Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 12 Haziran 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Eğitim

Aileler ÖSS konusunda gençlerden daha heyecanlı

Öğrenci Seçme Sınavı yaklaştıkça aileleri de büyük heyecan sardı. Ailelerin gençlerden beklentileri ve onlara yaklaşımı sınav sürecinde etkili olmaktadır. Ebeveynlerin, öğrencileri sakinleştirmek çabaları, öğrencileri daha çok strese sokmaktan başka bir işe yaramamaktadır. Beklentilerin tekrar tekrar vurgulanması doğru değildir.

Ailenin, gencin sınava hazırlanması döneminde hem maddî hem de manevî katkı olmuştur. Ancak; ‘‘Aman oğlum, sınavda soruları dikkatli çöz. Bizim emeklerimizi boşa çıkarma. Sana güveniyoruz, sen kesin kazanırsın. Eminim, sen Mehmet’ten daha iyi puan alacaksın…’’ şeklinde uzayıp giden konuşmaların öğrencileri nasıl bir ruh haline sürüklediğini anlamak hiç de zor değil. Sınava giderken gencin yanında aileden birisinin olması iyidir. Bu, gencin kendini güvende hissetmesini sağlar. Eğer genç sınav yerine tek başına gitmek istiyorsa, onu çok zorlamamak faydalı olacaktır. Sınavdan önce sanki çok uzun bir yolculuğa gidecekmiş gibi, çok yağlı yiyecekler hazırlayarak, gencin bunları yemesi için ısrar etmemek gerekir. Sınav yaklaştıkça, onu kendi haline bırakmak daha doğru olur.

Lise eğitiminin 4 yıla çıkmasıyla birlikte, 2008 yılında liselerin büyük bölümü mezun vermeyecek ve sınava başvuran öğrenci sayısı azalacak. Kimi öğrenciler bunu göz önüne alarak, sınavı pek dikkate almamaktadır. Şunu unutmamalıyız ki, 2008 yılında sınava 1 milyon 200 bin civarında kişi katılacak. Bu sebeple sınavı boş vermeyip bu yıl elimizden gelenin en iyisini yapmakta fayda vardır. 2007 ÖSS’ye 1.775.100 kişi başvurdu. Bunların 1.639.800’ü ÖSS’ye girmek isterken, 135.300’ü de sınavsız geçişe başvurdu. Geçen yıl ÖSYM sistemi değiştiği için taban puanlarda düşüş gözlenmişti, bu yıl puan hesaplaması ile ilgili yapılan değişiklikle birlikte, tercih yapabilecek aday sayısının artması muhtemel gözüküyor.

[email protected]

Mustafa OĞUZ

12.06.2007


Başarılı öğrenci ders çalışmasından belli olur!

“Öğrencilik” kimi öğrenciler tarafından sıkıntılı ve uğraş gerektiren bir süreç olarak; kimileri tarafından da zevkli bir uğraş, mutlu bir hayat olarak görülür. Başarılı öğrenciler mutluluklarını kendilerine, çevrelerindeki arkadaş ortamlarına, ailelerine yüklerken; öğretim sürecinde başarısız olan öğrenciler / öğrenenler başarısızlıklarını daima öğretmenlerine, çevre şartlarına, kısacası kendi hayatları ile bağlantısı olan bir takım kişileri suçlamakla – psikolojik anlamda kendilerini tatmin ederek – bu sorumluluktan kurtulmaya çalışırlar.

Öğrencilerinde sosyal birer kişi oldukları unutulmamalıdır. Kimi zaman ders çalışma isteği belirir içlerinde, kimi zamansa oyun oynama, spor yapma, sinema, tiyatro vb ders dışı işlerle ilgilenmek isterler. Eğer öğrenen (bir diğer ismi ile öğrenci) ders çalışma gibi bir alışkanlığı varsa hazırladığı belli başlı bir “ders çalışma programı” olacaktır. Ve dolayısı ile “ders dışı işler”i ile “ders içi işler” olarak yaptığı iki farklı program olacaktır. Eğer öğrenci “ders çalışma gibi bir isteği olmayan” bir öğrenci karakterindeyse plansız ve programsız çalışacak “ders içi işler” ile “ders dışı işler” için farklı iki program yapmamış olacağı için daima başarıyı elde edemeyen bir karakter konumunda olacaktır.

Ders çalışma isteği olan bir öğrenci ile ders çalışma isteği olmayan bir öğrenci arasındaki çok önemli farklar vardır. Bunları maddeler halinde sıralayacak olursak;

Ders çalışma isteği olan bir öğrenci;

*Yukarıda da izah ettiğimiz gibi belli bir “ders çalışma programı” olacak, yani planlı ve programlı çalışacak.

*Yaptığı plan ve programda “zamanlama” da yapmış olacak, yani derse ait olan konuları ne zaman çalışacağına, ne kadar sürede çalışacağına, hangi saatte başlayıp hangi saatte bitireceğine karar vermiş olacak.

* Yaptığı plan ve programa, belirlediği zamanda “başlıyor” da olacak.

* Yaptığı plan ve programa, belirlediği zamanda ders çalışmaya başlayacağı yeri de koymuş olacak (kütüphanede mi, evde mi, arkadaşlarda mı, sınıfta mı, vb)

* Yapacağı bütün bu faaliyetleri kendine “yük” olarak görmez, zevkli bir uğraş olarak göreceği için daima rahat ve huzurludur.

* Dolayısıyla başarıyı elde etmemek gibi bir kaygısı da yoktur.

Ders çalışma isteği olmayan bir öğrenci;

* Plansız ve programsız çalışacak, dolayısı ile belli bir zamanlama da yapmamış olacak,

* Belli bir programı ve zamanlaması olmadığı için bir türlü çalışmaya başla(ya)mayacak. Bunun için dersleri daima bir angarya olarak görür, hem dersleri hem okulu zamanla sev(e)mez.

* Çalışmaya başlayamadığı için daima huzursuz ve mutsuzdur,

* Her zaman bir panik içerisindedir, anlaşılmaz davranışlarda bulunur,

* Daima çalışmamasını gerektiren mazeretleri vardır,

* Zamanla psikolojisi bozulduğu gözlemlenebilir.

* Başta yukarıdakiler olmak üzere ve daha birçok olumsuz özellikler kendisinde gözlemlenebilir.

Sonuç olarak; başarıyı veya başarısızlığı neticelendirecek olan öğrencilerdir. Belli bir program dahilinde çalışılmalıdır. Başarısız olan öğrencilere tavsiyemiz odur ki, bir ders çalışma programı hazırlayıp, uygulamaya bir an önce geçmeleridir. Bunun için vazgeçmeyin, ertelemeyin, yapabileceğinize ve başarabileceğinize inanın ve başlayın diyoruz.

[email protected]

Özkan ERDEM

12.06.2007


Çocuğu şimdiden okula alıştırmak gerek!

Okula başlarken ailelerin ve çocukların sıkıntı yaşamaması için, çocukları şimdiden okula alıştırmak gerekiyor. Bunun için okulun yararları (yeni arkadaşlar, yeni elbiseler, yeni kitaplar) zaman zaman anlatılmalıdır. Okula giden öğrencilerden, olumlu düşüncelerini çocuğunuzla konuşmalarını isteyebilirsiniz. Yaz tatilini verimli geçirmesini sağlayacak, okula giden çocukları anlatan resimli kitaplar almak faydalı olacaktır. Çocuğun sizin gözetiminizde okulun bahçesinde oynamasına izin vermeniz, daha kolay alışmasına katkı sağlar. Çocuğun okul ile ilgili neler düşündüğünün öğrenilmesi gerekir. Çünkü küçüğün, okula yönelik olumsuz duyguları varsa bunun en kısa sürede tesbiti, paniğe kapılmadan çözüm yolları üretmeyi sağlar.

Öğrencinin fiziksel durumu, herhangi bir öğrenme bozukluğunun olup olmadığı da okula başlamadan önce bir uzman tarafından kontrol edilmelidir. Ona sık sık ‘‘Seneye okula gideceksin. Koca çocuk oldun. Bak şımarırsan, öğretmenine söylerim. Ayşe Hanım’ın oğlu ne kadar pekiyi getirmiş, senin de öyle olmanı bekliyorum…’’ gibi konuşmalar yaparsanız, çocuk daha okula başlamadan strese girecektir. Eğer okula giden kardeşi varsa, kardeşinden okulla ilgili olumsuz şeyler söylememesini rica edin. Siz de okulu, öğretmenleri kötüleyici ya da eleştirici bir üslûptan kaçının.

6 ila 11 yaş arası çocuklarda daha sık rastlanan okul fobisinin görülme oranı kız öğrencilerde % 13, erkeklerde % 9’dur. Okul fobisinin genel belirtilerini şöyle sıralayabiliriz: Çocuk, okul ve öğretmen sözcüklerini duyunca ani tepki verir. Telâşlı, sinirli ve içe dönük davranışlar sergiler. Okulla ilgili hiçbir şey duymak istemez, okula ön hazırlık için alınan araç gereçlere, kitaplara ilgi göstermez. Çocuğun okula karşı isteksizliği aile tarafından önemsenmezse okul fobisi kronikleşebilir, bu da başarısızlığı beraberinde getirir.

12.06.2007


Tatilde çocuğunuzu spora yönlendirin

Aileler, yaz tatilinde çocukların sportif faaliyetlere katılmalarını teşvik edebilirler. Her yaş döneminin farklı sportif faaliyetleri ve yeterlikleri vardır. 7–10 yaş arası çocuklar; yüzme, futbol, jimnastik, koşma, basketbol, 10–13 yaş arası çocuklar bu sporlara yanında kompleks temas sporlarına (güreş vb) katılabilirler. Bu faaliyetler çocukların fiziksel ve ruhsal gelişimine katkıda sağlar. Küçük yaşlarda spora başlayan çocuklar, grup çalışmalarında daha etkin olmakta, daha düzenli beslenmekte, şiddete daha az başvurmakta, daha kolay iletişim kurmakta ve sağlıklı gelişmektedir.

Çocuklar enerjilerini harcamak için her türlü spora eğilim gösterirler. Ebeveynler, çocukların yaş ve fiziksel durumuna en uygun sporu seçmeli ve çocuğun sağlık kontrolleri düzenli olarak yapılmalıdır. Okul döneminde uzun süre hareketsiz kalan vücuda aniden çok fazla baskı uygulanmaması gerekir. Çünkü insan vücudu belirli aralıklarla dinlenmesi gerekir, yoksa yıpranabilir. Yüzme gibi sporlara başlamak için 4–5 yaş arası uygundur. Aileler çocuklarının bu aktivitelerden ne ölçüde yararlandıklarını zaman zaman kontrol etmelidirler.

Çocuk, harcadığı enerji ve çaba için aileden destek bekleyecektir. Anne-baba, onu olumlu yönde eleştirmelidir. Onu, diğer çocuklarla kıyaslamaktan kaçınmalıdır. Ebeveynler, çocuğun faaliyetlere ne ölçüde katıldığını izlemeli, öğretmen ve arkadaşlarıyla tanışmalıdır. Çocuğa takım ruhunun önemi anlatılmalı, maçlarda onu izlemeye gidilmelidir. Kazansa da kaybetse de onunla gurur duyulduğu hissettirilmelidir. Spor çalışmaları, zorluklarla mücadele etmeyi de öğretir. Eğer çocuk bu spor dalından hoşlanmadığını ve başka bir sporla ilgilenmek istiyorsa diğer faaliyete katılmasına müsaade edilmelidir.

12.06.2007


İnsan kalbi içerden açılır

İngiliz ressamlarından William Holman Hunt’ın, bir bahçeyi tasvir eden bir tablosu Londra Kraliyet Akademisi’nde sergileniyordu. Hunt’ın ‘‘Kâinat Işığı’’ adını verdiği bu tabloda geceleyin elinde bir fenerle bahçede duran bir adam görülüyordu. Adam, serbest kalan eliyle bir kapıyı vuruyor ve içerden bir cevap bekler gibi görünüyordu. Tabloyu tetkik eden bir san’at eleştirmeni Hunt’a dönerek; ‘‘Güzel bir tablo doğrusu ama mânâsını bir türlü kavrayamadım’’ dedi. ‘‘ Adamın vurduğu kapı hiç açılmayacak mı? Ona kapı kulu takmasını unutmuşsunuz da…’’ Hunt gülümsedi ve ekledi: ‘‘Adam alelâde bir kapıya vurmuyor ki… Bu kapı insan kalbini simgeliyor… Ancak içerden açılabileceği için dışarıdan kola ihtiyacı yoktur.’’

12.06.2007


OKS tercihleri Temmuz sonunda yapılacak

Ortaöğretim Kurumları Sınavı (OKS) Pazar günü yapıldı. Sonuçlar 10 Temmuz’da açıklanacak. Şimdi de öğrencileri puan ve tercih telâşı sardı. Sınav sorularına itirazlar, soruların internetten yayınlanmasından itibaren en geç 10 (on) gün içinde dilekçe ile yapılabilecek. İtirazların incelenmeye alınabilmesi için T.C. Ziraat Bankası Beşevler Ankara Şubesi’ndeki Eğitim Teknolojileri Genel Müdürlüğü Döner Sermaye İşletmesi’nin 5495218/5001 numaralı hesabına 10 YTL inceleme ücretinin yatırılması ve banka dekontunun eklendiği dilekçe ile Eğitim Teknolojileri Genel Müdürlüğü’ne başvurulması gerekiyor. Öğrencilerin okullara yerleşme şansı, sınava giren bütün öğrencilerin başarı durumlarıyla yakından ilgili. Anadolu liselerine girebilmek için 55 ve üzeri net gerekiyor. Öğrencilerin sınav sonucunu bir uzman yardımıyla değerlendirmesi ve yeteneklerine en uygun okulu tercih etmesi büyük önem taşıyor.

12.06.2007


Mine çiçeğiyle birbirimizi anlamak...

Hâkim, yetmişlerine merdiven dayadıkları halde boşanmak için başvurmuş çifte sormuş: ‘‘Bunca yıldan sonra niçin ayrılmak istiyorsunuz?’’ Yaşlı kadın cevaplamış: ‘‘Hâkim Bey bir ay öncesine kadar aklımda böyle bir şey yoktu. Eşim bana bir mine çiçeği getirdi, ben de çiçekleri çok severim. Mine, çok sulanması gereken bir çiçekmiş ve kocam düzenli aralıklarla sulanmadığında öleceğini söyledi. Ben kemik rahatsızlıkları olan bir insanım. Geceleri uykumdan kalkıp çiçeği sulamam gerektiği halde, bir gün fark ettim ki, kocam bir kez olsun benim ağrıma rağmen gece kalkıp da çiçeği sulamadı. Bunun üzerine ben de bu kadar düşüncesiz bir insanla yaşamamam gerektiğine karar verdim.’’ Hâkim kadına hak vermiş, ama adettendir diye bir de adama sormuş: ‘‘Senin söyleyeceğin bir şey var mı?’’ Yaşlı adam cevaplamış: ‘‘Eşimin anlattığı her şey doğru, tek bir şey dışında. Mine çiçeği çok sulandığında ölür. Karımın kemik rahatsızlığı var ve iyileşmesi için düzenli egzersiz yapması gerekir, ama eşim bunu yapmadığı için ben bu yalanı uydurdum. ‘‘Çiçeği ölmesin’’ diye her gece kalkmak zorunda kaldı. O her uyandığında ben de uyanık olurdum, işini bitirip uyuduğunda gidip çiçeğin suyunu boşaltır, peçetelerle toprağını kuruturdum…’’

12.06.2007


Depresyondayız...

Son günlerde işime geldiği için bana göre önemli bir kitap okuyorum. Dr. David Burns’ in Türkçeye kazandırılıp Psikonet Yayınlarından “Kendine Yardım Serisi”nden çıkan “İyi Hissetmek” kitabı sözünü ettiğim. Aslında özellikle Freud’un cinsel objelerle süslenmiş bir madde olarak insanı ele almasının aksine, insanın manevî boyutunu ele alan Jung psikolojisinin önemli deneysel kitaplarından birisi okuduğum. Bu kitabın klinik deneylerle “Depresyona” iyi geldiği bilimsel olarak ispat da edilmiş.

Okuduğum bu kitabın, beni ülkemin müthiş bir depresyonda olduğu sonucuna götürmesiyle allak bullak oldum. Kendi derdime mi yanayım, yaşadığım ülkemin manik depresif haline mi?

Dr. Burns’un yalnızca insan depresyonunun temelini teşkil eden 10 “Bilişsel Çarpıtma” nın ülkemin de depresyonda olduğunu ispatlaması bağlamında nasıl da açıklıyor bize. Son zamanlardaki siyasî çalkantılar, artan PKK terör olayları, Sakarya’da Ahmet Kaya resimli tişört giyenlere karşı tahammülsüzlüğü gösteren olaylar, halkın gelişen olaylarla sinir sistemlerinin bozulması, linç kültürünün yaptırıma dönüşmesi, ırkçılık duygularının tahrik edilmesi, Cumhuriyet mitingleri, 1999 seçimlerinde olduğu gibi, bu seçim öncesinde de ulusalcılık dalgasının estirilerek MHP-CHP ikilisini iktidara taşıma niyetleri, Genelkurmay Başkanlığı’nın da tam bu gelişmeler içinde teröre karşı halkı “Karşı koyma refleksi”ne davet ederek bu ortamı hızlandırma gayretleri... Bütün bunlar, Dr. Burns’a göre ciddi bir depresyon haletini yaşadığımızı gösteriyor.

Dr. Burns, 10 Bilişsel çarptırma başlığında şunları sıralıyor:

1) Ya “Hep” ya da “Hiç” düşüncesi: her şeyi siyah ya da beyaz görmektir. “Love or leave” yani, “ya sev ya terk et” mantığıyla ele almak yaklaşımıdır. Ülkemiz bunu yaşıyor mu?

2) Aşırı genelleme: Tek bir olumsuzluğu hiç bitmeyecekmiş gibi görmektir. Ülkemizde başta irtica paranoyası olmak üzere hiç bitmeyecekmiş gibi algılanan ne kadar konu var, düşünür müsünüz?

3) Zihinsel filtre: Bir olaydaki olumsuz bir küçük detaya odaklanarak, buradan her olayın olumsuz yanını görme eğilimidir. Bir tür seçici odaklanma ile habbenin kubbe yapılmasıdır. Tıpkı bir damla mürekkebin bir şişe suyu berbat etmesi gibi olur.

4) Olumluyu geçersiz kılmak: O kadar olumlu gelişmeler içinde en küçük bir olumsuzu göstermektir; “cerbeze-demagoji” denilen tutumun ta kendisi. “Biz zaten hep böyleyiz” yaklaşımına giren neler hatırlıyorsunuz?

5) Sonuçlara atlamak: Süreçlerle ilgilenip çözümlerin tadını çıkarmak varken, akıl okuyup, falcılık yaparak toplumu depresyona sokan ve TV’lerde boy gösteren bir kısım zevatı hatırlar mısınız? Bu kısımdaki insanların vardıkları sonucu destekleyecek hiçbir delil olmadığı halde olumsuz değerlendirmeler dinler, komplo teorileriyle boşa vakit harcarsınız.

6) Büyütme ve küçültme: Buna felâketleştirme de diyebilirisiniz. Bu olayına göre dürbünü tutmaya denir. İşinize geliyorsa uzak, gelmiyorsa yakın dürbün kullanarak toplumu maniple etmektir. Dört tarafı düşmanlarla çevrili bir ülkede yaşamak gerçekten depresyon sebebi olamaz mı?

7) Duygusal davranışlar: Gelişen olaylardan etkilenerek dinî ve millî konularda duygusal davranışlar sergilemek. Sakarya’daki olay buna klasik bir örnek olabilir.

8) “-meli, -malı” cümleleri: Toplumda neredeyse her ferdin “şöyle yapmalı, asmalı, kesmeli” türünden kendi kendini motive edici söylemleri depresyonu haber veriyor. Bu siyasal olaylardan futbola kadar her alanda kendini gösteriyor, değil mi?

9) Etiketleme: Aşırı genellemenin daha da uç halidir. Yanlışlarımızdan, iyi gitmeyen olaylardan sonra kendi kendimize vurduğumuz etiketlerdir. Tıpkı bir yerlerin insanlarımızı etiketlediği gibi…

10) Kişiselleştirme: Toplum olarak kendimizi sebebi olmadığımız halde suçlama psikozudur. Bu yüzden “Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur!” deyip içe kapanık bir toplum haline geliveririz.

Bu toplumsal depresyonun çaresi ne peki?

Bu tür depresyona karşı ilginç bir çözüm önerisinde bulunacağım. Bediüzzaman Said Nursî’nin yine depresyon yaşayan 1910’lu yılların Osmanlı toplumuna tavsiye ettiği 6 ilâcı sunmak istiyorum:

1) Öncelikle ümit etmek. Düşüncelerimizi ümit ile doldurmak, 2) Doğruluğu, toplumun her kesiminde, özellikle siyasî hayatta canlandırmak 3) Muhabbete muhabbet etmek. Düşmanlıkları ortadan kaldırmak, 4) Toplumda birlik ve beraberliğimizi ve üniter yapımızı sağlamlaştıran “Nuranî bağları” güçlendirmek, 5) Gizli ya da açık baskı, istibdat, dikta türlerinin her çeşidini terk edip, özgür toplum olmak, 6) Kendi çıkarlarımızı düşünmekten vazgeçmek, bencillik, enaniyet ve hodfüruşluğu terk etmek, toplumun çıkarlarını öne çıkarmak.

Dr. Burns da çözümlerinde bunları öneriyor zaten. Olur mu, olur!

B. Sait ÇİFTÇİ

12.06.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004