlar gerçeği

Ey veda yolcusu! Elveda deme

Elini veda için değil

Himmet eli olarak uzat

Peygamber varisi olarak

Yed-i beyzâ misali o el ile

Resûl-i Ekrem’e biat edelim

Kalbe şifa veren yepyeni

Bir baharın

Müjdesini aldım

Hicran karanlığı

Sararken ruhumu,

Sesler duydum mâverâdan

Uzak âlemlerin rüzgârı

Gönül kulağıma üfledi

Sükût kâsesinde,

Biz hep beraberiz diye

Ey Bedi’

Senin izini buldum

Barla’nın toprağında

Sesini duydum

Saba rüzgârında

Gözyaşlarını gördüm

Ulu çınarın yaprağında

Üç devir şahlanışını okudum

Tarihin altın sayfalarında

Ve seni gördüm

Eserinin satırlarında

Sormuyorum artık nerdesin

Her Nur Talebesi âyine olmuş

Her talebe küçük bir Said olmuş

Üstadım sen gönlümüzdesin

Hasan ŞEN

24.03.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004