Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 22 Mayıs 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

 

İçi başka, dışı başka

Manisa mitingine katılanların yüzde 62’sinin 3 Kasım seçimlerinde CHP’ye oy vermiş olmasının anlaşılması -DSP, SHP ve diğer küçük grupları da eklemek gerekir-, 14 Nisan Tandoğan’dan başlayıp 20 Mayıs Samsun’da sona eren mitinglerin sosyo-ekonomik rengini açığa çıkardı.

Emekli askerler, CHP ve kendilerine özgü yeni ekonomi-politik savunma hatları oluştururken “Atatürkçülük”ü araçsallaştıran ADD’ler, her şeyin gösteriye dönüştüğü “küresel zaman”da Mustafa Kemal’i ve Kemalizm’i de bir gösteri nesnesi olarak kullanıyorlar. Bu biraz da kaçınılmaz görünüyor. Eğer araçsallaştırdığınız ideolojiye taraftar bulmak istiyorsanız, yarı çıplak beyaz bir kızın ay-yıldızlı bayrağı dekolte kıyafet olarak kullanmasının da önüne geçemezsiniz. Bayrağı dekolte kıyafete çeviren bu genç kız, binlercesiyle birlikte aynı ses tonuyla size “İşine gelirse!” diyor.

Anlaşılan bundan sonra, Kemalizm, modernleşme ve laiklik böyle bir gösteri, salt görüntü ve form üzerine oturtuluyor. Batı’da ve bütün dünyada her şey eski çağların faşinglerini hatırlatır biçimde gösteri nesnesi haline geliyor; devasa kent meydanları, yüz binleri içine alan stadyumlar, konser salonları, festival alanları ile en başta bedeni şehvetle teşhir eden medya, her şeyin, en otoriter ve totaliter ideolojilerin bile içini boşaltıyor, küresel bir meta ve teşhir nesnesi haline getiriyor. Biraz garip gelecek ama, pop veya rock formunda okunan ilahilere toplu halde eşlik eden başörtülü kızların “din” algıları da bundan çok farklı değil.

İşin gösteri (show) kısmı bir yana, söz konusu mitinglerin, modern Batı’nın geldiği ve küresel düzeyde referans çerçevesini oluşturan politik, ekonomik ve kültürel durumla en ufak bir akrabalık bağı içinde olmadıklarını kaydetmek lazım. Uzaktan ve televizyon ekranlarından bu mitinglere katılanları gözleyen bir Batılının, kendi hayat tarzını adım adım taklit eden yüz binlerin “laiklik heyecanı” karşısında mutluluk hissi içine girmesi muhtemeldir. Hatta bu “son derece modern resim” içindeki figürlerin, nasıl oluyor da AB’ye karşı, özgürlüklerin kısıtlanmasından ve demokrasinin askerî vesayet altında kalmasını isteyenlerden teşekkül ettiğine hayret edebilir. Görüntü uygun. Ama ortada “dışı seni içi beni yakar” cinsinden paradoksal bir durum var. Yani dışı 21. yüzyıla, kafasının içi 19. yüzyıla ait. Batı’ya “laik-çağdaş görüntü” üzerinden mesaj vermek isteyenlerin şark kurnazlığı bu!..

Mitinge katılanların büyük bir bölümü beyaz, iyi giyimli, Türkçeyi “Avrupa Yakası” tadında kullanıyorlar. Bayağı kentli ve medeni/sivil bir görüntü/resim veriyorlar; fakat tek tek kendilerine mikrofon tutulanlardan hemen anlaşılan şu ki, müthiş bir öfke biriktirmişler ve elbette sahip oldukları ellerinden gidecek diye belli ki çok “korkutulmuş”lar. Emekli askerler; CHP; ADD’ler: sahil şeridi ehli keyf yurttaşlar; sivil devlet kuruluşları (sdk); ve sahip oldukları her şeylerini performanslarına, yani emeklerine değil, referanslarına yani sistemin onlara bahşettiği imtiyazlara ve avantajlara borçlu olan bilumum bürokrat çocukları ve eşleri meydanlarda.

Bir durum tespiti olarak, şu hususun altını çizmek gerekir: Mitinglere düzenli olarak katılanların “orta sınıflar”a dayandığını söylemek yanlış bir gözleme dayanmaktadır. Türkiye’de orta sınıfın ana gövdesi esnaftır ve bu ana sınıf seçmenin yüzde 60’ını teşkil etmektedir. Bu yüzde 60 seçmenin ancak yüzde 5’i CHP’ye oy veriyor. Oysa gösterilere katılanların yüzde 62’si CHP’ye oy verdiğini söylüyor. Bu da, göstericilerin başka bir katmana ve ideolojik-politik evrene ait olduklarını gösteriyor. Sınıfsal özellikleri, “üst-alt katman’dan üst-orta ve üst-üst katman”a doğru tırmanmaktadır. Başka bir ifadeyle milli gelirin yüzde 46’sına el koyan kesimlerin bürokrasi, hizmet sektörü ve rantiyeci kesimleridir.

Zaman, 21.5.2007

Ali BULAÇ

22.05.2007


 

Rusya yanlısı askerler ve 27 Nisan soruları

Yasemin Çongar, ABD’nin Türkiye’deki son

gelişmelere nasıl baktığını anlatıyor:

*Genelkurmay Başkanı Büyükanıt tam da Washington’dayken Putin’nin konuşmasının TSK’nın sitesinde yayımlanmasından nasıl bir mesaj aldılar?

Bu, TSK’nın mentalitesini anlamalarına biraz yardımcı oldu. Batı karşıtlığı anlamında... TSK’nın içinde Rusya’nın antidemokratik otoriter rejimine bir sempati var. Bu tedirgin edici bir şey Amerika açısından. Ordunun içinde Amerika karşıtı, Rusya’ya sempati duyan ve başka alternatifler arayan sesler artarak çıkıyor. Ama TSK’nın içinde, AB yanlısı ve Amerika’yla ilişkileri çok iyi götürmek isteyen muhtemelen sayıları çoğunlukta olan önemli etkin subaylar da var.

*Rusya’nın Türkiye’deki gelişmeleri nasıl izlediğine dair Amerikalılar bir şey söylüyor mu?

Söylüyorlar. Türkiye’de Rusya’nın etki alanına girmiş asker ve sivil kafalar var diye düşünüyorlar. Ama son tahlilde, TSK’nın çoğunluğu ve karar veren güçleri açısından ve de sivil hükümetler bakımından, Batı’dan kopup, Rusya tercihini yapacak güçte bir eğilimin olmadığını düşünüyorlar.

*Peki herhangi bir darbeden sonra Türkiye’nin, Rusya’yla yakınlaşabileceğine, onunla ittifaka ve onunki gibi bir otoriter sisteme savrulacağına dair Amerikalıların bir endişesi yok mu ?

Türkiye’de bir darbenin, küreselleşmenin sonucu olan ekonomik süreçlerle çok ciddi cezalandırılacağını düşünüyorlar. Çünkü öyle bir Türkiye bugünün dünyasında ayakta duramaz ve onu öyle bir krizden de Rusya kurtarmaz. Gene IMF kurtarır. Sonuçta bu ekonomik cezalandırmanın Türkiye’yi Batı sistemine ve Amerika’ya geri döndüreceğini görüyorlar. Yani Türkiye’deki demokrasinin en büyük güvencesini ekonomide görüyorlar. Rusya’yla ittifak özlemleri yok mu? Var. Batı karşıtı, Rusya yanlısı özlemleri dile getirmiş önemli üst rütbeli subaylar var. Ama günün sonunda kararı, Rusya’yla ittifak özlemindeki üst düzey subayların vermeyeceğini düşünüyorlar.

*Türkiye’nin bir darbeyle Batı’dan kopmasının, dünyanın siyasi dengelerini nasıl etkileyeceğini Amerikalılar kendi aralarında tartışıyorlar mı?

Tartışıyorlar. Mesela en çok şu beş soru soruluyor. Birincisi, ‘Mitinglerden AKP bir mesaj alacak mı? diye soruyorlar. ‘Madem AKP kendisini AB ve Batı yanlısı demokrat bir parti olarak tanımlıyor. Sadece dindar kesimi temsil etmenin ötesinde bir temsil gücü olmalı. Dindar olmayan demokratları da temsil edebilmeli ve sadece aday listelerinde değil parti yönetiminde, ve hükümette de bu insanlara yer vermeli. Böylece AKP’nin kimliğinin sadece dindar bir kimlik olmaması, darbenin gerekçesi yapılabilecek bir dinamiği ortadan kaldırabilir’ diyorlar. İkinci olarak ‘Mitinglerde verilen mesaj ne?’ diye soruyorlar. Amerika Türkiye’de iki yıldır kabaran milliyetçilikten çok rahatsız. ‘Bu mitingler milliyetçi oylara dönüşecek mi? Milliyetçi partilerin gücü artacak mı? MHP, CHP seçmene ne tür mesajlarla gidecekler? Amerika ve AB karşıtı, içe kapanmacı, koyu dar bir milliyetçilik mesajı mı verecekler? Bununla oy alacaklar mı?’ diyorlar.

*Sordukları üçüncü soru ne?

‘Seçim süreci demokratik işleyecek mi? Mesajlarla, muhtıralarla bir müdahale olacak mı? Seçimden hemen önce AKP’yi kapatma davası açtırılacak mı? Genel seçimin ve cumhurbaşkanlığı seçiminin sonuçları saygı görecek mi? Türkiye AB yoluna devam edecek mi?’ diye soruyorlar. Bütün bunlardan, sürecin normal işleyeceğinden, askerin müdahale etmeyeceğinden emin değiller. ‘Bir süreç başladı. 27 Nisan bir atımlık barut gibi değil. Sonuçları olan bir süreç bu. Bu süreç nereye varacak? Bu sürecin devamı gelecek mi? Bu süreçte K. Irak ve PKK nasıl bir rol oynayacak? Milliyetçi mesajları ve partileri güçlendirmek, AKP’yi zor durumda bırakmak için mi kullanılacak?’ diyorlar. Amerika bu soruların cevabını net veremiyor ve belirsizlikten endişe ediyor. Bir başka soru da muhtıranın emir komuta zincirinde yapılıp yapılmadığı konusunda soruluyor.

*Ne düşünüyorlar peki?

Bizim tartıştığımız gibi onlar da ‘Bu muhtıra bazı belli rütbedekilerin ve genç subayların inisiyatifiydi de Büyükanıt bunu sahiplenmek zorunda mı kaldı’ diye soruyorlar. Bu soru ortada dururken, TSK Amerika’yı şaşırtan muhtıra adımını atmışken ve henüz geri adım atmamışken, Amerika, muhtıranın devamının gelebileceğinin endişesinde. ‘Emir-komuta zinciri altında olmayan yeni bir askeri girişim olur mu?’ kaygısında.

Radikal, 21.5.2007

Konuşan: Neşe DÜZEL

22.05.2007


 

Bir anlasam!

Bir şeyi anlamakta zorlanıyorum.

Herhalde sorun bende!

“Milliyetçi” yahut “ulusalcı” hitap tarzlarının kimisi, AB hadi bir yana da, ABD ve İsrail meselesinde de mangalda kül bırakmıyor ya...

Peki aynı anda sanki “Silahlı Kuvvetler” de bu görüşteymiş gibi davranmak veya öyle sanmak, öyle sunmak nasıl oluyor?

*

Önce hatırlatmalar:

Ne halklara, ne insanlara, ne ırklara, ne dinlere, ne milliyetlere, milletlere, etnisitelere düşman, sıkı ayrımcı, kinci, nefret dolu bir hayat görüşüm oldu. Zerresi olmadı.

Bu sütundaki çok yazı bunların beyanıdır zaten.

Lakin, özellikle 11 Eylül, Afganistan, Irak, işgaller, dayatmalar, küresel askeri ve ekonomik hegemonya, Filistin, Lübnan üstüne yazdığım çok çok sayıda yazıyla, özellikle “bir kısım ABD’li” tarafından “Amerikan düşmanı” da, “Yahudi düşmanı antisemit” de ilân edildim.

Tabiî memleketimin kimi “okur yazar”ı da, toptancı, ezberci suçlama ve küfür sallamalarında “ABD uşağı” filan diyebiliyor; bilgi, muhakeme, izan, insaf kıtlığının neticesi.

Bunları geçtik; ne olduğumuzu, olmadığımızı biliyoruz; bilen de biliyor.

*

Diğer kimi hatırlatma da şunlar:

Bu sütunu epeydir izleyenler, (hoş artık birbirlerini kırarken İsrail’e ihtiyaçları yok ama) Filistin İsrail tankları altında ezilirken İsrail’le anlaşmalara tavrı da bilirler

İncirlik’in, nükleer depolarıyla da ABD saldırılarının rampası kılınmasına karşı olanları da.

Bu iktidarın, onca muhalif görüntüye rağmen;

1. Kimi milletvekilleri sayesinde reddedilse de işgale ortaklık için tezkere hazırlaması;

2. Sonra özür dilercesine Türkiye’yi ve hava sahasını resmen “işgalin koalisyon ortağı” kılması;

3. Tüm tereddüt ve kırılmalara rağmen, ABD gölgesinde bulunması;

4. TÜPRAŞ’ın yüzde 15’e yakın hissesinin Maliye Bakanı eliyle İsrailli gruba adeta hediye edilmesi;

5. Galata, Kuşadası limanlarının aynı Ofer grubuna kaymaklı servis edilmesi;

Ve benzer bir çok mevzu Dipsiz Kuyu’nun ısrarla deştiği, didiklediği, tavır aldığı konulardı.

Bunlar şöyle dursun, sadede geleyim.

*

Arkadaşlar kürsüden bağırıyor, köşelerde yazıyor; “ABD ve İsrail’e karşı” bir tavır, bir tavır.

Sanırsın, sadece iktidarı, hükümetleri değil; Silahlı Kuvvetler pozisyonunu da eleştiriyorlar.

Yoo! Öyle meseleleri yok. Tam tersi. Bir yandan da orduya yaslanıyorlar.

Peki nasıl oluyor da böyle oluyor?

“ABD siparişi tezkere” yi hükümetle birlikte devrin Genelkurmay’ı da istemişti. O bir yana.

Neden Afganistan’dayız; neden Lübnan’da? Neden Somali’ye gitmiştik? NATO ne iş yapıyor?

Yıllarca “İsrail’e tank ihalesi” ni yazdım; hem bizden milyonlarca dolarla İsrail’in batık milli silah şirketinin nasıl ayağa kalktığını, hem ihaledeki kuşkuları, hem de İsrail tankları Filistin’i çiğnerken o tanka kanka olmanın ahlaki yanını.

Bu arkadaşlar bu meseleyi neden anamıyor mesela?

Neden eski Hava Kuvvetleri Komutanı’nın İsrail’e kendi kullandığı uçakla gidip anlaşmalar bağlamasını, neden ortak askeri tatbikatları eleştirmiyor?

Neden milyarlarca dolarlık yeni ABD savaş uçağı alımı üstüne bir kelime etmiyorlar?

İncirlik’te 90 nükleer başlığı, askerisiyasi onayımızla sortilerde Irak’a atılmış 3 binden fazla bombayı, üste işlemeyen hukuku, “ABD ve NATO çıkarlarını korumak” gibi bir vazifeyi dert etmiyor

ABD-İsrail kaynaklı ödüllerin üniformalara yapışmasına sert çıkmıyorlar?

Artık temcit pilavı gibi, “darbelerin arkasındaki ABD” yi, “özel harp ideolojisi” nin milli görünüm ardındaki “beynelmilel” manalarını filan anmayayım.

*

Neden böyle peki!

Nasıl bir “anti-emperyalizm” türü bu? “ABD ve İsrail’e tavır” ilan etmek sorun değil de, o anlaşmaları ben mi yaptım!

“Küresel Bak” İncirlik’te anlaşma yenileme zamanı geldiğini hatırlatıyor; bir iptalini isteyiverin bakalım. İptali için açılan davaların neden reddedildiğini az düşünün hele.

Sabah, 21.5.2007

Umur TALU

22.05.2007


 

Mağdur mu, beceriksiz mi?

AKP 2007 yılında seçimlere giderken Anayasa’yı değiştirecek çoğunluğa sahip olduğu halde, önüne çıkartılan güçlükleri aşamamanın handikabı vardır. Seçmenler diyebilirler ki, biz size Anayasa’yı değiştirecek gücü verdik. Buna rağmen Cumhurbaşkanı’nı seçemediniz.

Bu gün seçmenlerin önündeki terazinin bir gözünde, AKP’nin başarıları, mağduriyeti varsa, diğer yönünde, TBMM’de çoğunluğa sahip olduğu halde Cumhurbaşkanı seçememenin başarısızlığı ve güçsüzlüğü vardır. AKP’nin oyları patlayıp % 40 lara varabileceği gibi, % 20’nin altına da düşebilir.

Yeni Şafak, 21.5.2007

Cevdet AKÇALI

22.05.2007


 

Kemalist hurafeler

Kemalizm, benim bildiğim ya da bana öğretildiği kadarı ile, temel kalkış noktası dinsel hurafelerle mücadele kökenli bir ideoloji.

Kemalizmin bir ideoloji olmadığını söyleyen kemalistler (bu görüş kemalistler arasında çok yaygın) kanımca kemalizme büyük bir haksızlık yapıyorlar zira ideoloji demek özünde sistematik fikirler demek; kemalizm ideoloji değil demek kemalizmin sistematik bir fikirler bütünü olmadığını söylemekle eşdeğer.

Cumhuriyet gazetesinin (20 Mayıs) birinci sahifesinde bir Anıtkabir fotoğrafı mevcut ve altında da 19 Mayıs münasebetiyle Anıtkabir’i ziyaret edenlerin tişörtlerinde Atatürk’ün Damal dağına yansıyan siluetini gösteren fotoğrafların yer aldığı yazılı.

Yani, kökeninde dinsel hurafelerle mücadele olan bir ideolojinin taraftarları senenin bir gününde Damal dağına sistematik olarak Ata’nın siluetinin vurduğuna inanıyorlar ve bu tişörtleri giyiyorlar. Yakında Damal Dağı eteklerinde ayin de düzenlenirse hiç şaşmayalım (hafızam yanıltmıyorsa 28 Şubat günlerinde bu da yaşandı).

Temel misyonu dinsel hurafelerle mücadele olan bir ideolojinin taraftarlarının çok eleştirdikleri türbe kültüne ne kadar yakın durdukları da hiç kuşkusuz herkesin dikkatini çekmektedir.

Kemalist ideolojiye çok yakın duran Sayın Cumhurbaşkanı Sezer de 19 Mayıs günü ziyarete gelen gençlere ‘Nutuk’u rehber alın’ nasihatını vermiş (Cumhuriyet gazetesi, 20 mayıs 2007); eski Genelkurmay Başkanı Sayın Hilmi Özkök de canı çok sıkkın olduğu dönemlerde hep Nutuk’u okuduğunu ifade etmişti.

Tüm sorunlara reçete olarak görülen Nutuk kültünün de, kemalistlerin karışı oldukları dinsel referanslı kişi ve kurumların kitap okuma önerilerine ne kadar benzeştiği de sanırım dikkatinizden kaçmıyordur.

Star, 21.5.2007

Eser KARAKAŞ

22.05.2007


 

Yargı birliği ve askerî yargı

Yargı birliğinin ‘hukuk devleti’nin gereklerinden olduğunda şüphe yoktur. Zorunluluk olmadıkça ‘yargı birliği’ sisteminden ayrılmak, hukuk düzeni karşısında bütün yurttaşların eşit olduğu anlayışından uzaklaşmak demektir.

(...)

Türkiye’de özerk bir ‘askeri yargı’nın varlığı da yargı birliğini hepten bozmuş durumdadır. Çünkü, Türkiye’de askeri mahkemeler sadece askerleri değil, fakat duruma göre sivilleri de yargılayabilmektedir. Anayasa’nın 145. maddesinin ikinci fıkrası açıkça, ‘asker olmayan kişiler’in bazı suçlarının askeri mahkemelerde yargılanacağını belirtmektedir. Öte yandan aynı hükmün birinci fıkrası ‘asker kişiler’in genel mahkemelerde yargılanması gereken, sivil hayata ve kamu düzenine ilişkin bir suç işlemeleri ihtimalini neredeyse yok saymaktadır.

Bu durum hem hukuk devletinin ve adil yargılamanın esaslarından olan ‘tabii hakim ilkesi’ne, hem de bir temel hak olarak ‘tabii hakim hakkı’na aykırıdır. Üstelik askeri mahkemelerin verdikleri nihai kararların Yargıtay tarafından denetlenmesi de mümkün değildir. Çünkü, hiçbir medeni ülkede rastlanmayan bir garabet örneği olarak, bizde ‘Askeri Yargıtay’ diye bir ‘yüksek mahkeme’ vardır. Oysa, böyle bir mahkemenin varlığı Yargıtay kavramıyla da bağdaşmaz. Bir ülkede birden fazla Yargıtay olması her şeyden önce bizatihi ‘hukuk sistemi’ kavramıyla çelişir.

Şimdi, askeri yargı bizim sistemimizde zaten gereğinden fazla etkin iken, Şemdinli olaylarıyla ilgili olarak Yargıtay’ın verdiği karar anlaşılır gibi değil. Çünkü, genel mahkemelerin bu olaya bakmakla görevli olmadıklarına hükmetmek suretiyle, Yargıtay askeri yargının alanını Anayasa’nın bile öngörmediği ölçüde genişletmiş olmaktadır. Askeri yargının görev alanını yorum yoluyla gitgide daraltması gerekirken, Yargıtay’ın sivil kamu düzeniyle ve daha da temelde anayasal düzenle ilgili suçlar söz konusu olduğunda bile tam aksini yapması hakikaten son derece şaşırtıcı bir durumdur. Çünkü askeri yargı zaten istisnai bir kurumdur ve istisnanın genel kuralı aşındıracak şekilde geniş yorumlanması hukuk tekniği bakımından da kabul edilebilir bir durum değildir.

İlginç bir nokta da şu: Bir kurum veya organın kendi yetkisini başka bir kurum lehine olacak şekilde dar yorumlaması öznenin psikolojisine de pek uygun düşmüyor... Öyleyse bu, genel mahkemelerin de militarist paradigmayı içselleştirmeye başladıklarını mı gösteriyor?

Star, 21.5.2007

Mustafa ERDOĞAN

22.05.2007


 

Bikini laikliği

Kadınların ne giyip ne giymemesi gerektiği konusunda erkekler arasındaki tartışma sürüyor.(...)

Son tartışmanın beni rahatsız eden boyutu şu:

Son zamanlarda biz laikliği “bikini, içki, zina” cephesinden savunur olduk.

Bazı işgüzar belediyeler içkili lokantalara ruhsat mı vermiyor; hurra orada içkili toplantılar düzenliyoruz.

Bikini reklamları mı yasaklanıyor; cömert dekolteli afiş asmaya çıkıyoruz.

Hükümet tabanına göz kırpmak için zinayı cezalandırma denemesi mi yapıyor; “Zina hakkımız, söke söke alırız” diye bağırıyoruz.

Bu yüzden ülkenin mütedeyyin kitlelerinde laiklik, “azgın teke sendromu”yla karıştırılıyor.

Ekrandaki paparazzi manzaralarıyla özdeşleştiriliyor.

* * *

Laiklik bizi, perişan İslam coğrafyasından farklı kılan hayati unsurdur; dindarların da güvencesidir.

Onu sadece “şarap, dekolte, zina”ya indirgemeyelim.

Milliyet, 21.5.2007

Can DÜNDAR

22.05.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler


 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004