Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 25 Haziran 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

ÂYET-İ KERİME MEÂLİ

Siz ve hanımlarınız, sevinç içinde Cennete girin.

Zuhruf Sûresi: 70

25.06.2007


HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ

Allah bir millet hakkında hayır dilerse fertlerinin ömrünü uzatır ve şükretmeyi onlara ilham eder.

Câmiü's-Sağîr, c: 1, no: 225

25.06.2007


Kalbî amellerin güneşi imandır

Kur’ân-ı Kerim, takvayı üç mertebesiyle zikretmiştir: Birincisi, şirki terk, ikincisi, maâsîyi terk, üçüncüsü, mâsivâullâhı terk etmektir. Tahliye (“ha” ile) ise, hasenat ile olur. Hasenat da, ya kalble olur veya kalıp ve bedenle olur veyahut malla olur. A’mal-i kalbînin şemsi, imandır. A’mal-i bedeniyenin fihristesi, namazdır. A’mal-i maliyenin kutbu, zekâttır.

Sual: “Ellezîne yü’minûne bi’l-gayb/Onlar ki, gayba inanırlar” (Bakara Suresi: 3.) hal iktizasına göre icaz ise de, aynı mânâyı ifade eden “El-mü’minûne” kelimesine nazaran itnabdır (uzundur). Evet, “el” harfi, “ellezîne” ile “mü’minûne” kelimesi “yü’minûne” fiiliyle tebdil edilmiştir. Bu itnabın, icaza tercih sebebi nedir?

Cevap: “Ellezîne” esma-i müphemeden olduğundan, onu tayin ve temyiz eden yalnız sılasıdır. Demek bütün kıymet, sılasına aittir; başka sıfatlarında hiç kıymet yoktur. Bu ise, burada sılası olan imana büyük bir azamet vermekle insanları iman etmeye teşvik eder. Amma “mü’minûne” kelimesine bedel fiil sigasıyla “yü’minûne”nin tercihi, iman fiilini hayal nazarına gösterip keyfiyetin tasvir edilmesine, dahilî ve haricî delillerin tecellisiyle imanın istimrar ve devam ile teceddüt etmesine işarettir. Evet, delâilin zuhuru nisbetinde iman ziyadeleşir, teceddüt eder. “Bi’l-gaybi” yani, nifaksız, ihlâs-ı kalble iman ediyorlar. Veya iman edilen şeyler gayb olmakla beraber iman ediyorlar. Veyahut gaibe veya âlem-i gayba iman ediyorlar.

İman, Resûl-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselâmın tebliğ ettiği zarûriyat-ı diniyeyi tafsilen ve zarûriyatın gayrısını icmalen tasdik etmekten hasıl olan bir nurdur.

İşârâtü’l-İ’câz, s. 44-45

Lügatçe:

hasenat: İyilikler, sevaplar.

a’mal-i kalbî: Kalbî ameller.

şems: Güneş.

nazm: Sıra, tertip.

maâsi: Günah ve isyanlar.

mâsivâullâh: Cenâb-ı Hakkın dışındaki her şey.

icaz: Az sözle çok şey ifade etme.

esma-i müpheme: Belirsiz, gizli isimler.

sıla: Arapça’da “Ellezîne” gibi müphem isimlerden sonra gelip öncesini açıklayan cümle.

teceddüt: Tazelenme, yenilenme.

delâil: Deliller.

zarûriyat-ı diniyeyi: Dince yapılması mecburî olan işler. İman edilmesi mutlaka gerekli olan esaslar.

25.06.2007


Gül ve muhabbet

Çiçekler arasında gül’e duyduğumuz sevginin yeri bir başkadır. Her insanın kalbinde hiç solmayan bir gül vardır. Gül, sevgiliye benzetildiğinden Kâinatın Efendisi Peygamber Efendimiz (asm) ile özdeşleştirilmiştir. Güllerin efendisi sevgili Peygamberimize (a.s.m) duyduğumuz muhabbeti en çok gül ile ifade ederiz. “Gül Muhammed teridir” diyen Yunus Emre’den, “Terlese güller olurdu her teri” diyen Süleyman Çelebi’ye kadar pek çok şair ve yazar buna katılır.

Güller baharda açar ve gösterileri yazın sonuna kadar devam eder. Öyleyse gül sergileri toplanıp gitmeden, henüz daha vakit varken, bol bol güllerle hasbihal etmeli, tefekkür ile temaşa etmeli ki, yüzümüzde güller açsın. Gül bize Güllerin Sultanını anlatsın. Kokladığımızda Onun (asm) kokusunu bir nebze de olsa hatırlatmaya çalışsın.

Gülün anlattığı ve hatırlattığı o kadar çok şey vardır ki, yüzyıllardır hikâyelere, şiirlere, şarkılara, ilâhilere, manilere konu olmaktadır. İlâhi aşkın yanında fani aşkların ve âşıkların da dilidir gül. Dilin söyleyemediğini bir gül söyleyiverir. Sadece aşkın değil, dostluğun, kardeşliğin, barışın, muhabbetin tercümanı da güldür. Kanuni zamanında yaşamış Gülbaba adında bir derviş varmış. Sarığına daima bir gül takarmış. İnsanlara olan muhabbetini sarığındaki gül ile ifade ettiğinden ona Gülbaba demişler. Sevginin gül ile ifade edilmesi, gül sunmak, gül vermek, hiç değilse bir gülümsemek ne güzel.

“Gül alırlar, gül satarlar,

Gülden terazi tutarlar,

Gülü gül ile tartarlar,

Çarşı pazarı güldür gül.”

Ümmî Sinan’ın bu mısraları da bizi muhabbetin zirvelerde yaşandığı zamanlara sürüklüyor. Allah namına sevmek, Allah namına almak ve vermek, her işimizde, çarşıda, pazarda, her yerde ölçünün muhabbet olması ne güzel. “Zaman çok değişti, hiçbir şey eskisi gibi değil, her yerde, her zaman ölçümüzün muhabbet olması mümkün mü” diye içinizden geçebilir. Bir parça haklı olabilirsiniz de. Zira öyle bir zamanda yaşıyoruz ki, komşu komşuyu tanımıyor. Aynı asansörde birisi asansörün aynasında saçlarını düzeltmekle meşgulken, diğeri telefonu ile oynuyor. Âdeta birbirlerini görmemek ve selâmlaşmamak için ellerinden geleni yapıyorlar. Aşklar ise çoktan tarihe gömülmüş. Leyla ile Mecnun, Ferhat ile Şirin, Aslı ile Kerem ve daha niceleri yalan olmuş. Aşk değerini bulamadığı ve kıymet verilmediği için gittikçe uzaklaşırken, yerini şimdiki sahte Leylaların ve Mecnunların adına aşk dedikleri geçici maceralara terk etmiş. O olmadı bir başkası, o da olmadı bir diğeri, oyalanıp duruyorlar. Hiçbirinde hakikî aşkı bulamıyorlar.

Ancak zamanımıza böyle olumsuz yanından bakmamak gerekir. Bizim vazifemiz her zaman güzellikleri görmek, güzellikleri yaşamak, güzellikleri anlatmak olmalıdır.

Gül ve nur kahramanı rahmetli Zübeyir Ağabey mektubunda demiyor mu, “Vazifen, dikenler arasında güller toplayacaksın, elin açıktır ısıracak, ayağın çıplaktır batacak ve sen buna sevineceksin.”

Şartlar ne kadar olumsuz olursa olsun, zaman ne kadar kötü olursa olsun bizim görevimiz güzel olanı aramak ve bulmak olmalıdır. Gül toplamak, gül vermek, gülüvermek, gül yetiştirmek, gülden bahsetmek olmalıdır. Bunu başarabilirsek, gittiğimiz her yere saçtığımız gülümsemelerle gül tohumları atmış oluruz. Gül eken gül toplar. Gül toplayan gül kokar. Böylece her yerde bayram şenliği yaşanır. İnsanlar birbirine muhabbetle bakar. Kıymetini bilmediğimiz için bizden uzaklaşan değerlerimiz ise gelir yine gönül tahtımıza oturur. Aşk hakiki yerini bulur ve düğün olur, bayram olur. Gün olur, dört bir yanımız gül olur, gülistan olur. Bir gül goncası olan kâinat muhabbet ile yaşarken, muhabbetsiz nasıl yaşar insan?

Gül toplamak ve gül vermek muhabbete dâvettir; muhabbete dâvet ise Hz. Muhammed’e (asm) dâvettir.

Mehtap YILDIRIM

25.06.2007


BİR KISSA, BİN HİSSE

Allahü Teâlâ, Musa Aleyhisselâma:     

“Ey Musa! Filan mahallede, bizim dostlarımızdan biri vefat etti. Git onun işini gör. Sen gitmezsen, bizim rahmetimiz onun işini görür” buyurdu. Hazreti Musa, emir olunduğu mahalleye gitti. Oradakilere:     

“Bu gece, burada Allahü Teâlânın dostlarından biri vefat etti mi?” diye sordu. Halk:

“Ey Allahın Peygamberi! Allahü Tealanın dostlarından kimse vefat etmedi. Ama filan evde zamanını kötülüklerle geçiren fasık bir genç öldü. Fışkının çokluğundan hiç kimse onu defnetmeye yanaşmıyor” dediler.    

Musa Aleyhisselâm:

“Ben onu arıyorum” buyurdu. Gencin öldüğü mahalleye gittiler ve ölen gencin evini gösterdiler. Hazreti Musa, gencin evine girdi ki, bir de ne görsün, evde rahmet melekleri vardı. Rahmet melekleri ayakta durmuşlar, ellerinde rahmet tabakları ile gencin naşı üzerine Allah’ın rahmet ve lütfunu saçıyorlardı. Hazreti Musa, yalvararak münacat etti “Ey Rabbim! Sen buyurdun ki, “O benim dostumdur”. İnsanlar ise fasık olduğuna şahitlik ediyorlar. Hikmeti nedir?” Allahü Teâlâ: “Ey Musa! İnsanların onun için fasık demeleri doğrudur, ama günahından haberleri var, tövbesinden haberleri yok. Benim kulum, seher vakti, toprağa yuvarlandı ve tövbe etti. Bizim huzurumuza sığındı. Ben ki Allah’ım! Onun sözünü ve tövbesini kabul ettim. Ona rahmet ettim. Biline ki, Benim kapım ümitsizlik kapısı değildir. Kimse bilmediği bir şey hakkında şahitlik etmesin. Kimse kimsenin gıybetini yapmasın.” buyurdu.

Süleyman KÖSMENE

25.06.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004