Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 05 Haziran 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

ÂYET-İ KERİME MEÂLİ

Onlara gösterdiğimiz hiçbir mucize yoktur ki, bir diğerinden daha büyük olmasın. Belki inkârlarından dönerler diye, onları azapla yakaladık.

Zuhruf Sûresi: 48

05.06.2007


HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ

Alırken, satarken, borcunu öderken ve borcunu isterken yumuşak davranan kişiyi Allah Cennetine koysun.

Câmiü's-Sağîr, c: 1, no: 181

05.06.2007


Namazın dünya ve ahiretteki mükâfatı

Dördüncü İkaz

Ey sersem nefsim! Acaba, şu vazife-i ubûdiyet neticesiz midir? Ücreti az mıdır ki, sana usanç veriyor? Halbuki, bir adam sana birkaç para verse veyahut seni korkutsa, akşama kadar seni çalıştırır. Ve fütursuz çalışırsın. Acaba, bu misafirhâne-i dünyada âciz ve fakir kalbine kùt ve gınâ ve elbette bir menzilin olan kabrinde gıdâ ve ziyâ ve herhalde mahkemen olan Mahşerde senet ve berat ve ister istemez üstünden geçilecek Sırat Köprüsünde nur ve burak olacak bir namaz, neticesiz midir? Veyahut ücreti az mıdır?

Bir adam sana yüz liralık bir hediye vaad etse, yüz gün seni çalıştırır. Hulfü’l-vaad edebilir. O adama itimad edersin, fütursuz işlersin. Acaba hulfü’l-vaad, hakkında muhâl olan bir Zât, Cennet gibi bir ücreti ve saadet-i ebediye gibi bir hediyeyi sana vaad etse, pek az bir zamanda, pek güzel bir vazifede seni istihdam etse; sen hizmet etmezsen veya isteksiz, suhre gibi veya usançla, yarım yamalak hizmetinle Onu vaadinde ittiham ve hediyesini istihfaf etsen, pek şiddetli bir te’dibe ve dehşetli bir tâzibe müstehak olacağını düşünmüyor musun? Dünyada, hapsin korkusundan, en ağır işlerde fütursuz hizmet ettiğin halde, Cehennem gibi bir haps-i ebedînin havfı, en hafif ve latîf bir hizmet için sana gayret vermiyor mu?

Sözler, 21. Söz, s. 245

Lügatçe:

vazife-i ubûdiyet: Kulluk vazifesi.

fütursuz: Usanç ve gevşeklik göstermeden.

misafirhâne-i dünya: Dünya misafirhanesi.

kùt: Azık, gıda, rızık.

gınâ: Zenginlik, yeterlik, tok gözlülük.

menzil: Ev, oda, yer.

ziyâ: Işık.

mahşer: Toplanma yeri, Kıyametten sonra insanların toplanacakları yer.

berat: Kurtuluş.

burak: Cennete mahsus bir binek.

hulfü’l-vaad: Sözünden dönme.

muhâl: İmkânsız.

saadet-i ebediye: Sonsuz mutluluk, Cennet.

suhre: Zoraki ve isteksiz iş gören.

istihfaf: Hafife alma.

te’dib: Edeplendirme, terbiye verme.

tâzib: Acı çektirme, sıkıntı verme.

haps-i ebedî: Sonsuza kadar kalınan hapis.

havf: Korku.

latîf: Güzel, hoş.

05.06.2007


ESMA-İ HÜSNA

Metin

Allah (c.c.), Metîn’dir. Yani, emir ve hükümlerinde sonsuz kudret ve kuvvet sahibidir. Cenab-ı Hak, kudreti ve kuvveti azalıp çoğalmayan, zâtında ve sıfatlarında değişiklik kabul etmeyen, noksanlıklardan ve kemâlsizliklerden uzak olan, emir ve irâdesinde şiddetli ve kuvvetli bulunan, “Ol!” emri ile her şeyi ansızın olduran, emri kudreti demek olan Zât-ı Akdestir.

Ebû Hüreyre’nin (r.a.) Peygamber Efendimizden (a.s.m.) rivâyet ettiği Metîn ismi Kur’ân’da da vârit olmuştur. Cenab-ı Hak kendi Zât-ı Muâllâsını Metîn ismiyle şöyle zikreder: “Şüphesiz Rezzâk olan, kuvvet Sâhibi ve Metîn olan Allah’tır.” (Zariyat Sûresi: 58)

Allah’ın kudretine nisbeten yıldızların yaratılmalarının zerreler kadar hafif olduğunu beyan eden Bedîüzzaman, zerrelerin de san’atça ve yaratılışça yıldızlardan geri kalmadığını, en büyük şeyin, en küçük şey kadar kolay, en küçük şeyin de en büyük şey kadar san’atlı yaratıldığını, hadsiz fertlerin bir tek fert kadar rahat; bir tek ferdin de hadsiz fertler kadar intizamlı halk edildiğini, ihtişamlı ve kapsamlı bir bütünün, husûsî ve az bir parça kadar kolay; husûsî bir parçanın da ihtişamlı bir bütün kadar san’atlı ve hikmetli îcat edildiğini, koca yeryüzünün bir ağaç kadar rahat; bir ağacın da koca yeryüzü kadar süslü ve nakışlı ihya edildiğini ve diriltildiğini, dağ gibi bir ağacın tırnak gibi bir çekirdek kadar rahat; tırnak kadar bir çekirdeğin de dağ gibi bir ağaç kadar hârika inşâ edildiğini kaydeder.

Bedîüzzaman’a göre, bir şey her yönüyle bir zâtın öz malı olsa, onun zıddı ona zarar vermez. Çünkü, bir zâtî özellikte iki zıtlık birleşmez. Bu mantıken mümkün değildir. Madem ki, “kudret” Allah’ın zâtına mahsustur. Öyleyse, Allah’ın zâtî olan kudretinde, kudretin zıddı olan zayıflık ve noksanlık bulunmaz. Çünkü, bir şeyde mertebelerin bulunması, o şeye zıddının müdâhalesiyle mümkündür. Zâtî olan kudret, zıddı olan âcizlikten etkilenmediğinden bu kudrete mertebeler de müdâhale edemez. Öyleyse, hiçbir mâni O kudreti, tecellîden alıkoyamaz. Hiçbir îcat Ona ağır gelmez. Elbette insanlığın büyük haşrini bir bahar kadar kolay; bir baharı bir ağaç kadar rahat; bir ağacı da bir çiçek kadar zahmetsiz îcat ettiği gibi, bir çiçeği bir ağaç kadar san’atlı; bir ağacı bir bahar kadar mu’cizeli; bir baharı da insanlığın büyük haşri gibi cemiyetli, karmaşık ve hârika olarak halk eder ve gözümüz önünde halk ediyor.

Bediüzzaman Saîd Nursî’ye göre, Cenab-ı Hakkın vaat ve tehditleri metîn ve şiddetli olduğu gibi, gönderdiği büyük din de metîndir; ebediyete kabiliyetli olan âhiret yurdu da metîndir; hattâ dünya ve içindekiler dahî bir derece metîndir. Şu halde Kur’ân’a kulak vermeli ve Allah’ın vaatlerinden hareketle ikinci hayat olan âhiret hayatı için muhakkak hazırlık yapmalıdır. Âlemde inkâr edemeyeceğimiz göz kamaştıran düzen, herkesi kucaklayan rahmet ve herkese el uzatan nimet, haşrin muhakkak kurulacağına ve âhiretin muhakkak geleceğine en büyük şâhitler ve deliller hükmündedirler.

(Risale-i Nur'da Esma-i Hüsna)

05.06.2007


BİR KISSA, BİN HİSSE

İsrail oğullarından bir genç şiddetli bir hastalığa tutulmuştu. Annesi, Allah’a şöyle bir adakla dua etti:    

“Allah’ım! Eğer çocuğum şifaya kavuşup hastalığından kurtulursa yedi gün dünyadan çıkacağım.” Allah çocuğa şifa verdi, çocuk hastalığından kurtuldu.

Annesi de çocuğunu çağırdı, adadığı adağı ona anlattı ve adağını yerine getirmek için kabristanda kendisine bir kabir kazmasını, kendisini oraya yedi günlük defnetmesini emretti.

Çocuk, annesinin emrini yerine getirdi.

Kadın kabre konulduğu zaman şöyle dua etti: “Allah’ım! Gücümün yettiğini yaptım, adağımı yerine getirdim. Bu kabirde beni her türlü âfâttan koru!”    

Kadın bu duayı yapınca, baş tarafında parlak bir ışık ve pencere gibi bir delik belirdi. Gördü ki, bahçede iki kadın bulunuyordu. Bu iki kadın ona:     

“Ey kadın! Oradan çıkıp buraya gel!” diye seslendiler. Kadın genişleyen pencereden çıkıp onların yanına gitti. Bir de ne görsün, bahçenin içinde güzel bir havuz vardı. Kendisi de gidip onların yanına oturdu.

Kadınların yanında otururken, bir kuş gelip kadınların birinin başının ucuna kondu ve kanatlarıyla kadını serinletti. Başka bir kuş da geldi, diğer kadının başucuna konarak, gagası ile kadının başını gagalamaya başladı.

Kadın, birinci kadına:     

“Bu kerâmete, nasıl ve ne ile ulaştın?" diye sordu. Birinci kadın:

“Dünyada iken benim bir kocam vardı. Onu Allah için sevmiş ve itaat etmiştim. Ölürken kocam benden razı olarak öldüm. Allah da bunu bana ikram buyurdu“ dedi.

Kadın ikinci kadına da bu musibetin sebebini sordu:     

İkinci kadın:     

“Benim salih bir kocam vardı. Ben onun haklı emirlerine itaat etmezdim, onu sevmezdim. Ona hep isyan ederdim. Ben ölürken benden razı değildi. Dünyaya döndüğünde kocamın yanına git, ona beni bağışlamasını söyle. O zaman belki bu azaptan kurtulurum” dedi.

Yedi gün geçtikten sonra kadına:     

“Kalk, kabrine dön. Çocuğun, kabrini kazdı. Seni kabirden çıkaracak“ dendi.

Kadın onların yanından ayrılıp kendi kabrine geldi ve kabirden çıktı.

Kadın doğruca musibet çeken kadının kocasının yanına vardı. Ona karısını affetmesini, karısının kabirde sıkıntı içinde olduğunu söyledi. Adam da karısını affetti. Gece rüyasında kadını kendisine şöyle duâ ederken gördü:

“Senin vesilenle azaptan kurtuldum. Allah sana çok büyük mükâfat versin. Allah senin günahlarını bağışlasın.”

Süleyman KÖSMENE

05.06.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004