Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 03 Haziran 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

ÂYET-İ KERİME MEÂLİ

And olsun ki, Biz Mûsâ'yı ap açık mucizeleri-mizle Firavun ve ehline gönderdik. O, "Ben Âlemlerin Rabbinin elçisiyim" dedi.

Zuhruf Sûresi: 46

03.06.2007


HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ

Sana bir şey emânet edene emânetini ver. Sana hıyânet edene hıyânet etme.

Câmiü's-Sağîr, c: 1, no: 177

03.06.2007


Namazın ve ibadetin mânâsı

Birinci Nükte: Namazın mânâsı, Cenâb-ı Hakkı tesbih ve tâzim ve şükürdür. Yani, celâline karşı, kavlen ve fiilen “Sübhanallah” deyip takdîs etmek; hem, kemâline karşı lâfzen ve amelen “Allahuekber” deyip tâzim etmek; hem, cemâline karşı kalben ve lisânen ve bedenen “Elhamdülillah” deyip, şükretmektir.

Demek tesbih ve tekbir ve hamd, namazın çekirdekleri hükmündedirler. Ondandır ki, namazın harekât ve ezkârında, bu üç şey, her tarafında bulunuyorlar. Hem, ondandır ki, namazdan sonra, namazın mânâsını te’kid ve takviye için şu kelimât-ı mübâreke, otuz üç defa tekrar edilir. Namazın mânâsı, şu mücmel hulâsalarla te’kid edilir.

İkinci Nükte: İbâdetin mânâsı şudur ki: Dergâh-ı İlâhîde abd, kendi kusurunu ve acz ve fakrını görüp, kemâl-i Rubûbiyetin ve kudret-i Samedâniyenin ve rahmet-i İlâhiyenin önünde hayret ve muhabbetle secde etmektir.

Yani, Rubûbiyetin saltanatı, nasıl ki ubûdiyeti ve itaati ister; Rubûbiyetin kudsiyeti, pâklığı dahi ister ki, abd, kendi kusurunu görüp istiğfar ile ve Rabbini bütün nekàisten pâk ve müberrâ ve ehl-i dalâletin efkâr-ı bâtılasından münezzeh ve muallâ ve kâinatın bütün kusurâtından mukaddes ve muarrâ olduğunu tesbih ile, “Sübhanallah” ile ilân etsin.

Hem de, Rubûbiyetin kemâl-i kudreti dahi ister ki, abd, kendi zaafını ve mahlûkatın aczini görmekle, kudret-i Samedâniyenin azamet-i âsârına karşı istihsan ve hayret içinde “Allahuekber” deyip, huzû ile rükûa gidip, Ona ilticâ ve tevekkül etsin.

Hem, Rubûbiyetin nihayetsiz hazîne-i rahmeti de ister ki, abd, kendi ihtiyacını ve bütün mahlûkatın fakr ve ihtiyacâtını suâl ve duâ lisâniyle izhâr ve Rabbinin ihsan ve in’âmâtını şükür ve senâ ile ve “Elhamdülillah” ile ilân etsin.

Demek, namazın ef’âl ve akvâli, bu mânâları tazammun ediyor ve bunlar için taraf-ı İlâhîden vaz’ edilmişler.

Sözler, s. 44-45

Lügatçe:

tesbih: Allah’ın zatında, sıfatında ve fiillerinde bütün noksanlardan uzak olduğunu ifade etmek.

tâzim: Hürmet, büyük saydığını gösterecek şekilde güzel muamelede bulunma.

kavlen: Sözle, sözlü olarak.

takdîs: Mukaddes bilme.

lâfzen: Sözlü olarak.

tekbir: “Allah en büyüktür” mânâsına gelen “Allahuekber” kelimesini söyleme.

ezkâr: Zikirler.

te’kid: Kuvvetlendirme.

kelimât-ı mübâreke: Mübarek kelimeler.

dergâh-ı İlâhî: Allah’ın huzuru.

abd: Kul.

kemâl-i Rubûbiyet: Allah’ın yarattıklarını terbiye ve idare etme sıfatının mükemmelliği.

kudret-i Samedâniye: Her şey kendisine muhtaç olan Allah’ın gücü.

rubûbiyet: Allah’ın terbiye, tedbir ve idare ediciliği.

ubûdiyet: Kulluk.

nekais: Noksanlar, eksiklikler.

müberrâ: Temiz, kusurdan uzak ve arınmış.

efkâr-ı bâtıla: Batıl fikirler.

muarrâ: Yüksek, temiz, kötülükten uzak.

kemâl-i kudret: Allah gücünün mükemmelliği.

azamet-i âsâr: Eserlerin büyüklüğü.

istihsan: Beğenme, güzel bulma.

ef’âl: Fiiller.

akvâl: Sözler, konuşmalar.

tazammun: İçine alma.

03.06.2007


Kulca özgürlük ya da özgürce kulluk

“Ekmeksiz yaşarım. Hürriyetsiz yaşayamam.”

(Bediüzzaman)

Ekmekten daha vazgeçilmezdir hürriyet beşer için. Ekmekten daha kutsaldır hürriyet. Ekmek için can verilmez ama hürriyet içi canlar verilir. Bu gün Ortadoğunun kan gölüne dönmesi de mazlûmların bu haklı isteklerindeki ısrarlarından değil midir? Ve maalesef asrımızı kirleten kanla karışık gözyaşı seli Bediüzzaman’ın bu veciz ifadesinin en yakın şahidi değil midir?

Kucaklarına bombalar düşse de çocukların gözleri semâda barış güvercinlerini beklemektedir. Savaşmak için ellerinde bir sapanları kalsa, tanklara karşı koyma cesareti vermektedir hürriyet. Evlâtları kucaklarında öldürülse, babaların bir diğer evlâdını da feda edebilecek kadar gözü kara yapar hürriyet. Mukabil güçler arasında uçurumlar olsa ve dünya bu haksızlığa seyirci kalsa akıtılacak son damla kana kadar mücadele azmi verir.

Evet ekmeksiz yaşanır fakat hürriyetsiz yaşanmaz. Hürriyet yoksa esaret altında yaşamanın anlamı da olmaz. O halde artık anlamsızlaşan bu hayatlar hiç olmazsa gelecek nesillerin hürriyeti adına feda edilebilir. Bunun için yaşlılar öldürülür, mabetler basılır, evler yıkılır, çocuklar kurşuna dizilirse vatanın her karışı oluk oluk kanlarla sulanır. Sulanır ki bugün düşmanın kirli çizmeleriyle çiğnediği topraklardan yarın hürriyet filizlensin. Filizlensin de insan kul olduğunu unutan bir başka insanın önünde boyun eğmesin.

Zira insan kâinatta en mükemmel varlık. Bu mükemmel varlık ancak daha mükemmel bir varlık karşısında boyun eğebilir, kul olabilir. Aslında bu onurlu kulluk için her bir azasına paha biçemediğimiz canlar feda edilir ki yüreklere pranga vurulmasın. En mükemmele yapılan kutlu secdeyi kirli eller engellemesin. Bu nazarla baktığımızda yani en mükemmel zâta giden yolda karşımıza çıkacak her engeli istiklâliyetimiz için bir tehdit unsuru olarak algıladığımızda, kendini hür ve serbest görmek isteyen nefis dahi abdiyetimizin önünü tıkayan bir engeldir ve en az bir Bush ya da Şaron kadar tehlikelidir.

“Ey nefs-i emmarem! Sana tabi değilim. Sen istediğin şeye ibadet et ve istediğin şeyin peşine düş. Ben ancak ve ancak beni yaratıp, Şems ve Kamer ve Arzı bana musahhar eden Fâtır-ı Hâkim-i Zülcelâl’e abd olurum” diyerek zalim nefse meydan okuyup, Hâlık-ı Zülcelâl’e abdiyetini ifade içinde diğer mahlûkata karşı istiklâliyetini ilân etmek lâzım.

Mâlum “Bir köyde iki muhtar olmaz.” Her insanın iç âleminde ya nefis hâkim, ruh ona tâbi olur veya ruh hâkim nefis ona tabi olur. Nefsin hâkimiyetinde çok haklar çiğnenir. Hevâ ve hevesi tatmin için ruh ihmâl edilir. Geçici zevkler uğruna, insanı topyekûn bütün aza ve lâtifeleri ile Cennete ulaştıracak tekâmül vazifesini terk eder nefis. Ruhun hâkimiyetinde ise bütün bu ihmâlleri yapacak olan nefis bile bir “müfettiş-i âlikadr” makamına çıkar. Kedersiz sevinç, elemsiz hayat, zevâlsiz lezzete mazhar olur. Her bir lâtife yaratılış gayesine ulaşırken bütün lâtifelerin sultanı olan lâtife-i Rabbaniye de unutulmuşluktan kurtulup secde ufkunda hürriyeti soluklar.

Rabbim! Dökülen masum kanlar hürmetine, haksız saldırılara maruz kalarak dalga dalga katına yükselen şühedâ hürmetine, İslâm topraklarını düşman çizmeleri altında çiğnetme! Sana ve bekâya aşık ruhumuzu da nefsimize ezdirme! Küçük cihada maruz din kardeşlerimizle birlikte bizi de büyük cihadlarımızda muzaffer kıl. Amacı inancını yaşamaya çalışmak olan biz ahir zaman Müslümanlarının Sana ulaşacak yolda yürürken karşımıza çıkacak her türlü engeli önümüzden kaldır. Bizleri maddiyunluk ve dünyevîlik bombardımanına karşı muhafaza eyle!..

Nuriye ÇEVİK

03.06.2007


ESMA-İ HÜSNA

Mâni’

Allah (c.c.), Mâni’dir, Menî’dir. Yani, Cenâb-ı Mevlâ istemediği işlere mâni olur, tasvip buyurmadığı işleri durdurur, irâdesi haricinde bir yaprağı bile kımıldatmaz, dilemediği şeylerin meydana gelmesini önler, kullarını kötülüklerden alıkoyar, seyyiâtı men eder, çirkinlikleri örter ve gizler. Cenâb-ı Allah kötülükleri ve fuhşiyâtı haram kılarak kullarının seyyiâta bulaşmasını önler, dalâlete karşı set koyar, mahlûkatını şerre karşı korur ve himâye eder.

Kâinâtta zerrelerden dev kürelere kadar var olan her şey hareket etmek için veya durmak için Allah’tan emir alır. Her şey, her hareketinde ve her durgunluğunda Onun irâdesine bağlıdır. Her faaliyet, Onun irâdesi ile gerçekleşir. İrâdesi ve dilemesi olmadığında hiçbir şey hiçbir biçimde yerinden oynamaz ve harekete geçmez. Cenâb-ı Allah her hareketi ve her durgunluğu “Ol” emri ile kuşatmıştır. Emrinin haricinde hiçbir harekete izin vermez, dilediğini dilediği şeyden meneder, dilediği şeyleri yasaklar.

Mâni’1 ve bu ismin mübalâğa şekli olan Menî’ ismi2 Peygamber Efendimiz (a.s.m.) tarafından bildirilmiştir. Cenâb-ı Hak Kur’ân’da, Cennette bitip tükenmeyen, yasak edilmeyen ve mâni olunmayan bol meyveler bulunduğundan sıkça bahsetmiştir.3

Her bir tohum ve çekirdeğin “kâf-nûn” tezgâhından çıkan birer sandukçadan ibâret olduğunu beyan eden Bedîüzzaman, her tohuma kaderle çizilmiş bir programın yüklendiğini, bütün ağacın başına gelecek olayların, çekirdeklerinde yazılı hükmünde bulunduğunu, kudretin, o kaderin pergel ve gönyesine göre zerreleri istihdam edip tohumcuklar üstünde koca bir kudret mu’cizesi binâ ettiğini kaydeder.4

Bediüzzaman Saîd Nursî’ye göre, ağaç ve hayvanların hayatına dikkat edildiğinde; câmid, kör, sağır, şuursuz ve bir birinin benzeri olan zerrelerin, o ağacın veya hayvanın gelişip büyümesinde aktif bir biçimde hareket ettikleri görülecektir. Eğri büğrü hudutlarda, zerrelerin, yerini ve faydalılık sınırını tanıması, görmesi, bilmesi ve daha ileriye tecâvüz etmeden hududda durması, ileriye geçmekten kendini alıkoyması; sonra başka bir yerde büyük bir gayeyi takip etmek üzere yolunu değiştirmesi, zerrelerin kaderden gelen mânevî emirler ile hareket ettiklerini göstermektedir.5 Binâenaleyh Allah isterse her şey kolaydır, her şey yoluna girer, her engel aşılır. Allah istemediği takdirde ise, bütün halk ve güç sahipleri toplansalar hiçbir şey yapamazlar, bir adım yol alamazlar, Allah’ın koyduğu mâniayı ve engeli aşacak güç yoktur.6

Hayrın, iyiliklerin ve kemâlâtın vücuda dayandığını dalâletin, şerrin, kötülüklerin, günahların ve bütün çirkinliklerin de özünün, esasının ve mayasının yokluktan ibâret olduğunu, onlardaki fenalık ve çirkinliğin yokluktan geldiğini7 beyan eden Bedîüzzaman, kötülükleri def etmenin hayır istemekten daha evlâ olduğunu, çünkü şer ortadan kalkmadıkça gelecek hayrın fayda vermeyeceğini kaydeder.8

Bediüzzaman Saîd Nursî’ye göre, ahlâksızlığın ve inkârın revaçta olduğu bu zamanda, ahlâksızlığı ortadan kaldırmaya ve bozuk fikirleri ıslâh etmeye hizmet etmek ve günah işlemekten uzak durmak “takvâ” derecesinde ehemmiyetlidir. Onun için bu zamanda farzlarını işleyen ve büyük günahlardan uzak duran, kurtulur. Çünkü, bu ağır şartlar altında az bir salih amel, çok hasenât hükmündedir. Öyle ki, bir haramın terki vâciptir. Bir vâcibi işlemek, çok sünnetlerden evlâdır. Çünkü binler günahların hücumu altında bir tek “sakınmakla,” az bir amel ile, yalnız günahları terk etmek sûretiyle yüzer vâcip işlenmiş olmaktadır. Bu ehemmiyetli sevap niyetle, takvâ namıyla, günahlardan kaçınmak kastıyla kazanılabilmektedir.9

Bedîüzzaman’a göre, günahsız kullarına karşı hadsiz şefkat sahibi olan Cenâb-ı Hakkın, Hazret-i Zülkarneyn’e (a.s.) emir, inâyet ve yardımıyla muhkem sedler inşâ ettirmesinin bir hikmeti, kötü ve bozguncu kavimlerin saldırılarından mazlûm ve mâsûm kavimleri korumak, kurtarmak ve tecâvüzlerini men etmektir.10

Binâenaleyh, kötülerin ve kötülüklerin önüne çekilen maddî-mânevî sedlerde Menî’ olan Cenâb-ı Hakkın hükmü, emri ve kudreti bulunmaktadır.

(Risâle-i Nur’da Esma-i Hüsnâ)

Dipnotlar:

1- Tirmizî, Daavât: 86, 2- Mecmuatü’l-Ahzab, 2: 250, 3- Vâkıa Sûresi: 33, 4- Sözler, s. 432 , 5- A.g.e., s. 433, 6- A.g.e., s. 408, 7- Lem’alar, s. 121-122, 8- Kastamonu Lâhikası, s. 110, 9- A.g.e., s. 110, 10- Lem’alar, s. 160

03.06.2007


Nurdan Dualar

Ey Rabb-i Rahîmim ve ey Hâlık-ı Kerîmim!

Benim sû-i ihtiyarımla ömrüm ve gençliğim zayi olup gitti. Ve o ömür ve gençliğin meyvelerinden elimde kalan, elem verici günahlar, zillet verici elemler, dalâlet verici vesveseler kalmıştır. Ve bu ağır yük ve hastalıklı kalb ve hacâletli yüzümle kabre yakınlaşıyorum. Bilmüşahede, göre göre, gayet süratle, sağa ve sola inhiraf etmeyerek, ihtiyarsız bir tarzda, vefat eden ahbap ve akran ve akaribim gibi, kabir kapısına yanaşıyorum.

O kabir, bu dâr-i fâniden firâk-ı ebedî ile ebedü'l-âbâd yolunda kurulmuş, açılmış evvelki menzil ve birinci kapıdır. Ve bu bağlandığım ve meftun olduğum şu dâr-ı dünya da, katî bir yakîn ile anladım ki, hâliktir gider ve fânidir ölür. Ve bilmüşahede, içindeki mevcudat dahi, birbiri arkasından kafile kafile göçüp gider, kaybolur. Hususan benim gibi nefs-i emmâreyi taşıyanlara şu dünya çok gaddardır, mekkârdır. Bir lezzet verse, bin elem takar, çektirir. Bir üzüm yedirse, yüz tokat vurur.

Ey Rabb-i Rahîmim ve ey Hâlık-ı Kerîmim!

"Külli âtin karîb" (Her gelecek şey yakındır - İbn-i Mâce, Mukaddime:7) sırrıyla ben şimdiden görüyorum ki, yakın bir zamanda, ben kefenimi giydim, tabutuma bindim, dostlarımla veda eyledim. Kabrime teveccüh edip giderken, Senin dergâh-ı rahmetinde, cenazemin lisan-ı haliyle, ruhumun lisan-ı kàliyle bağırarak derim: "El-aman, el-aman! Ya Hannân! Yâ Mennân! Beni günahlarımın hacâletinden kurtar!"

İşte kabrimin başına ulaştım, boynuma kefenimi takıp kabrimin başında uzanan cismimin üzerine durdum. Başımı dergâh-ı rahmetine kaldırıp bütün kuvvetimle feryad edip nidâ ediyorum: "El-aman, el-aman! Yâ Hannân! Yâ Mennân! Beni günahlarımın ağır yüklerinden halâs eyle!"

İşte, kabrime girdim, kefenime sarıldım. Teşyîciler beni bırakıp gittiler. Senin af ve rahmetini intizar ediyorum. Ve bilmüşahede gördüm ki, Senden başka melce ve mence yok. Günahların çirkin yüzünden ve mâsiyetin vahşî şeklinden ve o mekânın darlığından, bütün kuvvetimle nidâ edip diyorum:

"El-aman, el-aman! Ya Rahmân! Yâ Hannân! Yâ Mennân! Yâ Deyyân! Beni çirkin günahlarımın arkadaşlıklarından kurtar! Yerimi genişlettir! İlâhî, Senin rahmetin melceimdir ve Rahmeten li'l-Âlemîn olan Habibin, Senin rahmetine yetişmek için vesilemdir. Senden şekvâ değil, belki nefsimi ve halimi Sana şekvâ ediyorum.

"Ey Hâlık-ı Kerîmim ve ey Rabb-i Rahîmim!

Senin Said ismindeki mahlûkun ve masnuun ve abdin, hem âsi, hem âciz, hem gafil, hem cahil, hem alîl, hem zelîl, hem müsi', hem müsin, hem şakî, hem seyyidinden kaçmış bir köle olduğu halde, kırk sene sonra nedamet edip Senin dergâhına avdet etmek istiyor. Senin rahmetine iltica ediyor. Hadsiz günah ve hatîatlarını itiraf ediyor. Evham ve türlü türlü illetlerle müptelâ olmuş, Sana tazarru ve niyaz eder. Eğer kemâl-i rahmetinle onu kabul etsen, mağfiret edip rahmet etsen, zaten o Senin şânındır. Çünkü Erhamürrâhimînsin. Eğer kabul etmezsen, Senin kapından başka hangi kapıya gideyim? Hangi kapı var? Senden başka Rab yok ki dergâhına gidilsin. Senden başka hak mâbud yoktur ki ona iltica edilsin."

Lem'alar, s. 133-134

03.06.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004