Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 26 Mayıs 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

 

Kürt kartı

Teröristin ardında bıraktığı kartvizitin, yaşanan olayı anlamak açısından hiçbir anlam ifade etmediğini öğrendik artık. Ne canlı bombanın geçmişindeki TİKB izleri; ne hapiste PKK’yla ilişki kurduğu iddiaları; ne de PKK’nın eylemi sahiplenmeyişi bir şey ifade etmiyor artık.

Anafartalar’da patlayan bombanın etrafındaki taşeron sarmalını çözmek; beline bomba bağlayan o katilin kaçıncı dereceden taşeron olduğunu tespit etmek bile imkansız. Bundan çıkan sonuç; Ne olup bittiğini anlamak için katilin kimliğine değil, eylemin niteliğine bakacağız.

9 Mayıs tarihli “Seçimler yapılabilecek mi?” başlıklı yazımda “Hayır hiç rahat değilim; büyük bir tedirginlik içinde “kötü bir şeyler” bekliyorum” diye yazmış ve şöyle demiştim: “Türkiye’nin bütün kronik sorunları, potansiyel kriz noktalarını oluşturur böyle zamanlarda. Benim aklıma ilk etapta Kuzey Irak’a karşı girişilecek bir askeri harekatın yan etkilerinden medet umma geliyor. Böyle bir harekatın ardından gelebilecek uluslararası tecrit, operasyonun içerde bizim Kürtlerimiz arasında yaratacağı hoşnutsuzluk, bütün bunların üstüne binecek bir OHAL ilanı belki de...” Ne yazık ki korktuklarımız bir bir geliyor başımıza...

Uzun süredir üzerinde oynanan “şeriat” kartından istenilen sonuç alınamamış olacak ki, şimdi de Kürt kartı sürülüyor piyasaya. Anafartalar’da patlayan bomba Türkiye’yi Irak batağına çekmeyi amaçlıyor. Belli ki birileri Türkiye’nin burnunu ne yapıp edip Irak’a sokmaya çalışıyor. Orada Türk ordusunun ABD ordusuyla karşı karşıya gelmesinin Ak Parti’yi siyaseten son derece sıkıştıracağı; ayrıca AB’yle ilişkileri dinamitleyeceği, uluslararası planda tecrit edeceği hesap ediliyor.

Bir başka deyişle AK Parti, “ulusal güvenliği zaafa uğratan hükümet” olmakla “ABD’yi ve AB’yi karşısına alan hükümet olmak” gibi iki tarafı keskin bir bıçağın sırtında bırakılıyor. Bununla da bitmiyor. Türk ordusunun Kuzey Irak’ta Kürtler’le karşı karşıya gelmesinin Türkiye’de Kürt-Türk ilişkilerinde yıkıcı etkiler yapması bekleniyor.

Bununla da bitmiyor. Böyle bir eylemin ve sınır ötesi operasyonun kışkırtacağı yeni terör eylemlerinin sonuçta Meclis’te grup kurmaya hazırlanan Kürt siyasi hareketinin bütün şansını yok edeceği; dolayısıyla Kürtler’in siyasî temsili için bir başka baharı beklemek zorunda kalacağı da biliniyor.

Tabiî, bütün bunların sonucu, seçimlerini bile yapamayacak kadar kaosa batmış bir ülke manzarasıdır. Uluslararası planda tecrit olmuş, ekonomisi krize girmiş; içerde terör kıskacına alınmış, yönetilemez hale gelmiş bir ülkede sandığı kim düşünür! Öyle bir ülkede sandığın değil, şiddetin dili konuşulabilir ancak. Demokrasinin değil, otoritenin borusu öter.

* * *

Geçenlerde Mahir Kaynak’ın önemli bir değerlendirmesi vardı: Terörü önlemenin en etkili, belki de tek yolunun, terör eyleminin ertesinde, yönetenlerin hiçbir politikalarını şu ya da bu yönde asla değiştirmemeleri gerektiğini söylüyor; terörist örgütlerin hiçbir sonuç alamadıklarını her seferinde ve net biçimde görmelerinin hayati önemini vurguluyordu. Başbakan Erdoğan’ın Anafartalar’da patlayan bombanın tozu yatışmadan “Ordu istiyorsa Meclis’ten Kuzey Irak iznini hemen çıkarırız” açıklaması bana Kaynak’ın bu sözlerini hatırlattı.

Geçmiş olsun diye söylendim kendi kendime. Kime öfkeleneceğimi bile bilemeden...

Bugün, 25 Mayıs 2007

Gülay GÖKTÜRK

26.05.2007


 

Yapsa da yaptı, yapmasa da!

Ankara’daki bombayı kim patlattı? Bombanın patlamasından daha bir saat geçti, geçmedi, PKK’nın elindeki patlayıcılardan söz edilmeye başlandı TV’lerde. İşaret edilen adres belli olmuştu: Yapsa yapsa PKK yapmıştır, başka kim yapabilir ki!

Bu da şu anlama geliyordu:

PKK ‘yaptım’ da dese, ‘yapmadım’ da... Bir akıl hastasının manyaklığı da olsa... Abuk sabuk bir siyasi stratejiye sahip, ortalığa yeni yeni çıkan bir başka terör örgütü de olsa...

Hiç fark etmez: Bombayı PKK patlatmıştır. Nokta. Kabul etse de, etmese de ihale onun üstünde kalmıştır.

Burada önemli olan derin gerçek değildir. Hakikatin tam olarak ortaya çıkarılması da değildir. Önemli olan kamuoyunu yönlendirmektir.

Peki kamuoyu ne durumda?

***

Biz cumhuriyet mitinglerinin sadece “sonucunu” yani meydanlardaki halini gördük.

Halbuki bu mitinglerin planlanması ve hazırlıkları çok daha öncelere, ‘en azından’ iki yıl geriye uzanıyor.

O halde şunu da görmek gerek: Mitinglerin, “ Meclis’teki AKP grubunun cumhurbaşkanını seçmesini engellemekten “ çok daha ötesinde bir amacı (ya da amaçları) var.

Tayyip Erdoğan’ın ya da Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı olmasını engellemek için bir “ hukukçu darbesi “ ve ona eşlik eden bir “ 23.20 muhtırası “ yetti.

Peki bu kadar büyük bir kitle niye harekete geçirildi? Sadece AKP’ye muhalif partileri bir araya getirerek Meclis aritmetiğini değiştirmek mi?

Yakın zamana kadar ay yıldızlı bayrak en çok MHP tarafından kullanılırdı, çünkü bayrak Türk milliyetçiliğinin simgesiydi.(...)

Şimdi ise yeni orta sınıf da bayrak sallayıp duruyor. Ancak... Kime ‘ karşı’ salladığı az çok belli ama kimin ‘ için’, yani ‘ kimden yana’ salladığı gayet belirsiz...

Bu da milliyetçileştirilmiş (ya da başka bir deyişle ulusalcılaştırılmış ) ama ‘partisiz’, ‘örgütsüz’, ‘yönlendirilmeyi bekleyen’ bir kitle demek...

Bombadan sonra bu kitle de burnundan solumaya başladı. “ Yeter artık, hadi bir şeyler yapın “ demeye başladı. Ya da şöyle: Bir şeyler yapılırsa alkışlayacak, tereddütsüz destekleyecek hale geldi.

Bütün bunlar şu anlama geliyor: Çankaya seçimini ve genel seçimleri etkilemenin çok ötesinde bir olayla karşı karşıyayız.

Silahlı Kuvvetler, Kuzey Irak’ta sonu belirsiz, karanlık bir maceraya sürüklenmek isteniyor.

1990’lı yıllarda defalarca yapılan türden bir ‘ sıcak takipten’ filan söz etmiyorum. O kadarla kalsa mesele yok. Girersin, çıkarsın...

Ama girip de çıkmamak... Orada tutunmaya çalışmak var. Gerilla tipi mücadele tecrübesine sahip, birçok bireyi silahlanmış bir halkla ve hatta ABD ordusuyla karşı karşıya kalmak var...

Başka? Yarın öbür gün çekilmeye başladığında, bugünkü sınırlarında tutunamamak var... Alayım derken, vermek var. Hadi adını koyalım: İç savaş tehlikesi var.

Bütün bunları ben biliyorum da bizim Genelkurmay bilmiyor mu? Elbette biliyor, hem de bin katını biliyor.

Ama işte, bir bataklığa doğru itilmekteyiz.

***

Bu arada...

Zihnimi epeydir şu soru kurcalıyor:

“Acaba AKP başka bir aday çıkarsaydı... Yani ‘ karşı tarafın’ hayır diyemeyeceği bir adayı öne sürseydi; bütün bunlar yine olur muydu?”

Eğer asıl amaç cumhurbaşkanı seçmenin ötesinde bir şeyler yapmaksa... Yani yukarıda genel hatlarını çizmeye çalıştığım bir operasyon, bir tuzak söz konusuysa... Artık kani oluyorum ki: Fark etmezdi! Evirip çevirip aynı senaryoyu sahneye koyarlardı.

Sabah, 25 Mayıs 2007

Emre AKÖZ

26.05.2007


 

Tuzağın adı bellidir

Ankara’da patlayan bomba, başka şehirlerde yine bombalı eylem hazırlıklarının ortaya çıkması Türkiye’ye kurulan tuzağın boyutlarını gösteriyor.

Tuzağın bir boyutu içeride diğeri ise Kuzey Irak’ta. Ama iki unsurun bir araya getirilmesi, Türkiye’nin önümüzdeki 15-20 yılda yine büyük sorunlarla boğuşması, her türlü toplumsal gelişimin durması anlamına geliyor.

***

Bombaların ucunda PKK’nın çıkması, DTP’nin seçim öncesi dönemdeki siyasal faaliyetleri açısından önemli zorluklar yaratabilir. DTP de diğer siyasi partiler gibi toplantılar, mitingler yapmak isteyecek, ancak her toplantı, her miting gerilim kaynağı olacaktır.

Bu toplantılarda ortaya çıkabilecek bazı olumsuz olaylarla da gerilimin içerdeki boyutu iyice büyüyecektir.

Tuzağın ikinci boyutu, birincisiyle sıkı sıkıya bağlı olan Kuzey Irak tuzağıdır. PKK’nın son eylemleri, yine ardı ardına gelen şehit cenazelerinin yarattığı haklı duygusal ortamda toplumun geniş bir kesiminde Kuzey Irak’a yapılacak bir askeri müdahale büyük haklılık kazanacaktır.

***

Aslında Türk askeri Kuzey Irak’ta defalarca operasyon yapmıştır. Üstelik operasyonlar bu bölgede bir yönetim boşluğunun olduğu dönemde, Kürt aşiretlerinin bugünkü gibi bağımsız bir askeri örgütlenmesinin olmadığı dönemde yapılmış ve Barzani ya da Talabani güçleriyle bir çatışma olmamıştır.

Bugün Kuzey Irak Kürtleri egemen oldukları toprağı bağımsız Kürdistan olarak görmektedir. Ayrıca bu durum, resmen ilan edilmemiş olmasına rağmen dünya tarafından da bir oldu-bitti olarak kabul edilmiştir.

Bunun anlamı Kuzey Irak’a Türk askerinin girmesinin sonuçlarının önceki dönemden farklı olacağı ihtimalinin yüksekliğidir. Yani Kuzey Irak Kürt yönetimi bu operasyonu kendi bağımsızlığına saldırı olarak görecek ve şu anda varolan Amerikan desteğiyle karşı koyacaktır.

Bunun anlamını ve sonuçlarını da iyi düşünmek gerekir. Türk askeri Kuzey Irak Kürt kuvvetlerinin karşı koymasıyla bölgeden “çıkarılmış” durumuna giremez, dolayısıyla da çatışmaların ulaşacağı boyutu tahmin etmek güçtür.

Böyle bir operasyona karşı, zaten yıllardır bunu bekleyen PKK’nın da tedbir alacağı bellidir. Bu tedbir ille de çatışma olmayabilir, ama üzerinde bu kadar konuşulan bir operasyonun hedeflerini ne ölçüde gerçekleştirebileceği de başka bir konudur.

***

Şunu düşünelim:

Türk Silahlı Kuvvetleri Kuzey Irak’a girmiş... Peşmergelerle çatışmalar oluyor... Amerika Türkiye’yi bir egemen devletin topraklarını işgal girişiminde bulunmakla suçluyor... Türkiye, Birleşmiş Milletler’de suçlanıyor... Türkiye Avrupa Birliği’nde suçlanıyor... Çatışmalar devam ederken Türk topraklarında da bombalar patlıyor... Kuzey Irak’tan şehit cenazeleri gelirken büyük şehirlerde sivillerin; kadın, çocuk sivillerin bombalarla parcalanmış cenazeleri kalkıyor... Büyük şehirlerde kimse gece sokağa çıkmıyor, herkes koşarak işinden evine dönüyor, kapanıyor... Halktaki öfke büyüyor. Bu öfkeyi şiddete yönlendirmek isteyenler ortaya çıkıyor.

Bu arada Türk ekonomisi de duruyor... Yabancı sermayenin gelmesi, işsizliğin azalması bir rüya oluyor; varolan sermaye de kaçıyor, işsizlik tırmanarak artıyor... Büyük şehirlerde asayiş sorunu da katlanarak artıyor...

***

İşte Türkiye’nin çekilmek istediği tuzağın boyutları bu kadar açıktır. Bu planı yapanlar herhalde Türkiye’de bu tuzağa düşecek safdillere ya da bu yolla Türkiye’yi Batı’dan uzaklaştırmak isteyenlere güvenmektedir ki bu büyük tuzağı kurmuşlardır.

Böyle bir tuzağa bilerek, göz göre göre düşmenin hiçbir gerekçesi olamaz, düşenleri de tarih ve gelecek kuşaklar affetmez.

Vatan 25 Mayıs 2007

Okay GÖNENSİN

26.05.2007


 

Uzlaşma aransaydı

Devletin zirvesinde durumlar vahim. Darmadağın bir görüntü ortaya konuluyor. Bu, Türkiye’nin ihtiyacı olduğu en son durumdur. Tam tersine, birlik görünümüne, ahenge, uzlaşmaya ve konuşmaya ihtiyacımız var

Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanlığı adaylığı sürecinde, Başbakan Erdoğan’ı uzlaşmayı tamamen reddeder tutumu nedeniyle eleştirmiştik.

Anayasa Mahkemesi’ne gidip, cumhurbaşkanlığı seçimini resmen engelleyen CHP Genel Başkanı Deniz Baykal bile; ‘Eğer Başbakan konuşmak için bize gelmiş olsaydı, birkaç isim getirseydi, mutlaka bir aday üzerinde anlaşabilirdik’ dedi bize.

Gerçi AKP’liler Baykal’a pek güvenmiyor ve onun bir ortamda söylediği lafın pratikte tam tersini yapabildiğini düşünüyorlar.

Ama uzlaşma arayışını AKP başlatmış olsaydı, dayatmacı bir isim üstünde ısrar eden, ‘bu mutlaka böyle olacak’ diyen tavır sergilemeseydi, bugün Türkiye’de her şey daha farklı, daha yumuşak ve gelecek için ümit veren bir durumda olabilirdi.

Şimdi ise baskı altında tutulmaya çalışılan, son derece gerilimli bir ortamdayız.(...)

Akşam, 25 Mayıs 2007

Serdar TURGUT

26.05.2007


 

“İcabında 30 milyonun yarısı asılır, kalanlar Atatürk yolundan gider”

“İki kişi geldi. Biri albay olduğunu söyledi. ‘Senin babandan da nefret ederim. Zaten Menderes yaptı bütün bunları. İcabında yarısı asılır otuz milyon nüfusun, kalan on beş milyon Atatürk yolundan gider’ dedi. Bir de ‘Hükümet var falan diye öyle parlamento, anayasa, babayasa gibi şeylere güvenme. Burada hayatın bizim elimizde” gibilerinden bir şeyler... Sonra soyup bir pijama giydirdiler, üzerinde kan lekeleri olan... Ellerim zincirli halde yatağa oturttular.

İki gün falaka ve elektrikten geçirildim. Falaka tanıdık bir acıydı. Ama elektrik! İşte o bildiğin bir acı değil.

Cereyan çarpmasını birkaç kat büyüteceksin. Katılıyorsun, nefesin kesilir gibi oluyor. Bana çok şiddetli işkence yapılmadı. Hayalara elektrik bağlanması falan yaşamadım ben. Haftalarca işkence görenler vardı. On dokuz gün kaldım Kontgerilla’da...”

12 Mart!

1971’in askeri darbesi...

O zaman da Türkiye’nin varoluş mücadelesi içinde olduğuna inanan birtakım askerler, iktidara el koymuşlardı; Türkiye’yi varoluşsal tehditlerden kurtarmak amacıyla...

Kontrgerilla’da işkencehaneler bu uğurda kurulmuş, Ziverbey’de insanlara cereyan “Türkiye’yi kurtarmak için” verilmişti.

İşte bunun içindir ki, bu ülkede sözde ‘varoluş mücadelesi’ne karşı demokrasi ve hukuk mücadelesi daha hâlâ gündemdeki yerini koruyor.

Milliyet, 18.3.2007

(Not: Bu yazı daha önce 19.03.2007 tarihli Yeni Asya’da iktibas edilmişti.)

Hasan CEMAL

26.05.2007


 

Senaryo öngörüldüğü gibi mi?

Çok değil...

10 Mayıs’ta yazdığım ‘Şimdi Provokasyon Zamanıdır’ adlı yazıdan tam bir ay önce de...

Yani 10 Nisan’da da ‘Provokasyonun üç sıcak noktası...’ başlıklı bir yazı yazmıştım. Bir bölümü aynen şöyleydi:

‘Dün Bingöl’ün Yayladere kırsalında...

Bir uzman çavuş daha şehit oluyor...

Üç günde ölen askerlerimizin sayısı ona çıkıyor.

Sanki bir el... Hem içerde...

Hem de dışarıda Kürt meselesini eş zamanlı kaşımakta...

***

Dış politika nedeniyle sinsice gösterilen kırmızı bir kart mı?

Cumhurbaşkanı seçimi arifesinde şahinlerin ‘derin’ dayanışması mı?

İkisi birden mi?

İlkbaharda beklenen...

Kürt sorunundaki muhtemel provokasyonlar da başladı.

Sürpriz maalesef yok.

***

Statükocuların...

Değişime karşı en çok medet umdukları nokta olan...

Kürt meselesi hareketlenmeye başladı.

Türkiye’yi öfke dolu bir ıstıraba doğru sürüklemek amaçlanmakta.’

***

Şimdi sanki öngördüğümüz bu kanlı senaryo adım adım yürümekte...

Önceki gün 1979 doğumlu Güven Akkuş, intihar bombacısı olarak ortaya çıkıyor...

Ankara’da altı kişinin öldüğü, 100’e yakın insanın yaralandığı bombayı patlatıyor.

Hemen ertesinde...

Bakıyoruz...

Şırnak’ta...

Besler Dereler mevkiinde mayın patlaması sonucu altı askerimiz şehit oluyor...

Bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak, devletin birinci görevi ‘can güvenliğini korumak’ değil midir, diye düşünüyorsunuz.

Ankara’da 24 saatte kimliği teşhis edilen, üstelik de sabıkalı birisi, bir katliamı bu kadar rahatlıkla nasıl gerçekleştirebiliyor?

Şırnak’ta ise...

Bunca gelişmiş teknolojiye rağmen mayınlar askerlerimizi bu kadar rahat nasıl yok edebiliyor?

***

Koruma altındaki sınırlardan...

Silahlar...

Bombalar...

Silahlı unsurlar...

Rahatlıkla geçmekle kalmıyor, elini kolunu sallayarak etrafa mayın da döşeyebiliyorsa...

Bununla da yetinmeyip kentin göbeğinde katliam yapabiliyorsa...

Üstelik Genel Kurmay Başkanı da ‘bunların devam edebileceğini’ vurguluyorsa...

Bir vatandaş, önceliği can güvenliğini korumak olan devleti için ne düşünür?

Askeri... Polisi... Jandarması...

İstihbaratçısı... Bakanı... Başbakanı...

Bunları önlemekle görevli değil mi?

Doğrusu Türkiye’nin genel seçimler öncesinde kanlı bir ortama çekileceğini düşünenler açısından...

Olup bitenler sürpriz değil.

Bunun önlenmemesi...

Hatta artarak sürmesi halinde...

Öngörülen hedefler şu şekilde tahmin edilebilir: Ülkenin askeri bir yönetime doğru kayması... Seçim olanağının kaybolması...

AB sürecinin dinamitlenmesi.

***

Türkiye’yi kanlı bir ortama sürüklemek en çok kimin işine yarar?

Türkiye’nin değişimini, dönüşümünü, yenileşmesini ve demokratikleşmesini isteyenlerin işine tabi ki yaramaz.

Bu kanlı arena görüntüsü, Türkiye’yi eskisi gibi tutmaya, değişimin önünü kesmeye, silahların ve silahlıların öne çıkmasına hizmet edecektir.

***

10 Nisan’da uyarmışız...

10 Mayıs’ta tekrar yazmışız...

Şimdi yeniden söylüyoruz:

Kürt kartını oynayarak Türkiye’yi öfke dolu bir ıstıraba doğru sürüklemek isteyenler bu oyunun senaristi ise...

Türkiye’deki bu kanlı vahşetin büyüyerek ve taşınamaz bir noktaya doğru hızla götürüleceğini de bugünden söylemek mümkün...

Daha önce yanılmadık, ama inşallah bu sefer yanılıyoruzdur. Ama bizim yanılıp yanılmamızdan öte, ülkenin güvenliğinden sorumlu olanların da artık biraz ‘sorumlu’ davranması gerekmiyor mu?

Star, 25 Mayıs 2007

Mehmet ALTAN

26.05.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler


 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004